(Resûlüm! ) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir. De ki: Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez. (Ali İmran Suresi- 31 -32) A Harfi ile Başlayan Konular "Allahım! Şüphesiz ben bilerek herhangi bir şeyi şirk koşmak (eş ve ortak tanımak) tan sana sığınırım. Bilmeyerek işlemiş olduğum (şirk ve hatalarım) ın senden bağışlanmasını dilerim. Şüphesiz ki bütün gaybları (gizli şeyleri) ancak Sen bilirsin." (et-terğıb ve et-terhib: 1/76) "Allah'ım! Seni her türlü noksanlıklardan tenzih eder, hamdimi sana takdim ederim. Senden başka hiçbir ilah bulunmadığına şehadet ederim. Senden mağfiret diliyor ve sana tevbe ediyorum." (Tirmizi, deavat: 38) Hadis veya Sünnet'in Tarifi: Sünnet; Rasulullah (sav)'min söylediği sözler, yaptığı işler ve doğru görüp reddetmediği hususlardır. Tariften de anlaşıldığı gibi Sünnet üç çeşittir. 1. Rasulullah (sav)'min sözleri; mesela: "Ameller niyetlere göredir” [1] hadisi bu kabildendir. 2. Rasulullah (sav)'min bizzat yaptığı işler. Meselâ; Resulullah (sav)in abdest alma ve namaz kılma şekli fiili sünnetlerdir. Keza el kesmesi bu kabildendir. 3. Takriri Sünnet: Rasulullah (sav)'min, sahabe-i kiramın söylediği veya yaptığı şeyler karşısında sükut etmesi, onlara karşı çıkmaması ya da razı olduğunu gösteren bir tavır takmmasıdır. Çünkü Rasulullah (sav)'min reddedilmesi gereken bir mesele karşısında susması mümkün değildir. Zira Allah Teala "o, iyiliği emreder, kötülükten men eder” [2] buyurmuştur. Takriri sünnete misal olarak şu hadis-i şerifleri zikretmek mümkündür: "Hazreti Aişe (ra) diyor ki; "Bir gün bana bir firasetçi geldi. [3] Zeydin oğlu Usame ile babası Zeyd bin Harise yatıyorlardı. Resulullah da orada bulunuyordu. Firasetçi: "Bu ayaklar birbirlerindendir" dedi. Resulullah buna sevindi ve bu onun hoşuna gitti. Bu halini Aişe'ye bildirdi. [4] Resulullah bu olayda neseb tesbiti için firasetçilerin görüşüne itibar edileceğine karşı çıkmamış, bundan memnun olduğunu bildirmiştir. İşte bu, bir takriri sünnettir. Ancak firasetin neseb tesbitinde delil olup olmayacağı alimler arasında ihtilaflıdır. Bu konular hususunda fıkıh kitaplarına bakılmalıdır. Cabir (ra) diyor ki: "Resulullah bizi Kureyş'e ait bir kervanı gözetlememiz için gönderdi. Başımıza Ebu Ubeyde bin el-Cerrah'ı emir tayin etti. Resulullah bize, azık olarak ancak bir kırba dolusu hurma verebildi. Bize azık koymak için bundan başka bir şey bulamadı. Ebu Ubeyde herkese günde bir hurma veriyordu. Ebu Zubeyr diyor ki: "Cabir'e günde bir tek hurma ile ne yapıyordunuz" diye sordum. O da şu cevabı verdi: "Biz o hurmaları çocukların emdiği gibi emiyorduk. Sonra su içiyorduk. O gün geceye kadar bu bize yetiyordu. Değneklerimizle palamut ağaçlarının yapraklarını döküyor, sonra onları ıslatıp yiyorduk. Bir de baktık ki denizin kıyısında büyük bir kum yığını gibi bir şey önümüze dikildi. Yanına geldik. Baktık ki o "anber (balina balığı)" diye adlandırılan bir hayvanmış. Cabir diyor ki: "Ebu Ubeyde önce, bu bir leştir, dedi, Daha sonra: "Hayır. Siz, Allah'ın elçisinin elçilerisiniz, Allah yolundasınız. Sizler çaresiz kaldınız. Bundan yeyin" dedi. Cabir diyor ki; "Biz üçyüz kişi olarak o hayvanın yanında bir ay kaldık. [5] Öyle ki bizler şişmanladık." Cabir diyor ki: "Biz o hayvanın gözbebeğinden testilere yağ doldurduk ve ondan boğa kadar parçalar kesiyorduk. Ebu Ubeyde bizden on üç adamı götürüp o hayvanın gözünün kovuğuna oturttu. O hayvanın kaburgalarından birini yukarıya doğru dikti. Beraberimizde bulunan develerin en büyüğüne eğer vurup üzerine bindi. Ve o kaburganın altından geçti. Biz o hayvanın elinden haşladığımız parçaları azık olarak yanımıza aldık. Medine'ye dönünce Resulullah'a gittik. Hadiseyi ona anlattık. Bunun üzerine Resulullah (sav) "Bu bir rızıktır. Allah onu sizin için denizden çıkardı. Beraberinizde onun etinden bize yedireceğiniz bir şey var mı?" dedi. Cabir diyor ki: "Biz o hayvanın etinden Resulullah'a gönderdik. Resulullah ondan yedi" [6] Bu olayda da Resulullah ölmüş balığın etinin yenilmesine dair bir ruhsat bulunduğuna işaret etmiştir. Çünkü, buna karşı çıkmamış, aksine tasvip etmiştir. Ayrıca zaruret halinde leşten yenilebileceğine dair bir ruhsat bulunduğunu takriri sünnetiyle ifade etmişlerdir. Zira Ebu Ubeyde balığın bir leş olduğunu zannederek ondan yemenin mubah olduğu kanaatiyle onu yemişler, Resulullah da bu kanaatinin yanlış olduğunu beyan etmemiştir. Onun balık olması hasebiyle sadece zaruret halinde değil, normal hallerde de yeni-lebilineceğini beyan etmiştir. Ebu Said el-Hudri diyor ki, Resulullah'ın sahabelerinden bir topluluk yolculuğa çıkmışlardı. Nihayet Arap kabilelerinden bir kabilenin bulunduğu bir yerde konakladılar. Kendilerini misafir etmelerini istediler. O kabilenin insanları, onları misafir etmemede direttiler. Bu esnada kabilenin efendisi (lideri) bir haşarat (akrep) tarafından sokuldu. Onun için her türlü çareye başvurmuşlar. Fakat ona hiçbir şey fayda vermemiş. Bunun üzerine kabileden bir kısım insanlar: "Şurada konaklayan insanlara gitseniz. Belki onların bazılarında bir şey bulunur" demişler. Onlar çıkıp sahabelerin yanına geldiler ve onlara: "Ey topluluk! Efendimiz sokuldu, onun için her çareye başvurduk. Fakat bir fayda sağlamadı. Sizin her hangi birinizde buna fayda verecek bir şey var mı" dediler. Sahabelerden biri "Evet. Vallahi ben afsunlarım. Fakat biz size misafir olmak istedik, siz bizi misafir etmediniz. Şimdi sizler bize bir ücret vermedikçe ben onu afsunlamam" cevabını verdi. Bunun üzerine onlar bir sürü (otuz adet) koyun vermek üzere anlaştılar. O sahabe gitti. Sokulan kişiye elhamdülillah! Rabbil alemini (fatihayı) okudu ve tükürüp üfledi. Sokulan adam, sanki bağlandığı bir ipten boşanmış gibi oldu. Kendisinde herhangi bir kıvranma olmaksızın yürümeye başladı. Onlar da ittifak ettikleri ücreti verdiler. Sahabelerden bazıları: "Bunlar aramızda bölüştürülsün" dediler. Fakat afsunlayan sahabe: "Resulullah'a varıp meseleyi ona anlatmamıza ve bize ne emredeceğini görmemize kadar bir şey yapmayın" dedi. Resulullah'a geldiler. Durumu ona anlattılar. Resulullah da: "Sen Fatiha Sû-resi'nin afsunlama duası olduğunu nasıl bildin? Doğru yapmışsınız, onları taksim edin. Bana da bir pay ayırın" buyurdu ve güldü. [7] Görüldüğü gibi Resulullah akrebin sokmasına karşı afsunlamanın bir sakıncası olmadığına işaret etmiş, ayrıca afsunlayanın aldığı ücretin helal olduğunu vurgulamıştır. Ancak afsunlamadan alınan ücret mezhebler arasında ihtilaflıdır. Bazıları, bu olayların özel olaylar olduğunu, genel olarak alınamayacağını belirtmişler, diğerleri ise bu olayların birer örnek olduklarını ve benzeri olaylar da caiz olduğunu söylemişlerdir. Detay için fıkıh kitaplarına başvurulmalıdır. Sahih Sünnetin Kısımları: Sünnet; ravilerin sayıları ve güven derecelerine göre de kafi sünnet, zanni sünnet diye iki ana kısma ayrılmaktadır. Ancak Hanefiler hadisleri Mütevatir Hadisler, Meşhur Hadisler, Ahad Hadisler diye üç kısma, Cumhur ulema ise hadisleri sadece mütevatir ve ahad diye iki kısma ayırmışlardır. Cumhura göre meşhur hadisler ahad hadislerin sınıfındandır. 1. Mütevatir Hadisler: Sahabe, tabiin ve tebei tabiin döneminde, yalan üzere ittifak etmesi mümkün olmayan bir topluluğun Resulullah'dan rivayet ettiği hadislerdir. Mütevatir hadislerin Resulullah'm ameli olan sünnetlerden misali pek çoktur. Mesela Peygamber efendimizin namaz kılma, oruç tutma ve hac etme şekli mütevatiren bizlere gelmiştir. Mütevatir sünnetlerin Resulullah'm sözü olan türüne örnek İse şu hadis-i şerifi zikretmek mümkündür: Hz. Ali Resulullah'ın şöyle buyurduğunu söylemiştir: "Bana yalan isnad etmeyin. Kim bana karşı yalan uydurur-sa o kimse cehennem ateşine girsin.”[8] Abdullah bin Amr'İn rivayetinde bu hadisin metni: "Kim kasıtlı olarak bana karşı yalan uyduracak olursa, cehennem ateşinde yerini hazırlasın, " [9] şeklînde; Abdullah bin Abbas'ın rivayetinde ise: "Benden bildiğiniz dışında hadis nakletmekten kaçının. Kim kasıtlı olarak yalan uydurur da bana isnad edecek olursa cehennem ateşinde yerini hazırlasın” [10] şeklindedir. Bu hadis-i şerif, Cabir bin Abdullah [11] Enes bin Malik,[12] Ebu Said el-Hudri, [13] Abdullah bin Mes'ud, [14] Ebu Hureyre[15] Mürre [16] Kays b. Sad b. Ubade, [17] Seleme bin el-Ekva, [18] Ukbe bin Amir, [19] Zeyd bin Erkam, [20] Halid bin Arfada [21] Muaviye bin Ebu Süfyan [22] Muğire bin Şu'be [23] Zübeyir bin Avam [24] gibi, çokça sahabeden rivayet edilmiştir. Tirmizî bu hadisin Ebu Bekir, Ömer, Osman, Said bin Zeyd, Amr bin el-As, Büreyde, Ebu Musa el-Ğafiki, Ebu Umame, Abdullah bin Amr el-Mukan-na ve Evs es-Sakafi tarafından da rivayet edildiğini zikretmiştir.[25] Mütevatir Hadis île Amel Etmenin Hükmü: Mütevatir hadis ile amel etmek farzdır. Çünkü Resulullah'dan geldiği kesindir. Zira tevatür yolu ile gelişi Resulullah'a nisbetinin doğruluğunu ortaya koymaktadır. Bu nedenle ittifakla mütevatir olan bir hadisi inkar eden dinden çıkmış olur. Alimler bir hadisin mütevatir olması için, en az kaç kişinin onu rivayet etmesi gerektiği hususunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir: Bazıları beş, bazıları oniki, bazıları yirmi, bazıları kırk, bazdan yetmiş, bazıları ise üçyüzon küsur kişinin her rivayet zincirinde rivayet etmesi gerektiğini söylemişlerdir. Ancak belirli bir sayı üzerinde karar kılınması doğru görülmemektedir. Zira ravilerin durumlarının da dikkate alınması icab etmektedir. Dikkat edilmesi gereken bir nokta da şudur: Sahabe-İ kiram, tabiin ve tebei tabiinden sonraki dönemlerde hadisin çok kişiler tarafından rivayet edilmesi, hadisi mütevatir hadis derecesine ulaştırmaz. 2. Meşhur Hadis: Meşhur hadis, sahabe döneminde, bir sahabenin veya mütevatir hadisde-ki sayıya ulaşmayan bir sahabe topluluğunun, tabiin ve tebei tabiin döneminde İse, tevatür derecesine ulaşan bir topluluğun Resulullah'dan rivayet ettiği hadislerdir. Meşhur hadise misal olarak Ömer bin el Hattab (ra)'ın Resulullah'dan rivayet ettiği ve Buhârî'nin Sahih'inde birinci hadis olarak zikrettiği şu hadisi göstermek mümkündür. "Ameller ancak niyetlere göredir...”[26] Görüldüğü gibi mütevatir ile meşhur arasındaki fark şudur: Mütevatir hadis üç asırda da tevatür yoluyla rivayet edilirken, Meşhur Hadis sadece tabiin ve tebe-İ tabiin dönemlerinde tevatür yoluyla rivayet edilmiştir. Meşhur Hadis ile Amel Etmenin Hükmü: Meşhur hadis, katiyet ve kesinlik ifade etmez. Kesinliğe yakın bir derecede zan ifade eder. Kişiye güven telkin eder. Buna rağmen meşhur hadisle amel etmek vacibtir. Çünkü bir sahabe veya sahabelerden rivayet edildiği kesindir. Sahabeler ise, itimat edilecek kişilerdir. Hadisi Resulullah'dan rivayet ettiklerine güvenilir. 3. Ahad Hadis Ahad hadis sahabe, tabiin ve tebei tabiin dönemlerinde tevatür derecesine ulaşmayan sayıdaki insanın Resulullah'dan rivayet ettiği hadislere denilir. Buna misal olarak da Ebu Hureyre (ra)ın rivayet ettiği şu hadisi zikretmek mümkündür: "Kim bir koyun satın alır da onun memesi bağlanılarak sütünün toplandığını anlarsa, o kişi üç güne kadar serbesttir. Dilerse, o koyunu olduğu gibi kabullenir, istemezse koyunu geri iade eder. Onunla beraber bir sa'[27] miktarı da hurma verir."[28] Ahad Hadis İle Amel Etmenin Hükmü: Ahad hadis, tercih edilen bir zan ifade eder. Yani Resulullah'dan geldiği zannı kuvvetlidir. Çünkü hadisi rivayet edenlerde doğru söylediklerini ifade eden sıfatlar mevcuttur. Bununla beraber ahad hadis, mütevatir derecesinde kesinlik ifade etmez. Zira Resulullah'dan gelmesinde az da olsa şüphe vardır. Yine Ahad Hadisler, meşhur hadisler derecesinde kesinliğe yakın bir kanaat telkin etmezler. Keza Ahad Hadisler, tabiin ve tebe-İ tabun dönemlerinde Meşhur Hadisler kadar İlgi görmemişlerdir. İşte bu nedenlerle, kesin bilgilere dayanan, zan ve tahminler üzerine kurulamayan İtikadı meselelerde Ahad Hadislere dayanılamaz. Buna mukabil hukuki meselelerde doğruluğu tercih edilen Ahad Hadisler delil sayılır. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer (ra) iki kişinin işittiklerine dair şahitlik etmeleri halinde ahad hadislerle amel etmişlerdir. Hz. Ali (ra) de hadisleri rivayet eden raviyi doğru söylediğine dair yemin ettirir, sonra hadisle amel ederdi. Ahad Hadisle Amel Etmenin Şartları: Ahad hadislerle amel edebilmek için, ravilerde, hadisin lafzında ve manasında bir takım şartların bulunması gerekmektedir. A. Ravide Aranan Şartlar: a. Naklettiği hadisi işittiği veya gördüğü zaman; ravinin temyiz gücüne sahip olması ve onu muhafaza edebilecek yetenekte bulunması şarttır. Bu aşamada ravinin, ergenlik çağına ulaşmış olması, müslüman olması şart değildir. Bunun içindir ki, hicret senesinde 9 yaşında bulunan Enes b. Ma-lik'in ve Resulullah'ın ahirete intikali sırasında yaklaşık 10 yaşında olan Nu-man b. Beşir'in rivayet ettiği hadisler kabul edilmiştir. Aynı şekilde Mut'im b. Cübeyr'İn (ra) müslüman olmasından önce Rasu-lullah'm Akşam Namazında Tûr Suresini okurken duyduğunu rivayet etmesi kabul edilmiştir. b. Buna karşılık Hadisi rivayet ettiği vakitte, ravinin ergenlik çağına ermiş, müslüman, adil[29] ve zabıt[30] olması şarttır. B. Lafzında Aranan Şart: Ravinin Ahad hadisin lafzından manayı tamamlayacak lafızları düşürmemesi şarttır. C. Manasında Aranan Şart Ahad hadisin manasının dinde kesin olarak bilinen hususlara ters düşmemesi şarttır. Bu şartlara İlaveten fıkhi mezheplerde Ahad hadislerin kabulü için her mezheb kendisine ait bir kısım özel şartlar aramaktadır.
Hadis-i Şerif Genel Bilgiler // Alındığı Kaynak Fıkıh Usulü Kitabından Hasan Karakaya En iyi Bilgi Dünya ve Ahiret Saadeti Sağlayan Bilgidir Eraykitap ilmin kisa yolu Eraykitap ilmin kısa yolu © 2009 - 2025 Tüm hakları
saklıdır.
Eraykitap
|