96) Abdullah bin Mes’ud (r.a.)’dan rivayetle, dedi ki:
“Yahudi bilginlerinden bir bilgin Resûlullah’a gelip:
“Ey Muhammed! Biz (Tevrat’ta) şu hükmü buluyoruz: Allah, (kıyamet gününde) gökleri bir parmağında, yerleri bir parmağında, ağaçları bir parmağında, su ve toprakları bir parmağında ve diğer mahlukatı da bir parmağında tutar da:
“Melik (hükümran) benim” diye buyurur” dedi. Resûlullah (s.a.s.) o yahudi bilginin sözünü tasdik ederek (mübarek) dişleri görünecek hâlde güldü.”[3]
v Yine Buhârî’de (7414) gelen bir rivayet lafzı şöyledir:
“Bir yahudi bir gün Resûlullah’a (s.a.s.) gelip:
“Ey Muhammed! Allah, gökleri bir parmağında, yerleri bir parmağında, dağları bir parmağında, ağaçları bir parmağında ve (diğer) mahlukatı da bir parmağında tutar ve: “Melik Benim” diye buyurur.” dedi. Bu sözü üzerine Resûlullah (s.a.s.) dişleri görünecek şekilde güldü ve sonra: “Onlar Allah’ı (c.c.) hakkıyla tanıyıp takdir edemediler...” (Zümer: 39/67) ayetini okudu.
Hadis ravilerden birisi olan Yahya bin Said dedi ki: “Hadiste Fudayl bin Iyâz, Mansur’dan, onun da İbrahim’den onun da Ubeyde’den, onun da Abdullah’tan yaptığı rivayette ek olarak şu kayıt bulunmaktadır: “Resûlullah (s.a.s.) bunun üzerine hayretle ve o yahudinin söylediğini tasdik ederek güldü.”
v Yine Buhârî (7415) lafzı şöyledir:
“Kitap ehlinden birisi Resûlullah (s.a.s.)’a gelip:
“Ey Ebû Kasım! Allah gökleri bir parmağında, yerleri bir parmağında, ağacı ve toprağı bir parmağında ve (diğer) mahlukatı bir parmağında tutar da sonra da: “Melik (hükümran) Benim, Melik Benim” diye buyurur.
Ravi der ki: Bu olay üzerine Resûlullah (s.a.s.)’in dişleri görünecek şekilde güldüğünü gördüm ve sonra şu ayeti okudu: “Onlar Allah’ı hakkıyla taktir edemediler...” (Zümer: 39/67)
v Başka bir rivayet de Buhârî’de (7513) şöyledir:
“Bir yahudi bilgini gelip: “Kıyamet günü olunca, Allah gökleri bir parmağında, yerleri bir parmağında, suyu ve toprağı (denizi ve yeri) bir parmağında ve (diğer) mahlukatları da bir parmağında tutar ve sonra da onları sallar ve: “Melik (hükümran) Benim, Melik Benim” diye buyurur.” dedi.
Ravi der ki: “Bu olay üzerine Resûlullah’ı (s.a.s.) gördüm, onun sözünü hayrette ve tasdik ederek dişleri görünecek şekilde güldü ve Yüce Allah’ın şu ayetini okudu.
“Onlar Allah’ı hakkıyla takdir edemediler. Kıyamet günü bütün yeryüzü onun kabzasıdır. Gökler onun sağıyla dürülmüş olacaktır. O, müşriklerin koştuğu ortaklardan münezzehtir.” (Zümer: 39/67)
v Müslim’de (2786) geçen bir lafız şöyledir:
“Bir yahudi alimi Nebî (s.a.s.)’e gelip:
“Ey Ebû Kasım! Allah kıyamet gününde gökleri bir parmağında, yerleri bir parmağında, dağları ve ağaçları bir parmağında, suyu ve toprağı bir parmağında ve diğer mahlukatı da bir parmağında tutar sonra da onları sallar ve: “Melik Benim, Melik Benim” diye buyurur.” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.) yahudi bilginin bu sözünde hayret edip, bunu tasdik ederek şu ayeti okudu:
“Onlar Allah’ı hakkıyla takdir edemediler. Kıyamet günü bütün yeryüzü O’nun kabzasıdır. Gökler O’nun sağıyla dürülmüş olacaktır. O, müşriklerin ortak koşmalarından münezzehtir.” (Zümer: 39/67)
***
97) Abdullah bin Ömer (r.ahuma) dan rivayetle, dedi ki: Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Allahu Teâlâ kıyamet gününde gökleri dürer, sonra da onları sağ eline alır. Sonra da. “Ben Melikim, Hani nerede böbürlenenler? Nerede böbürlenenler?” diye buyurur. Sonra yeri sol eliyle dürer. Sonra yine: “Ben Melikim, Hani nerede böbürlenenler, nerede böbürlenenler?” diye buyurur.”[4]
v Müslim’de (25/2788) Ubeydullah bin Muksim’den gelen yolla rivayet edilen hadisten, kendisi Resûlullah (s.a.s.)’ın nasıl bildirdiğini öğrenmek için Abdullah bin Ömer (r.ahuma)’ya baktı, şöyle dedi:
“Allahu Teâlâ gökleri ve yeri eliyle dürer, sonra: “Ben Allah’ım” diye buyurur. Resûlullah (s.a.s.) parmaklarını toplayıp açıyordu. “Ben Melikim (Hükümranım)” diye buyurur.
Ravi der ki: Bu esnada minbere baktım, ta en altından (minber) sallanıyordu. Daha neredeyse bu minber Resûlullah (s.a.s.) ile birlikte devrilecek mi?” diye söyler oldum.
v Buhârî’de (7412) geçen bir lafız şöyledir:
“Allahu Teâlâ kıyamet gününde yeryüzünü kabzalar ve göklerde sağında olur, sonra da: “Ben Melik olanım” diye buyurur.”
98) Ebû Hüreyre (r.a.)’dan gelen bir rivayette, kendisi Resûlullah (s.a.s.)’den şöyle buyurduğunu işitmiştir:
“Allahu Teâlâ yeryüzünü kabzalar ve sağı ile gökleri dürer sonra da: “Ben Melikim, Nerede yerin melikleri?” diye buyurur.[5]
v Yine Buhârî’de (6519) gelen bir rivayetle şöyle demiştir:
“Allah-u Azze ve Celle yeryüzünü kabzalar, sağı ile de gökleri dürer sonra da: “Melik Benim, nerede yerin melikleri?” diye buyurur.
v Buhârî’de (7382) gelen bir başka lafız da şöyledir:
“Allahu Teâlâ kıyamet gününde yeryüzünü kabzalar ve sağı ile gökyüzünü dürer sonra da: “Ben Melikim, nerede yerin melikleri (hükümranları)?” diye buyurur.[6]
99) Buhârî’nin muallak olarak (Tevhid: 32) de rivayeti şöyledir: Cabir’den, onun da Abdullah bin Uneys’den (r.huma) zikir olunduğu üzere, dedi ki: “Ben Nebî (s.a.s.)’in şöyle buyurduğunu işittim:
“Allahu Teâlâ kulları haşredip, yakında olan kimsenin duyduğu gibi uzakta olanın da duyacağı üzere: “Ben Melikim, Ben Deyyânım (Kahhârım) diye nida eder.”
v Buhârî’nin mevsul olarak “Edeb-i Müfred (970)” de ve Ahmed bin Hanbel'in “el-Müsned (5/6042)” adlı eserinde hasen bir isnadla rivayet ettiği hadiste, Lafzı Ahmed bin Hanbel’e ait olan Muhammed bin Ukayl yoluyla gelen rivayette, kendisi Cabir bin Abdullah’tan (r.huma) şöyle dediğini duymuştur:
“Bana bir adamın Resûlullah’tan (s.a.s.) duyduğu bir hadis ulaştı. Bir binek satın aldım. Sonra üzerine yolculuk yapacağım yüklerimi koydum. (O hadisi duymak için) bir aylık yola çıktım. Nihayet Şam’da yanına vardım. Bir de baktım ki Abdullah bin Uneys (rh.a.) orada duruyor. Kendisi kapıcısına:
“Ona (gelene) bir sor kendisi Cabir olacak” dedi.
“İbn Abdullah mı?” diye sordu. Ben de:
“Evet” diye cevap verdim. Kendisi bunun üzerine elbisesini topladı ve benimle musafaha etti, sarıldı ben de sarıldım. Ben de ona:
“Senden bana ulaşan bir hadis var da, o hadisi sen Resûlullah’tan (s.a.s.) duymuşsun, kısas konusu ile ilgili. Ben de, onu senden almaya geldim. Çünkü senden duymadan önce ölürsün diye ya da senden önce ölürüm diye korktum.” O da dedi ki:
“Resûlullah (s.a.s.)’den duyduğuma göre, şöyle buyurdu:
“İnsanlar kıyamet gününde, ya da kullar, (kıyamet gününde) çıplak, sünnetsiz ve buhmen olarak haşir olunacaklardır.” Biz de:
“Ey Allah’ın Resûlü! Buhmen ne demektir?” diye sorduk. O da:
“Yanlarında hiçbir şeyleri bulunmayan” demektir, diye buyurdu ve devamla, yakın olanın işittiği gibi uzak olanın da işiteceği bir sesle: “Ben Melikim, yanım (Kahharım)” diye nida eder. Cehennem ehlinden olan bir kimsenin bir tokatlık hak dahi olsa Cennet ehlinden hakkı bulunsa onu geri almadan cehenneme girmez. Cennet ehlinden olan bir kimsenin de -bir tokatlık hak dahi olsa- cehennem ehlinden hakkı bulunsa onu geri almadan cennete girmez.” diye buyurdu. Biz de:
“Bizler Allahu Teâlâ’ya çıplak, sünnetsiz ve yanımızda hiçbir şey bulunmadığı hâlde gideceğimize göre bu nasıl olur? diye sorduk. Resûlullah (s.a.s.) de:
“Hasenâtlarla (iyiliklerle) ve kötülüklerle...” diye buyurdu.”
[1] Zümer: 39/67
[2] Ğâfir: 40/16
[3] Müttefekun aleyh. Lafız Buhârî'ye aittir. (4811).
[4] Müttefekun aleyh. Lafız Müslim'e aittir (2788).
[5] Müttefekun aleyh. Hadisin lafzı Buhârî'ye aittir (4812).
[6] Buna benzer Müslim rivayet etmiştir. (2787).
________________ oOo _________________