Kuran Ahkamı Meali Celal Yıldırım

FIKHÎ KAİDELER.. 3

1. «Bir İşten Maksat Ne İse Hüküm Ona Göredir.». 3

2. Akidlerde İtibar Maksad Ve Mânayadır; Elfaz Ve Mebâniye Değildir. 3

3. Yakın   (Kesinlik İfade Eden Şey) Şüphe İle Zail Olmaz. 3

4. Bir Şeyin Bulunduğu Hal Üzere Kalması Asıldır. 4

5. Kadîm Kademi Üzere Terk Olunur. 4

6. Zarar Kadîm Olmaz. 5

7. Beraati Zimmet Asıldır. 5

8. Arızî Sıfatlarda Aslolan Ademdir. 5

9. Bir Zamanda Sabit Olan Şeyin Hilâfına Delil Olmadıkça Bakasiyl Hükmolunur. 6

10. Yeni Meydana Gelen Bir Olayın Hâle (Şimdiki Zamana) En Yakın Vakte İzafesi Asıldır. 6

11. Kelâmda Aslolan Mâna-Yı Hakîkîdir. 6

12. Sarahat Karşısında Delâlete İtibar Yoktur. 7

13. Mevrid-i Nasd A İçtihada Mesağ Yoktur. 7

14. Kıyasa Aykırı Olarak Sabit Olan Şey Başka Şeye Makîsün Aleyh Olamaz. 8

15. İctihadla İctihad Nakz Olunmaz. 8

16. Meşakkat Kolaylığı Celbeder. 8

17.  Bir İş Daralınca Genişlemeye Yüz Tutar. 9

18. Zarar Ve Mukabele-i Bizzarar Yoktur. 9

19. Zarar İzâle Olunur. 9

20. Zaruretler Mahzurlu Şeyleri Mubah Kılar. 10

21. Zaruretler Kendi Miktarınca Takdir Olunur. 10

22. Bir Özür İçin Caiz Olan Şey, O Özrün Zeva Liyle Bâtıl Olur,  (Hükümsüz Kalır), 10

23. Mâni' Zail Oldukta Memnît Avdet Eder. 11

24. Bir Zarar Kendi Misliyle İzale Olunmaz. 11

25. Zararı Âmmı Defi' İçin Zararı Hass İhtiyar Olunur. 12

26.  Zararı Eşed, Zararı Ahaf İle İzale Olunur. 12

27. İki Fesad Taarüz Ettikde Ahaffini İrtikâb İle Azaminin Çaresine Bakılır. 12

28.  İki Şerden Ehven Olanı İhtiyar Olunur. 12

29.  Def'i Mefâsid, Celb-i Menfaatten Evlâdır. 13

30.  Zarar İmkân Nisbetinde Giderilir. 13

31. Hacet Umumi Olsun, Hususi Olsun Zaruret Menzilesine Tenzil Olunur. 13

32.  İztirar Gayrin Hakkını İbtal Etmez. 14

33.  Alınması Yasak (Haram) Olan Şey'in Verilmesi De Yasaktır. 14

34.  İşlenmesi Yasak Olan Şeyin İstenmesi De Yasaktır. 14

35.  Âdet Muharremdir: 14

36: Nâsın İstimali Bir Hüccettir Ki, Onunla Amel Vâcib Olur. 15

37. Âdeten Mümteni' Olan Şey, Hakikaten Mümteni' Gibidir.. 15

38. Zamanın Değişmesiyle Ahkamın Değişmesi İnkâr Olunmaz. 15

39. Âdetin Delaletiyle Hakikî Mâna Terk Olunur... 16

40. Adet Ancak Muttarid Yahut Gaalip Oldukta Muteber Olur. 16

41. İtibar Galibi Şayiadır; Nadire Değildir. 16

42. Örfen Maruf Olan Şey Şart Kılınmış Gibidir. 17

43. Ticaret Erbabı Arasında Mâruf Olan Şey, Onlar Arasında Şart Kılınmış Gibidir. 17

44. Örf İle Tayîn, Nass İle Tayın Gibidir. 17

45. Mâni Ve Muktazi Taaruz Ettikte Mâni' Takdim Olunur. 17

46. Vücudde Bir Şeye Tâbi' Olan Hükümde Dahi Ona Tâbi' Olur. 18

47. Tabi' Olan Şeye Ayrıca Hüküm Verilmez. 18

48. Bir Şeye Mâlik Olan Kimse Onun Zaruriya-Tından Olan Şey'e De Mâlik Olur. 18

49. Asıl Sakıt Oldukta Feri De Sakıt Olur. 18

50.  Sakıt Olan Şey Dönmez, Yani Giden Geri Gelmez. 19

51. Bir Şey Bâtıl Oldukta (Hükümsüz Kaldıkta) Onun Zımnındaki Şey De Bâtıl Olur. 19

52. Aslın İfası (Yerine Getirilmesi) Kabul Olmadığı Halde Bedeli İfa Olunur. 19

53. Bizzat Tecviz Olunmayan Şey Bitteba' Tecviz Olunabilir. 20

54. İbtidaen Tecviz Olunmayan Şey Bakaen Tecviz Olunabilir. 20

55. Teberru, Ancak Kabz (Teslim Almak)la Tamam Olur. 20

56. Liderin Halk Üzerindeki Tasarrufu Maslahata Bağlı ve Ona Dayanır. 20

57. Velayeti Hasse, Velayeti Ammeden Akvadır. 21

58. Sözün İmâli İhmalinden Evlâdır. 21

59. Hakikî Mâna Mümkün Olmadığında Mecaze Gidilir. 21

60. Bîr Kelâmın Î'mâli Mümkün Değilse İhmâl Olunur. 21

61. Mütecezzî Olmayan Bir Şeyin Bir Kısmını Zikretmek Tümünü Zikretmek Gibidir. 22

62. Mutlak Îtlâkı Üzere Carî Olur; Meğer Kî Nassan Veya Delâleten Takyîdî Delil  Buluna.. 22

63. Hazırdaki Vasıf Lağv, Gâibdeki Vasıf Muteberdir. 22

64. Sual, Cevapta İade Olunmuş Sayılır. 23

65. Sâkite Bir Söz İsnad Edilemez. 23

66. Bir Şey'in Umur-i Bâtınede Delili, O Şey'in Yerine Geçer. 23

67. Yazı İle Beyan, Sözle Beyan Gibidir.. 24

68.  Dilsizin Bilinen İşareti, Dil İle Beyan Gibidir. 24

69.  Tercümanın Sözü Her Hususta Kabul Olunur. 24

70.  Hatâsı Zahir Olan /Anne İtibar Yoktur. 24

71.  Delilden Meydana Gelen İhtimal Karşısında Hüccet Kalmaz. 25

72.  Tevehhüme İtibar Yoktur. 25

73.  Burhan İle Sabit Olan Şey Aynen Sabit Gibidir. 25

74. Beyyine Müddei İçin Yemin İnkâr Eden Üzerinedir. 26

75. Beyyine Hücceti Müteaddiye; İkrar İse Hüccet-i Kasıradır. 26

76. Kişi İkrariyle İlzam Olunur. 26

77. Tenakuz İle Hüccet Kalmaz. 27

78. Asıl Sabit Olmadığı Halde Ferin Sabit Olduğu Vardır. 27

79.  Şartın Sübutu Halinde Ona Bağlı Olan Şeyin De Sübutu Lâzım Gelir. 27

80. İmkân Nisbetinde Şarta Riayet Olunur. 28

81. Va'dler,  Sureti  Taliki  İktibas  İle Lâzım Olur. 28

82. Bir Şeyin Nef'i, Damanı Mukabelesindedir 28

83. Ücret İle Daman  Cem' Olmaz. 28

84. Mazarrat, Menfaat Karşılığındadır. 28

85.  Külfet Nimete, Nîmet De Külfete Göredir 29

86.  Bir Fiilin Hükmü Failine Muzaf Kılınır; Ve Mücbir Sebep Olmadıkça Âmirine. 29

Muzaf Kılınmaz. 29

87.  Bizzat Fiili İşleyen Fail İle Fiile Sebeb Olan (Müteşebbis) Birleştiğinde, Hüküm.. 29

O Faile İzafe Edilir. 29

88.  Şer'î Cevaz Tazmine Aykırıdır. 29

89.  Bir Fiili Bizzat İşliyen, Bunu Kasden Yapmasa Bile Yine De Tazmin Gerekir. 30

90.  Mütesebbib (Bir Fiile Sebeb Olan Kimse) Kasden O Fiili İşlemedikçe Kendisine Tazmin Gerekmez. 30

91.  Hayvanın Kendiliğinden Olarak Yaptığı Cinayet Ve Zararı Hederdir. 30

92.  Başkasının Mülkünde Tasarrufla Emretmek Bâtıldır. 30

93.  Meşru Bir Sebeb Olmaksızın Başkasının Malını Almak Caiz Değildir. 30

94   Bir Şeyde Temellük Sebebinin Değişmesi, O Şeyin Değişmesi Yerine Geçer. 30

95.  Kim Ki Bir Şeyi Vaktinden Evvel İstical Eyler İse Mahrumiyetle Muâtab Olunur. 31

96.  Her Kim Ki Kendi Tarafından Tamam Olan Şeyi Nakza Say Ederse Sayi Merduttur. 31

97.  Hak Muhteremdir Ve Korunması Vacibdir. 31

98.  Mubah İle Herkes İntifa Edebilir. 31

99.  Herkes Kendi Mülkünde İstediği Gibi Tasarruf Eder. 31

100. Zahir Olan Sözlerin Te'vil Ve Tefsire İhtiyacı Yoktur. 31

101.  Vefatla Zimmet Zail Olur. 31

102.  Bir Özür İçin Caiz Olan Şey O Özrün Ortadan Kalkmasıyla Hükümsüz Olur. 31

Literatür/Fıkhı Kaideler: 32

 

FIKHÎ KAİDELER

 

1. «Bir İşten Maksat Ne İse Hüküm Ona Göredir.»

 

Açıklaması:

— Bir iş üzerine terettüp edecek hüküm; o işten maksad ne ise ona göre olur. Meselâ :

a) Bir şey hem helâllik hem de haramlık vasfını taşıyorsa bunlardan hangisi kastedilerek işlenmişse, ona göre hüküm alır. Yerde bulunan bir eşyayı, sahibini bulup vermek için almak helâldir. Kendine mal etmek için almak haramdır.

b) Kurulan çadıra bir av hayvanı takılıp kalırsa, bakılır: Eğer çadır bu maksatla kurulmuşsa, takılan hayvan çadır sa­hibinin olur; bu maksadla değilse ona sahip olamaz.[1]

 

2. Akidlerde İtibar Maksad Ve Mânayadır; Elfaz Ve Mebâniye Değildir.

 

Yapılan bir akidde ,kasdedilen mânâ başka, lâfız da baş­ka olursa, itibar mânayadır. Meselâ:

a) Beş gram altını 4,5 gram altınla değiştirme muamelesi «beyi' aiım-satım» ismi altında cereyan etse bile bu, mânâ yö­nünden «ribâ-fâiz» muamelesine girdiğinden caiz değildir.

b) Vefâen beyi'de «rehin» hükmü câri olur. Çünkü, bir malı kararlaştırılan şartlara göre semen ve mebi' (malın değeri olan para ve satışı yapılan mal) tekrar iade edilmek üzere sa­tışını yapmaya, her ne kadar lâfız yönünden «bey'i bi'1-vefâ» de­niliyorsa da, mâna yönünden «rehin» muamelesine girdiği için, bunda rehin hükmü câridir. Bir nev'i ipotek olup borcu te'mi-nata bağlamaktır. [2]

 

3. Yakın   (Kesinlik İfade Eden Şey) Şüphe İle Zail Olmaz.

 

Meselâ:

— (A)nın (B) üzerinde 1000 lira alacağı var. (B) bu bor­cu (A) ya ödediğine dair hüccet ve delil gösteriyor. <"A) da hâlâ 1000 lira (B)'de alacağı olduğuna hücvet ve delil gösteri­yor. Bu durumda (A)nın delili, bu alacağının diğer 1000 lira alacağını (B) Ödedikten sonra yenilendiğini beyyine ile isbat etmedikçe kabul olunmaz. Çünkü, Beyyine huccet-i kaviye de­mektir ki, şehadet ikrar ve yeminden nükûle şâmildir. (B) nin bu borcu ödediğini delile dayanarak söylemesi yakîn (kesin bilgi) ifade eder. (A) nın iddiası ise, her ne kadar delile dayan­sa da şüphe ifâde eder. [3]

 

4. Bir Şeyin Bulunduğu Hal Üzere Kalması Asıldır.

 

Bir şey bulunduğu, tesbit edildiği zamanda ne hal üzere ise, aksine bir delil sabit olmadıkça, o hal üzere kalması, deği­şikliğe uğramaması asıldır; ona göre hüküm verilir.

Bilindiği gibi, eşya zamanla değişir, değişikliğe uğrayabi lir. Her değişmeği bir hâdise meydana getirir. Fakat bir şey'in bulunduğu hal üzere kalması muhakkak, değişime uğraması ise muhtemeldir. Bu bakımdan muhakkak olan hal, muhtemel olan hâle nazaran önde gelir.

Meselâ:

a) Bir şahıs uzun müddet kaybolur; sağ veva ölü olduğuna dair kesin bir bilgi elde edilmezse,  Hanefîlere göre 90 yaşı­nı bitirinceye kadar  onun sağ bulunduğuna hükmedilir ve buna göre mîras ve bâzı hususlar da dikkate alınır.

b) Evin bir kısmı satıldıktan sonra, biri o kısma şerik (ortak) olduğunu iddia ederek şuf'a talebinde bulunur, müşte­ri de elinde satın aldığı kısım hakkındaki bu iddiayı inkâr vercd ederse, müşterinin sözü asıl olarak kabul olunur; şuf'a id­diası ise ancak delil ve hüccet ile sübut bulur. Çünkü burada asıl olan satılan kısmında başkasının şüf'adar olmamasıdır ve böylece o, bulunduğu hal üzere kalır. [4]

 

5. Kadîm Kademi Üzere Terk Olunur.

 

Çünkü bu hususta asıî olan bir şey'i bulunduğu hal üzcic bırakmaktır.

Bir şey'in ötedenberi devam edegeldiği hal, onun o hal ü/.e-re meşruiyetine delil sayılır. Zira bu kaide esas tutulmayacak olursa, birçok tarihî kıymetler bulunduğu hal üzere bırakılma­ma ve böylece asliyetini kaybetme tehlikesiyle başbaşa kalır.

Meselâ:

a) Vakıf olduğu bilinen, fakat vakfiyesi ve vakıf şartı tes-bit edilmiyen bir vakfın gailesi (geliri) ötedenberi nereye sar-fediliyor ve nasıl kullanılıyorsa öylece dokunulmadan devam eder; dokunulmaz.

b) Tarla sahibi Ötedenberi tarlasının içinden geçen yol ve­ya suyu kaldırmak istese veya yoldan ve sudan istifade eden­lere mâni' olmak istese, bakılır: Eğer Ötedenberi bunun böyle devam edip geldiği isbat edilirse, kademi üzere kalır; tarîa sa­hibinin müdahalesi men'edilir. [5]

 

6. Zarar Kadîm Olmaz.

 

Genel olarak zararlı bilinen şeylerin işlenip yapılmasına cevaz verilmez. Bu, hemen hemen her devir ve idare sistemin­de böyledir. Müstesna olarak, böyle bir şey'e müsamaha edil­miş veya yapılırken görülmemişse, umumî kaideyi bozmıyaca-ğından kademine bakılmaksızın kaldırılır.

Meselâ:

a) Birine ait ağaç yola sarkmış, gelip geçenlere zarar veri­yorsa, bu ağaç bir asır önce bile buraya dikildiği isbat edilse bile, kesilir. Çünkü zarar kadîm olamaz.

b) Bir evin lâğım veya mutfak sujoı sokağa açıktan akıyor; gelip geçenlere zarar veriyor, komşuların sıhhatim bozuyorsa, ev yapıldı yapılalı bu.suyun sokağa aktığı isbat edilse bile, der­hal kaldırılır. [6]

 

7. Beraati Zimmet Asıldır.

 

Suç sonradan işlenir. İnsan önce suçlu değildir; sonra bir sebeb ve fiilden dolayı suçlu olabilir. Meselâ:

a) Hırsızlık suçu iddiasiyle hâkimin   huzuruna   çıkarılan kimse hakkında ilk düşünülen husus, hırsız olmamasıdır. Hır­sız olduğu beyyine ile isbat edilmedikçe suçsuz olduğu kanaa-tına varılarak serbest bırakılır. Çünkü berâet-i zimmet asıldır.

b) Bir kimse bir diğerinin malını telef eder de o malın miktarında ihtilâfa düşerlerse, mal sahibi iddia ettiği fazlalığı isbat edemediği takdirde, söz, o malı telef edenindir. Yani onun sözü kabul edilip hüküm verilir. [7]

 

8. Arızî Sıfatlarda Aslolan Ademdir.

 

Genel olarak sıfat ikiye ayrılır: biri aslî ,diğeri arızî. Aslî olan sıfat hayat, bekâret gibi mevsufla birlikte var olan şey-ierdir. Arızî olan sıfat, mevsufla birlikte var olmayıp sonradan   ölüm, hastalık, dulluk gibi  arız ola şeylerdir.

Meselâ:

a) Müdârebe şirketinde kâr sağlanıp sağlanmadığı ihtilâf konusu olursa, ademi (kâr sağlanmadığı) asıl olduğuna göre söz müdâribindir; sermaye sahibi ise kâr sağlandığım isbata muhtaç olur.

b) Öîen kimsenin vârisleri, (meselâ oğulları) babamız şu yerdeki tarlayı, (A) ya, şuuruna sahip olmadığı bir zamanda satmıştır, diye davacı olsalar, (A) da bunun aksini (yâni şuuru yerindeyken sattı) iddia etse, beyyine davacıya aittir. Çünkü asıl olan şuurlu bir halde satışın yapılmasıdır. Bunama ve gay­ri şuurî hal, hareket ve sözler arızîdir. [8]

 

9. Bir Zamanda Sabit Olan Şeyin Hilâfına Delil Olmadıkça Bakasiyl Hükmolunur.

 

Az yukarıda da belirtildiği gibi kadîm kıdemi üzere terk olunur. Çünkü bu hususta aslolan, bir şey'i bulunduğu hal üze­re bırakmaktır.

Meselâ:

a) Bir zamanda bir yerin (A) ye ait olduğu, onun mülkiye­ti altında bulunduğu sabit olduğu takdirde, mülkiyeti izâle eder bir hal sübut bulmadıkça o yerin ötedenberi mülkiyeti altında bulunduran (A) ya ait olduğuyla hükmolunur.

b) Bir kadının ölen (B)ye vâris olduğunu iddia edip da­vacı olması halinde bakılır:

Kadın (B) nin nikâhlı karısı ise, onu boşadığma dair bey-yine olmadıkça, iddiası kabul edilip (B) ye varis olacağına hük­medilir. [9]

 

10. Yeni Meydana Gelen Bir Olayın Hâle (Şimdiki Zamana) En Yakın Vakte İzafesi Asıldır.

 

Sonradan meydana gelen bir olayın ne zaman meydana gel­diğinde ihtilâf edilirse, uzak bir zamanda vuku' bulduğu isbat edilmezse, şimdiki zamana en yakın olan vakte izafe olunarak hükme bağlanır.

Meselâ:

a) Ahm-satımda akid yapılırken alıcı için (hiyâr-ı Şart)a (Pişman olma müddeti) yer verilir ve sonra bu akdi alıcı boz­mak ister de hiyar-ı şartın müddetinin bitip bitmediğinde ihti­lâfa düşerlerse, fesh zamanı hâle en yakın olan vakte izafe edi­lir ve muhayyer olan alıcıya (ki bunun muayyen müddeti için­de feshettiğini iddia ediyordu) beyyine düşer.

b) (A) ölmeden Önce (B) benim vârisimdir diye ikrarda bulunur ve sonra ölürse, (B) ile (A) nın vârisleri bu ikrarın sıhhatli iken mi, yoksa ölüm hastalığında mı edildiği üzerinde ihtilâfa düşerlerse, burada vârislerin sözüne itibar edilir; bey-yine de (B) ye düşer. [10]

 

11. Kelâmda Aslolan Mâna-Yı Hakîkîdir.

 

Kelimenin delâlet ettiği hakikî mânaya göre hükme varı­lır; karine olmadıkça mecâz-ı mânaya veya tağlîb kaidesine gö­re mâna çıkarmaya gidilmez.

Meselâ :

a) Bir kimse oğlu için birşeyler vasiyet ederse, oğlunun oğlu buna girmez. Çünkü kelimenin hakikî mânası oğlu ifâde ediyor; torunu değil.

b)  (A) Şu kadar malımı evlâdıma   vakfettim»   dedikten sonra ölürse, (A) nın erkek ve kız bütün çocukları buna girer, çünkü örf en «evlâd» kelimesi umumiyetle erkek ve kız çocuk­larına delâlet eder; yâni mâna-yı hakikîsi budur. [11]

 

12. Sarahat Karşısında Delâlete İtibar Yoktur.

 

Sözle bir şeyi irâde etmek sarahattir. Fiil veya sükût ile irâde etmek, delâlettir. Bir hususun yapılmasında sarahatle de­lâlet arasında ihtilâf vuku bulursa, sarahatle amel edilir. Çün­kü delâlet sarahat gibi kesinlik ifâde etmez.

Meselâ;

a) Bir evde misafir olarak bulunan topluluktan biri fculun-duğu evin aynasını alır bakar, sonra diğer birine verir, der­ken ara yerde kırılırsa, hiç birisi buna zâmin olmaz. Çünkü bu gibi hallerde delâleten müsaade vardır. Ama ev sahibi mevcut hiç bir eşyaya dokunmayın veya aynaya falan dokunmayın de­miş olsaydı, o zaman delâletin hükmü kalmaz, sarih beyanla amel edilir ve aynayı kıranlar zâmin olurlardı.

b) Üçüncü bir şahıs (B) nin nam u hesabına fuzûlî olarak bir mal satın alır, (B) de bu malın kendisine teslimini arzu ederse, bu akde (alım-satıma) delâleten izin vermiş sayılır. Ama (B) kendi namına satın alınan malın reddini emrettikten sonra kendisine teslimini irâde ederse red emri sarahat, teslim etme iradesi ise delâlet ifâde ettiğinden, red emri ile amel olu­nur. [12]

 

13. Mevrid-i Nasd A İçtihada Mesağ Yoktur.

 

Yâni bir mes'ele hakkında âvet veya hadîste kat'î bir be­yân varsa, bu o mes'ele hakkında bir nass sayılacağından artık o mes'ele hakkında içtihada cevaz yoktur. Çünkü ictihad an­cak kesin ve sarih olmayan mes'elelerde şâriin muradını arayıp bulmak için meşru'dur.

Meselâ:

a) Hâkim, boğazlanırken besmelenin kasden terkedildiği bir havvanın etinin satışına ve yenilmesine cevaz verecek olur­ca,.  her ne kadar Şafiî mezhebinde buna    cevaz verilmişse de   hâkimin bu hükmü infaz edilmez.

b) Yine Hâkim, davacıyla dâvâlı arasındaki ihtilâfı halle­derken, davacı, dâvâlıda 1000 lira alacağı olduğunu iddia edi­yor; davalı da bunu inkâr ediyor. Hâkim davacıya yemin, dâ­vâlıya da beyyine teklif ederse, böyle bir içtihadın hiç bir şer'î kıymeti yoktur. Çünkü Mütevâtir'hadîste: «Beyyine müddeîye aittir; yemin de münkir üzerinedir» buyurulmuştur ki bu bir nassdir. Artık buna karşı içtihada cevaz olmaz. [13]

 

14. Kıyasa Aykırı Olarak Sabit Olan Şey Başka Şeye Makîsün Aleyh Olamaz.

 

Genel kaideye aykırı olarak sabit olan şey, istisna teşkil edeceğinden başka şey'e makîsün aleyh olamaz. Yâni başka şey ona kıyas edilemez.

Meselâ :

a) Hazret-i Peygamber (S.A.V.)in yalnız olarak Hüzeyme (R.A.)nin şehâdetini kabul buyurması ve: «Hüzeyme kime şâ-hid olursa bu ona kâfidir!» ilâve etmesi gibi. Çünkü genel kai­de «iki erkek şâhid» dinletmektir. Kur'ân'da sarîh beyân var­dır. O halde Hüzeyme'nin yaptığı şahitliğin kabul edilmesi is­tisna teşkil eder; başkası ona kıyas edilemez.

b) Müslüman erkekler ancak hür kadınlardan 4 tane ile evlenebilirler. Kur'ânda bu kesin olarak tahdit edilmiştir. De­mek ki genel kaide budur. Ama Hz. Peygamber'in 9 kadınla ev­lenmesi istisna teşkil eder, başkası ona kıyasla 4'ten fazla ka­dınla evlenemez. [14]

 

15. İctihadla İctihad Nakz Olunmaz.

 

Yâni ictihad etme seviyesinde olan bir müctehidin bir me­sele hakkındaki içtihadım, diğer bir müctehidin içtihadı boza­maz. Bu icmâ ile sabit olmuştur. Nitekim Ebûbekir (R.A.) bâ­zı mes'elelerde ictihadda bulunup hükümler vermiştir. Hz. Ömer ona o hükümlerde muhalefet etmiştir.

Bunun gibi müctehid bir mes'ele hakkında hüküm verir, sonra bu husustaki içtihadını değiştirecek olursa, evvelki ic-tihadiyle verilen hüküm bozulmaz. [15]

 

16. Meşakkat Kolaylığı Celbeder.

 

Güçlük kolaylığa, sıkıntı genişliğe yol açar: Darlık vaktin­de genişlik gösterilmek gerekir. Faizsiz ödeme, havale, hicir gibi birçok fıkhı mes'eleler bu asıl kaideye göre hükme bağ­lanır.

Kolaylığı celbeden meşakkatin tahfif sebebleri yedidir :

1. Yolculuk..

2, Hastalık..

3, İkrah (Zorlama)

4. Bilgisizlik..

5. Güçlük..

6. Umumî belvâ..

7. Nakız. Meselâ:

a) Selem usûlü. (Aiım-Satımda mebiin mevcut olması ik­tiza ederken, para sıkıntısı çeken kimsenin ileride elde edeceği malı şimdiden satıp bedeli olan parayı alması caiz görülmüş­tür.) Bu bir nevi ihtiyaç karşısında ruhsat olmuş oluyor[16]

 

17.  Bir İş Daralınca Genişlemeye Yüz Tutar.

 

Şöyle ki; bir işte darlık ve meşakkat görülünce, genişlik ve ruhsat gösterilir. Bâzıları bu hususta şöyle bir kaide zikre­der: «Bir iş daralıp sıkışınca genişler.. Bir iş fazla genişleyince de daralır..»

Gerçi bu kaide yukarıdaki kaideden çıkarılmıştır; fakat arada bir takım ince farklar vardır. Meselâ:

a) Borçlu belirtilen vakitte borcunu ödiyemez de sıkıntı­ya düşerse, ona borcu ödiyebilecek kadar geniş bir müddet ve­rilir..

b) Nafaka vermekle yükümlü tutulan kimsenin malî du­rumu bozulur; tâyin edilen miktarı ödemekten âciz kalırsa, kudretine göre bir imkân tanınır. [17]

 

18. Zarar Ve Mukabele-i Bizzarar Yoktur.

 

Başlangıçta başkasına zarar verilmiyeceği gibi zarara za­rarla karşılıkta bulunmak da yasaktır. O halde zarar; zarar ver-miyecek bir şekilde giderilir.

Meselâ:

a) Ev komşusu, kendi evinin çatısını tamir ederken biti­şiğindeki başkasına ait evin çatısını tahrib eder veya kiremitle­rini kıracak olursa, bu bir zarardır; yapılmamalıydı. Ama ka­zara veya cehâleten olduğuna göre bu zarara zararla mukabele edilmez  Ancak mevcut zararın telâfisi cihetine gidilir.

b) Umuma ait yoldan herkes geçebilir. Ama birisinin baş­kasının geçeceğine engel olacak şekilde bir yüklü arabayı geti­rip yolun ortasına bırakması yasaktır.. Bu vaziyete başkası da karşılık olsun diye onun yolunu kapamaz. [18]

 

19. Zarar İzâle Olunur.

 

Bu kaide yukarıdaki kaidenin sonucu mahiyetindedir. Çün­kü zarara zarar ile mukabele edilmiyeceğine göre, mevcut za­rarı gidermek gerektir. Hazret-i Peygamber (S.A.V.) :

buvurmustur, vâni  kişi kardeşine ne başlangıçta zarar verir, ne de onun zararına kar­şılık bir zarar verir...

Fıkhın birçok babları   bu   kaide   üzerine   kurulmuştur: Ayıplı malı reddetmek, pişmanlık, şüPa, kısas, hudut, keffaret V.S.

Meselâ:

Zarar mümkünse aynen, değilse karşılığı ödettirilerek gi­derilir..

a) Zor ve zulümle alınan bir malın, aynı muhafaza edili­yorsa aynen sahibine iade ettirilir; bu surette, o malı zorla zim­metine geçiren, «ben onun kıymetini vereyim» diyemez. Aynı muhafaza edilmiyorsa yâni telef olmuş veya itlaf edilmiş ise,, misli varsa misliyle, değilse kıymetiyle ödenir.

b) Üzerine su bırakmak suretiyle tahrip edilip kullanılmaz hale getirilen bir tarlada, zararı misliyle ödemek mümkün ol­madığında bedeli cihetine gidilir. [19]

 

20. Zaruretler Mahzurlu Şeyleri Mubah Kılar.

 

îslâmda zaruretler tahdit edilmiştir.. Haramla karşı kar­şıya gelen kimse bu tahdit çerçevesine giriyorsa, onu ihtiyaç nisbetinde kullanabilir; aksi halde caiz değildir.

Meselâ:

a)  Kıtlık yıllarında Ölmüş bir hayvanın elinden başka yi­yecek bir şey bulunmaz da adam açlıktan ölmek   tehlikesiyle karşı karşıya kalırsa, Ölmiyecek kadar o etten yiyebilir. Bunun gibi susuzluktan ölüm tehlikesiyle karşılaşırsa, ölmiyecek ka­dar şarap içebilir.

b)  Silâh tehdidiyle, ölüm tehdidiyle küfre zorlanan kim­se, kalben mü'min olduğu halde elfaz-ı küfürden birini söyliye-bilir.

Veya bir kimse, tehdit ve cebir ile diğer bir kimsenin ma­lım itlaf etse, bu işe zorlanan kimse mes'ul tutulmaz. Çünkü arada cebir vardır; zarurî olarak bu yola tevessü! edilmiştir.

c)  Açlıktan  ölüm tehlikesi geçiren kimse, başkasına ait olup sahibinin müsaadesini almadan   ileride bedelini öde­mek niyetiyle malından öîmiyecek kadar alıp yiyebilir. [20]

 

21. Zaruretler Kendi Miktarınca Takdir Olunur.

 

Bu kaide yukarıdaki kaidenin tamamlayıcısı mahiyetinde­dir. İşaret edildiği gibi, zarurî bir sebeble mubah olan şey arı-cak zaruret miktarınca mubah olur; fazlası mubah olmaz. Çün­kü haramı mubah kılan cevaz illeti, zaruret miktarıyla kalk­mış olur; fazlası ise zarûretsiz alınmış olur.

Meselâ:

a)  Soğuktan donmak üzere bulunan bir kimse, tehlikeyi

atlatacak miktarda başkasına ait odun veya yakıttan  ileride bedelini Ödemek niyetiyle  kullanabilir; fazlası ise haramdır.

b)  Yukarıdaki kaidede geçen  misallerden ikisi buna da misâl olur. [21] .

 

22. Bir Özür İçin Caiz Olan Şey, O Özrün Zeva Liyle Bâtıl Olur,  (Hükümsüz Kalır),

 

Önce caiz olmıyan, fakat bir özürden dolayı caiz olan şey, mevcut özrün ortadan kalkmasıyla hükümsüz kalır. Meselâ :

a) Vücudundaki bir hastalıktan dolayı su kullanamayan kimse, bu özründen dolayı teyemmüm eder.. Ama mevcud has­talığın giderilmesiyle özür kalkmış olacağından artık su ile ab-dest alınır;  teyemmüm edilmez.

Bunun gibi suyu kullanmaya sıhhati müsaid olmakla be­raber su bulamıyan kimse bu özründen dolayı teyemmüm eder. Su bulununca da teyemmüm hükümsüz kalır. -

b) Şahitlik üzerine şahitlik.. Asıl şâhid hasta olur veya se­ferde bulunursa, bir özre mebni şehâdet üzerine şehâdet caiz olur. Ama asıl olan şâhid iyileşir veya seferden dönerse, o Za-man fer'in yâni asıl olmayan şahidin şehâdeti bâtıl olur. [22]

 

23. Mâni' Zail Oldukta Memnît Avdet Eder.

 

Bir şey'in sıhhat ve cevazına mâni teşkil eden şey zail ol­dukta, memnu' (men'olunan şey) avdet eder. Meselâ:

a)  İki kız kardeşi bir kişi nikâhı altında bulunduramaz. Şöyle ki (A) ile (B) kız kardeştirler. (C), (A) ile (B) den biri­siyle evlenebilir. Bu caizdir.. Fakat hangisiyle evlenirse, diğer muvakkaten kendisine haram olur. Farzedelimvkif (C) (A) ile evlendi, bu takdirde, (A), (C) nin  (B) ile evlenmesine mâni teşkil eder. (A) ölecek olursa (C), (B) ile evlenebilir. Çünkü mâni zail olmuştur.

b) Satm alman bir malda eski aybından başka yeni bir ayıp meydana gelirse artık o malı eski aybından dolayı reddet­mek caiz olmaz. Ancak yeni ayıp kendiliğinden veya bir mü­dahale ile giderilirse, o takdirde «mâni' kalktığı için memnu' avdet eder» kaidesince iadesi caiz olur[23]

 

24. Bir Zarar Kendi Misliyle İzale Olunmaz.

 

Zarar ne kendisinden büyük bir zararla, ne de kendisine müsavi olacak bir zararla gidcrilmez. Belki, kendisinden hafif bir zararla giderilmeye çalışılır.

  «İki serden en hafif olanı ihtiyar olunur.»

  «Büyük zarar, hafif bîr zararla giderilir.» Kaideleri bunu açıklar..

Meselâ:

a) Mevcut bir dükkânın yanında veya karşısında başka bir dükkân açılır ve bu sebeple ilk dükkânın alış-verişinde bir azal­ma ve kesad başlar da sahibi zarara girdiğini beyânla açılan dükkânın kapatılmasını isterse, bu dâva reddolunur ve ikinci dükkân kapatılmaz.

b)  Açlıktan ölüm derecesine   gelen bir    kimse, diğerini ölümden kurtaracak kadar mevcut    yiyeceğini alıp    yiyemez. Çünkü zarar, kendi misliyle izâle olunmaz. [24]

 

25. Zararı Âmmı Defi' İçin Zararı Hass İhtiyar Olunur.

 

Bu kaide, yukarıdaki kaideyle birleşir ve onu açıklar ma­hiyettedir. Demekki, umuma zarar veren bir şey'i  şahsın za­rarına da olsa gidermek lâzımdır.

Meselâ :

a) Birinin evinin balkonu veya duvarı umuma ait yolu daraltıyor, gelip geçenlere zarar veriyorsa, onu yıkıp kaldır­mak  şahsın zararına da olsa   vâcibdir.

b) Fahiş fiatla satılan bir mala rayiç koymak, yâni satış fiatmı tahdit etmek  her ne kadar satıcının zararmaysa da, umumun menfaatini dikkate almak bakımından  gerekir. [25]

 

26.  Zararı Eşed, Zararı Ahaf İle İzale Olunur.

 

Bu kaide de 23. maddede geçen kaideyi açıklar mahiyette­dir. Büyük ve daha tehlikeli zarar daha hafif olan zararla gide­rilmeye çalışılır..

Meselâ :

a) Borcunu ödem iyen veya vâcib olan nafakayı vermiyen kimse,   ödeme imkânına sahipse 

b) Bir tavuk kıymetli bir taş yutacak olursa bakılır; han­gisinin kıymeti fazlaysa, fazla kıymette olanın sahibi, az kıy­metle olana zarar nisbetini öder. [26]

 

27. İki Fesad Taarüz Ettikde Ahaffini İrtikâb İle Azaminin Çaresine Bakılır.

 

Fesadı gerektiren iki şey gelip çatıştığında, zararı az olan dikkate alınıp en hafifi sayılarak alınır.. Meselâ birbirine eşit iki belâ ile karşı karşıya gelen kimse bu ikisinden dilediğini se­çip kabullenir. Eşit olmadığ takdirde ise en hafif olanını alır.

Meselâ:

a) Başında yara bulunan kimse bu vaziyette secde edecek olursa, yarası akıntı yapıp tehlike arzederse, baş işaretiyle sec­deleri yerine getirir; fakat namazı terketmez. Çünkü secdeyi lerketmek, namazı terketmekten daha hafiftir. Nitekim hay­van üzerinde işaretle secde edilir; ama abdestsiz namaz kılın­maz. [27]

 

28.  İki Şerden Ehven Olanı İhtiyar Olunur.

 

Bu kaide, yukarıdaki kaideye yakındır.. Zarar ve şerri ge­rektiren iki hâdise birden gelip çatarsa en kolay ve zararı az olan tercih edilir..

Meselâ:

a) Bir koçun başı kazara bir küpe girip çıkarılması mümkün olmazsa bakılır: hangisinin kıymet ve zararı daha azsa o ihti­yar edilir: Koyunun kıymeti küpünkünden daha fazlaysa küp kırılır ve kıymeti sahibine ödenir. Küpün kıymeti daha fazlay­sa koç boğazlanır ve kıymeti sahibine ödenir. [28]

 

29.  Def'i Mefâsid, Celb-i Menfaatten Evlâdır.

 

Bir şeyde hem zaar, hem de fayda birleşecek olursa, o fayda için mevcud zarar irtikâb edilmez. Bu bakımdan zararı def etmek evlâ olur. Çünkü şeriatın menhiyatı gidermede gös­terdiği hassasiyet ve îtina, meşru' şeylere karşı gösterilme­miştir.

Meselâ:

a) Cünüplükten dolayı kadına gusül gerektiğinde erkekle­rin göremiyeceği bir yer bulamazsa yıkanmak için guslü gecik­tirir. Çünkü yıkanmak faydalıysa da erkeklerin bir kadım çıp­lak görmesi zararlıdır.

b) Bir kimse mülkinde istediği gibi tasarruf edebilir, baş­kasına zarar vermediği müddetçe..

O halde mülkinde tasarrufundan dolayı başkasına açıktan açığa zarar verecek olursa, bu tasarruftan men'edilir. [29]

 

30.  Zarar İmkân Nisbetinde Giderilir.

 

Meselâ :

a) Az yukarıda da geçtiği gibi imkânı olduğu halde çocu­ğuna nafaka vermiyen bir baba hapsolunur..

b) Hazret-i Peygamber (S.A.V.) «Müslümanlara karşı kılıç çeken kimsenin kanı helâl olur.» buyurmuştur. Çünkü o kim­se tuğvan edip mütecaviz hale gelmiş olduğundan bu zararı ancak vücudunu ortadan kaldırmakla gidermek ve ikinci bir kimsenin böyle bir tuğyana tevessül etmemesini sağlamaktır. [30]

 

31. Hacet Umumi Olsun, Hususi Olsun Zaruret Menzilesine Tenzil Olunur.

 

Fert ve cemiyetin ihtiyacını karşılamak gerekiyorsa bu ih­tiyaç zaruret gibi kabul edilip memnuiyet kalkar ve böyle bir ihtiyaç karşısında kıyas terkedilir.

a) «Bey'ün bil-vefâ»ya   cevaz verilmesi   bu kabildendir.. Buhara halkında borç alıp verme muamelesi çoğalınca görü­len ihtiyaç üzerine bu muameleye cevaz verilmiştir.

b) Bunun gibi kıyas hilâfına seleme de cevaz verilmiştir.. Çünkü alım-satımda mâdumun (henüz mevcud olmıyan şey'in) bey'i yapılamaz. Fakat ihtiyaç bu kıyasın hilâfına cevaz verme­yi gerektirmiştir.

c) Akde giren yararlanma nisbeti belli olmamakla bera­ber hamamda yıkanmak, halkın ihtiyacına mebni tecvîz edil­miştir. Bu, kıyasa aykırıdır. Çünkü ücret belli olmakla beraber menfaat belli değildir. Hamama giren kimsenin ne kadar kala­cağı, ne kadar su sarfedeceği meçhuldür. [31]

 

32.  İztirar Gayrin Hakkını İbtal Etmez.

 

Zarurât, mahzuratı mubah kılar kaidesini tavzih eder ma­hiyettedir.. Aç kalıp ölüm derecesine gelen bir kimse başkası­na ait ekmekten yiyecek olursa, bilâhare onun kıymetini öde­mesi gerekir. Çünkü o ekmekten yemesi her ne kadar zarurî ise de, bu zaruret başkasının hakkını ibtâl etmez. Bu bakım­dan yer ve fakat bedelini Öder. [32]

 

33.  Alınması Yasak (Haram) Olan Şey'in Verilmesi De Yasaktır.

 

Bir şey'in alınması haram kılınmışsa, o takdirde verilme­si de haramdır.

a) Rüşvet (bunu almak haramdır; o halde vermek de ha­ramdır.)

b) Ribâ (bunu almak haramdır; o halde vermek de ha­ramdır.)

Bunlar gibi daha birçok misâller vardır.. [33]

 

34.  İşlenmesi Yasak Olan Şeyin İstenmesi De Yasaktır.

 

Bu (İşlenmesi haram olan şey'in istenmesi de haramdır kaidesine yakındır.)

Meselâ:

a)  Uyuşturucu madde kullanmak haramdır. O halde bu maddenin kullanılmasını istemek de haramdır.

b)  Adam öldürme fiili haramdır; başkasının bunu işleme­sini istemek de haramdır.

c)  Zina etmek haramdır; o halde başkasının da zina işle­mesini istemek haramdır. [34]

 

35.  Âdet Muharremdir[35]:

 

Örf ve âdet, umumun yararına ise, muteberdir.. Çünkü Hazıet-i Peygamber (S.A.V.) «Mü'minlerin iyi ve gibzel görüp kabul ettiği şey, Allah katında da iyidir..» buyurmuştur.

Meselâ:

a) Birisi: «Vallahi ayağımı falan adamın evine koymam» diye yemin ederse, bundan o eve girmiyeceği mânası anlaşılır. Çünkü bu tâbir âdet hâline gelmiştir. Sadece ayağını koymak mânası ise âdete uygun değildir.

b) Bir işte çalıştırmak üzere tutulan amele, aralarında hu­susî bir anlaşma yapılmamışsa  O beldede işçi sınıfının kaç saat çalışması âdet ise o da o kadar çalışır. [36]

 

36: Nâsın İstimali Bir Hüccettir Ki, Onunla Amel Vâcib Olur.

 

Bu kaide, yukarıdaki kaidenin açıklaması veyahut mütem­mimi mahiyetindedir. Halkın bir mes'eîe hakkındaki örf ve âdeti. nüsûsun zahirine muhalif değilse delil olarak ka­bul edilir. Çünkü fıkıhta birçok mes'elelerde örf ve âdete rü-cû' edilir;

Meselâ:

a)  Akar suyun haddi ve miktarı, halkın bu husustaki te­lâkkisine göre tâyin edilir.

b)  Bir kuyuya düşen koyun dışkısının azlık ve çokluğu, bu hususla ilgili şahısların görüşüne göre takdir edilir.. Çünkü az bir şey kabul edilirse suyu necis etmez; çok olarak kabul edilirse suyu necis eder.

Ama bir şey'in meselâ, ölçüye ve tartıya girdiği nass ile sabit olmuşsa artık o şey hakkında nâsın örf ve âdetine itibar edilmez. Şöyle ki: Buğday ve arpa ölçeğe, altın ve gümüşün tar­tıya girdiği meşhur Hadîs-i şeriflerle sabit olmuştur. O halde halkın bu nassın hilâfına olan örf ve âdetine itibar edilmez. [37]

 

37. Âdeten Mümteni' Olan Şey, Hakikaten Mümteni' Gibidir..

 

Meselâ :

a) (A) mn (B) ye 1000 lira borçlu olduğunu ikrar etmesi, yalan bile olsa hakikat olarak kabul edilir. Çünkü bir kimse­nin yalan yere bir başkasına borçlu olduğunu ikrar etmesi âde-ten mümteni'dir. Öyle ise böyle bir ikrar   hakikat gibi kabul edilir.

b) Nesebi belli olan (A) için, (B), bu benim oğlumdur, derse bu âdeten mümteni' olduğundan hakikaten mümteni' gi­bidir.

c) Çok fakir olan (A) mn (B) ye bir milyon ödünç para veya mal verdiğini iddia etmesi de âdeten mümteni'dir. [38]

 

38. Zamanın Değişmesiyle Ahkamın Değişmesi İnkâr Olunmaz.

 

Bu, örf ve âdete dayanan hükümler   hakkındadır; yoksa iki ana kaynağın temel hükümleriyle ilgili değildir.

a) Camilerin kapısının dâima cemaate açık bulundurul­ması, hem sünnet, hem de içinde kıymetli eşya bulunmadığın­da sünnet idi, bulunduğu zaman ise bir âdet-i müstahscne idî. Hırsızlık olayları tehlikeli bir hal alınca, namaz vakitleri dışın­da kapanmasına cevaz verilmiştir.

b) Bir beldede Câmi-i Şerife gönderilen mum yakıldıktan sonra geriye kalan yarısını veya üçte birini o camiin imam ve müezzininin alıp kendi ihtiyacında kullanması âdet olduğu hal­de, sonraları câmi'e getirilen mum ve sair aydınlatma araçları sadece câmi'de kullanılır,   kaydına   bağlanıyorsa, o   takdirde imam ve müezzin, getiren kimseden izin almadan onu kendi ihtiyacında kullanamaz.. [39]

 

39. Âdetin Delaletiyle Hakikî Mâna Terk Olunur...

 

Bir cümleden anlaşılan hakikî mâna, bâzan âdetin delale­tiyle terkedilip hükme bağlanmaz.

Meselâ:

a) Bir kimse et yemiyeceğine dair yemin ederse, ıztırar ha­linde domuz veya insan  eti yiyecek olursa yeminini bozmuş sayılmaz; çünkü âdet ve teamüle göre bunlar yenilen et guru­buna girmemektedir Âdeten bu ikisi de yenilmez.. (Bu, İma-meyne göredir).

b) Bir kimse, «Vallahi falan adamın eşiğine ayak basmı-yacağım» derse ve eşiğe ayak basmadan içeri girerse yine de ye­minini bozmuş olur. Çünkü her ne kadar hakikî mâna «Eşiğe ayak basmaksa da» örf ve âdete göre bununla o adamın evine girmiyeceği mânası kasdediliyor.. [40]

 

40. Adet Ancak Muttarid Yahut Gaalip Oldukta Muteber Olur.

 

Demek ki, her âdet muteber sayılmaz; ancak devam ede-gelen veya galip durumda olan âdetler muteber sayılır.

Meselâ :

a) Ahm-satımda altın lira üzerine pazarlık yapılırsa o bel­dede devam edegelen yahut ekseri kullanılan altın lira hangisi ise o itibar edilir.

b) Bir pazarda iki kişi alım-satım yaparken peşin veresi­ye diye bir şey beyân edilmezse, o beldede o mal hakkında câ­ri olan Örf ve âdete göre muamele edilir..

c) Tanesi 50 kuruştan bir miktar yumurta ısmarlanır ve yumurtanın gramajı belirtilmezse, o beldenin câri yahut galip olan âdeti itibar edilir. [41]

 

41. İtibar Galibi Şayiadır; Nadire Değildir.

 

Bu kaide yukarıdaki kaidenin tamamlayıcısı mahiyetinde­dir. Müstesna umumî kaideyi bozmıyacağı gibi, vukuu nâdir olan şey de galib-i şayi' olan şey hakkındaki hükmü bozmaz.

Meselâ:

a) Fazla geri zekâlı olup kendisini kontrol edemiyen (se­fih) kimse rüşde ermedikçe malında tasarruftan    men'edilir. Çünkü ekseri sefîh olanlar 15 yaşına girdikten    sonra az-çok kendilerini kontrol edebiliyorlar. Ama bir sefîh nadiren 15 ya­şına varmadan kendini kontrol edebilse de buna kıyasla hük­medilmez... Çünkü bu nâdirattandır, yok hükmünde sayılır.

b) Uzun yıllar kaybolan, nerede olduğu   bilinmeyen   bir kimsenin, bâzı fukahâya göre 90 yaşına kadar beklenir. Bu ya­şa eriştiği sabit olunca öldüğüne hükmedilir. Ama nadiren biri 100- 110 yaş da yaşamış olabilir; galib-i şayi' olan ömre te'sir etmez. [42]

 

42. Örfen Maruf Olan Şey Şart Kılınmış Gibidir.

 

Bir belde halkı arasında mûtad olunagelen şey «Örfen mâ­ruf» olduğundan şart kılınmış gibi hükme medar olur. Meselâ:

a) Kızım kocaya veren bir baba, onun için hazırlayıp ver­diği çehizi, bilâhare emaneten verdiğini iddia edecek olursa, bu hususta beldenin örfüne göre hükmedilir. O belde kıza verilen çehizi emanet olarak değil, mülk olarak veriyorsa, babanın bu husustaki iddiası reddedilir.

b) Bahçe veya tarlasına tuttuğu işçiye, yemek de verilip veriîmiyeceği, söz konusu edilmemişse de işçiler yemek de is-tiyecek olurlarsa bu hususta da o beldenin mâruf olan örfüne göre hareket edilir. [43]

 

43. Ticaret Erbabı Arasında Mâruf Olan Şey, Onlar Arasında Şart Kılınmış Gibidir.

 

Bu kaide yukarıdaki kaidenin  tamamlayıcısı mahiyetin­dedir. [44]

 

44. Örf İle Tayîn, Nass İle Tayın Gibidir.

 

Meselâ:

a) Hakkında nass bulunmayan bir şeyde örfe itibar edilir... Ölçü veya tartıya girdiği hakkında nass bulunmayan bir şey hakkında örfe göre muamele yapılır.

b) Çarşıdaki esnafın çoğu, çarşıyı   korumak için ücretle bekçi tutacak olurlarsa,  esnaftan bir kısmı buna muhalif kalsa bile  bekçi ücretini hepsi de bilâ istisna ödemek mec­buriyetindedir. [45]

 

45. Mâni Ve Muktazi Taaruz Ettikte Mâni' Takdim Olunur.

 

a) Bu kaideye göre, bir adam alacaklısı bulunan kimsenin eline rehîn bırakmış olduğu malım başkasına satamaz. Çünkü buna mâni' olan borçtur. Onu ödemedikçe veya mürtehin ica­zet vermedikçe satılması iktiza eden merhunu satamaz.

b) Müşterek (Ortak) bir malın hisse-i şayiasının ortak-dan başkasına îcârı doğru değildir. [46]

 

46. Vücudde Bir Şeye Tâbi' Olan Hükümde Dahi Ona Tâbi' Olur.

 

a) Gebe bulunan bir hayvan satıldığında karnındaki yav­rusu da ona tabi' olarak satılmış olur. Çünkü rahimdeki yav­ru vücudda anasına tâbidir; o halde satış hükmünde de ona tâ­bi olur.

b)  Bir arazi satıldığında, içinde bulunan ağaç ve su da ona tâbi olarak satılmış olur. Bunun gibi, rehin olarak verilen gebe bir hayvana veya ağaçlı bir arazij^e, doğan yavru ile mev­cut ağaçlar da dahildir, aynı hükme girer.[47]

 

47. Tabi' Olan Şeye Ayrıca Hüküm Verilmez.

 

a) Bu kaide yukarıdaki kaideyi açıklar mahiyettedir. Me­selâ: Bir hayvanın karnındaki yavrusu ayrıca satılmaz.

b) Bir evin kapı ve penceresi takılı olduğu halde ayrıca satılmaz. Satılan ev ile birlikte onlar da satılmış kabul edilir. Ama yavru doğduktan, kapı ve pencere söküldükten sonra satı­labilir; artık yavrusu anasına, kapı pencere de eve tâbi' değil­dir. [48]

 

48. Bir Şeye Mâlik Olan Kimse Onun Zaruriya-Tından Olan Şey'e De Mâlik Olur.

 

Meselâ:

a) Bir evi satın alan kimse o eve giden yola da mâlik olur. Çünkü yol evin zaruratmdan sayılır.

b) Yine bir evi satın alan kimse o evin önünde bulunan hela ve ağaca da mâlik olur. [49]

 

49. Asıl Sakıt Oldukta Feri De Sakıt Olur.

 

Meselâ:

a) Asıl borçlu bulunan kimse borcunu ödeyip kurtulunca onun kefili olan kimse de o borçtan kurtulmuş   olur.   Çünkü borçlu asıldır; kefil onun fer'idir. Asıl beri olunca fer'i de be­ri olur. Aksi değil.

b) Alacaklı alacağını tamamen alsa, yanında rehin bulu­nan şey'i elinde tutma hakkı kalkar. Çünkü rehin alacağa bağlı ve onun fer'i sayılır.[50]

 

50.  Sakıt Olan Şey Dönmez, Yani Giden Geri Gelmez.

 

Hukukan varlığı kalmıyan bir şey tekrar vücud bulmaz.. Ancak benzeri meydana getirilebilir.

Meselâ:

a) Vârisler, murisin yapmış olduğu üçte birden fazla va­siyetine rıza gösterdikten sonra bir daha dönemezler.

b) Necis olan az suyun üzerine akar su bırakılır da çoğa­lıp taşar ve tekrar azalırsa, artık bu su yine necis oldu, necis-Iiğe döndü denilmez. Çünkü çok suyun ona karışıp taşırmasiy-le temiz olmuvtu; azalmasıyla avnı temizJik devam eder; necis-liğe avdet etmez. [51]

 

51. Bir Şey Bâtıl Oldukta (Hükümsüz Kaldık­ta) Onun Zımnındaki Şey De Bâtıl Olur.

 

Bir şey ister aslen, ister vasfen gayr-i sahih bir durum alır­sa, onun zımnmdaki şey de gayr-i sahih olur.

Meselâ:

a)  (A), (B) ye, «Kanımı sana bin liraya sattım» dese (B) de bu sebeple vurup onu Öldürse, kısas lâzım gelir. Çünkü in­san karımı satmak gayr-i sahih olduğuna göre zımnmdaki rı­za ve teklif de bâtıl olmuş oluyor.

b)  Nikâhım mehir ile yeniliyecek olursa, bu gayr-i sahih sayılır. Çünkü birinci nikâh bozulmadık, duruyor. O halde ikin­ci nikâh bâtıl olduğu için mehir de hükümsüz kalır. [52]

 

52. Aslın İfası (Yerine Getirilmesi) Kabul Olmadığı Halde Bedeli İfa Olunur.

 

Bir şey'in aslını ödemek edâ sayılırsa, bedelini ödemek kaza olur. Bu bakımdan aslım ödemek mümkün olduğu müd­detçe bedelini ödeme cihetine gidilemez.

Meselâ:

a) Gasb olunan bir malı aynen duruyorsa sahibine olduğu gibi iadesi lâzım gelir. Aynı telef olmuşsa, o takdirde varsa misli yoksa bedeli ödenir.

b) Bir evin bir ay icarla tutulmasında hilâl asıldır. İster­se hilâl 28 günde tamamlanmış olsun. Ama ayın ortalarında îcar edilirse, o zaman ay 30 gün itibar edilerek ödenir. [53]

 

53. Bizzat Tecviz Olunmayan Şey Bitteba' Tecviz Olunabilir.

 

Meselâ:

a) Alıcı, satm aldığı şey'i, teslim almaya satıcıyı vekil ede­cek olursa, bu caiz olmaz. Ama satm aldığı zahireyi öîçüp koy­mak için satıcıya çuvalı verse, o da zahireyi çuvala koyacak olursa, bu zımnen ve teb'an teslim alınmış sayılacağından câr iz olur. Çünkü satıcının malı teslim almada alıcıya vekil olma­sı doğru olmaz; ancak zımnen ve hükmen caiz olabilir.

b) Görmediği bir şey'i satın alıp teslim alınmasına birisi­ni vekil edecek olur; vekil de henüz malı görmeden «Ben gör­me muhayyerliğini iskat ettim» derse müvekkilinin görme mu­hayyerliği sakıt olmaz. Ama vekil görüp de malı teslim alacak olursa, artık müvekkilinin görme muhayyerliği sakıt olur. (Bu İmâm Ebû Hanîfe'ye göredir. İmâmeyn  bu hususta muhali! kalmışlardır.) [54]

 

54. İbtidaen Tecviz Olunmayan Şey Bakaen Tecviz Olunabilir.

 

Umumun hak ve düzeniyle ilgili olmıyan mes'ele ve mua­melelerde, başlangıçta caiz olmadığı halde,  bir mahzur yok­sa   sonuç itibariyle caiz olabilir.

Meselâ:

a) Hisse-i şâyîalı olan bir malı bu şekliyle başlangıçta hi­be etmek caiz değildir. Fakat hibe olunan bu malın şayi' hisse­sini müstehak olan kimse zaptedecek olursa, geri kalan kısım­da hibe hükümsüz olmaz; kendisine hibe edilenin malı olarak kalır.

b) (A), (B) ye bir ev hibe ettikten sonra yarısına rücû eder, yâni yarısının hibesinden vazgeçer de ev ikisi arasında şâyialı olursa, bu, hibenin devamını ve bakasıııı men'etmez.

«Baka ihtidadan esheldir» kaidesi de bunun tamamlayı­cısı ve îzâhı mahiyetindedir. [55]

 

55. Teberru, Ancak Kabz (Teslim Almak)la Tamam Olur.

 

Meselâ :

(A), (B)'ye bir şey hibe etse, teslim alınmadan önce hibe tamam olmaz. Çünkü hibe de îcâb kabul ve kabzı gerektiren bir akittir. Sadaka da böyledir. [56]

 

56. Liderin Halk Üzerindeki Tasarrufu Maslahata Bağlı ve Ona Dayanır.

 

Bu bakımdan İslâm fıkhına göre Sultan, kaatili afvedip kı­sas olunmaktan kurtaramaz. [57]

 

57. Velayeti Hasse, Velayeti Ammeden Akvadır.

 

Bir vakfe mütevelli olan şahsın velayeti, hâkimin velayetin­den daha kuvvetlidir; çünkü mütevellinin velayeti hususîdir, hâkimin ise umumîdir.

Bu itibarla:

a) Kaadı, velîsi bulunan yetimi evlendiremez. Ancak o ye­timin velisi olmadığı zaman velâyet-i âmme yetkisiyle evlendirebilir.

b) Maktulün velisi kısas talebeder; dilerse sulha gidip af-vedebilir. Fakat İmam (Lider) afvetmeye yetkili değildir. Çün­kü liderin velayeti, velâyet-i âmmedir, velisinin ise hassedir.. [58]

 

58. Sözün İmâli İhmalinden Evlâdır.

 

Yâni bir söz, bir mânaya hamli mümkün oldukça ihmâl olunmamahdır; i'mâli mümkün olmadığında ise ihmal (mana­sız itibar) edilir.

Meselâ:

a) (A) malını evlâdına vakfeder ve fakat (A) mn evlâdı olmayıp torunları olduğu tesbit edilirse evlâd kelimesini  to­runlara hamlederek  İ'mâl etmek ihmâlinden evlâdır;  mecaz yollu amel edilir.

b) (B) «Ben oğlumu oğulluktan çıkardım» derse, bu sözü mânalandırmak mümkün olmadığında ihmâl (manasız itibar) edilir. Çünkü babalık ve oğulluk tabiî bir olaydır; mânâsız kı­lınamaz. [59]

 

59. Hakikî Mâna Mümkün Olmadığında Mecaze Gidilir.

 

Meselâ:

a) (B) «Şu un'dan yemiyeceğine yemin edecek olur ve un' dan yapılan ekmek ve herhangi bir şeyden yiyecek olursa, yeminini bozmuş olur. Ama o un'dan yiyecek olursa yeminini bozmuş olmaz. Çünkü burada hakikî mâna mümkün olmadı­ğından mecazî mânaya gidilmiştir.

b) (C) Babasının kim olduğu bilinen karısını kasdederek: «Bu benim kızımdır» derse, (C) nin bu sözüyle karısı kendisine haram olmaz, Çünkü kelimeyi burada hakikî mânasına almak mümkün değildir. [60]

 

60. Bîr Kelâmın Î'mâli Mümkün Değilse İhmâl Olunur.

 

Yâni bir sözün hakikî ve mecazî bir mânaya hamli müm­kün olmazsa, o halde mühmel, yâni mânâsız bırakılır. Meselâ : Yukarıdaki (b) maddesindeki misâl, buna da misâldir.. [61]

 

61. Mütecezzî Olmayan Bir Şeyin Bir Kısmını Zikretmek Tümünü Zikretmek Gibidir.

 

Yâni parçalanmayan bir şey'in bir kısmım anmak, tümünü anmak gibidir. Meselâ:

a)   (D) «Ben karımı yarım talâkla boşadım» derse talâk bölünme kabul etmiyeceği için bir talâkla boşamış olur.

b)  Maktulün velilerinden bir kısmı kaatile kısas yapılma­masını isterse, bütün velilerin isteği gibi kabul edilir.. Çünkü kısas bölünmez. [62]

 

62. Mutlak Îtlâkı Üzere Carî Olur; Meğer Kî Nassan Veya Delâleten Takyîdî Delil  Buluna..

 

Yâni nassan veya delâleten bir kayıt ile mukayyed olma­dığı takdirde mutlak itlâkı üzere câri olur.

Mutlak: cinsinde şayi olan; şümul ve lâyîn olmaksızın birçok

hisseleri ihtimal edinen lâfızdır.

Takyîd: Herhangi bir sebeble şuyû'dan çıkan lâfızdır. Meselâ :

a) (A) kendisine ait tarlayı (B) ye hiç bir kayıt koymak-sızın icâre verse, (B) bu tarlayı istediği şekilde kullanabilir; isterse buğday eker, isterse sebze...

b) (A) kendisine ait hanı (B) ye ariyet olarak verse ve hiç bir takyidde bulunmazsa, (B) bu hanı isterse depo olarak, is­terse oturmak için kullanabilir.

Ancak bu hususlarda örf ve âdete uymayan şeyleri yapa­maz. Yâni örf ve âdete uymayan işi o handa yapamaz.

Delâleten bir takyîd bulursa,

Meselâ: (A), Kurban bayramına takaddüm eden günlerde (B) yi, kendisine bir koyun almak üzere vekîl etse, her ne ka­dar buradaki lâfız mutlaksa da delâleten bir kayıt mevcuttur; o da kurban bayramının yaklaştığı, bu itibarla (B) nin koyu­nu istediği vakit değil de Kurban günlerinden önce satın alıp getirmesi gerekir. [63]

 

63. Hazırdaki Vasıf Lağv, Gâibdeki Vasıf Muteberdir.

 

Yani alım-satım esnasında meydanda olan bir malı vasfet-mek boştur; bir değer taşımaz. Çünkü görmek, tariften de tav­siften de kuvvetli sayılır. Meydanda gözle görülmeyen bir ma­lın vasıflarına itibar edilir. Çünkü görüp muayene imkânı mev­cut değildir.

Meselâ :

a) (A) Kendisine ait hazır bir kır atı (B) ye, «Bu yağız atı şu kadar liraya sana sattım» derse, (B) atı gördüğü halde alırsa (A) nın «Yağız» diye vasfetmesi boştur, bir mânâ taşı­maz ve (B) de satın aldıktan sonra «Sen yağız dedin, halbuki at kırdır, ben kabul etmem,» diyemez.

b) (A) Bağdaki üzümü görüp beğendikten sonra bağ sa­hibine bana şu bağın üzümünden şu kadar sat derse, bağ sahibi de, üzüm siyah olduğu halde, şu beyaz üzümden sana şu ka­dar sattım derse; akit bittikten sonra (A) «Sen beyaz üzüm dedin, halbuki bana verdiğin siyah çıktı, bu bakımdan iade edip akdi bozacağım,» diyemez.. [64]

 

64. Sual, Cevapta İade Olunmuş Sayılır.

 

Yâni bir soruda sorulan ne ise, ona verilen cevapta aynı söz tekrar etmiş sayılır. «Şu atını bana şu kadar liraya sattın mı?» diye sorsa, at sahibi de «evet» dese, bundan «şu atımı sana şu kadar liraya sattım» mânası çıkar; böylece sual-cevapta iade olunmuş olur.

Bir iki misâl:

a)  (A) «(B) nin karısı boştur ve (B) şu eve girecek olur­sa Kâbe-i Muazzama'ya gitmesi vâcib olur» derse, (B) de «evet» diye tasdikde bulunursa, suâl cevapta tekrar ettiğinden her iki hususta da (B) yemin etmiş sayılır.

b) (A)'nın karısı (C), kocasına hitaben    «Ben boşum!» derse, (A) da «evet» diye cevap verirse (C) boşanmış olur.. [65]

 

65. Sâkite Bir Söz İsnad Edilemez. [66]

 

Yâni (A) nın söylemediği bir sözü «söyledi veya söyle­miştir» denilemez. Ancak söz söylenmesi ihtiyaç hissedilen yer­de susmak beyân sayılır.

Meselâ :

a) (A) pazara çıktığında başka bir yabancının kendisine (yâni (A)'ya) ait malı satmakla meşgul olduğunu görür ve fa­kat onu men'etmez ve susarsa, buradaki susmak yabancıyı ve­kil tâyin ettiğine delâlet etmez.

b) Bunun gibi mürtehin râhinin  rehîn olarak bırakılan şey'i sattığını görür ve susarsa, rehinin hükmü bâtıl olmıyaca-ğı gibi, bu bir rıza da sayılmaz.

Yalnız 37 mes'ele bu kaidenin dışında kalır. Bu mes'elelerde sükût izin mânasına kullanılmaz. [67]

 

66. Bir Şey'in Umur-i Bâtınede Delili, O Şey'in Yerine Geçer.

 

Yâni hakikatına ittilâ güç olan kapalı hususlarda zahirî deliliyle hükmolunur. Meselâ:

a)  Hatâen (A), karısına «Sen hoşsun» diyecek yerde «Sen boşsun» derse, karısı boş düşer. Burada bâtını bilinmediği için zahirî deliliyle hükmedilir. İmâm-ı Şafiî  buna muhalefet et­miştir.

b) Uykuda olan birinin ağzından «Sen boşsun!» veya «Ka­rım boştur» şeklinde çıkan söz irâde dışı vuku bulduğu ve kas-den söylenmediği yâni bâtınî durumu bilindiği için, zahirî se­bebe de burada itibar edilmiyeceğinden bir hüküm ifâde et­mez.[68]

 

67. Yazı İle Beyan, Sözle Beyan Gibidir..

 

(Mükâtebe muhatebe gibidir.) Meselâ :

a) Borçlu, alacaklının kendi el yazısıyla «falan  kimsede bulunan şu kadar alacağımı aldım.» Veya «borçlum adı geçen borcunu tamamen kapatmıştır.» yazılı olduğunu iddia eder ve yazılı kâğıdı çıkarıp isbat ederse, iddiası kabul edilir. Çünkü yazı ile beyân sözle beyân gibidir.

b) (A) ölmeden önce hazırladığı vasiyetnamesine «falan adama şu kadar borcum var» diye yazarsa bu, sözle beyan ye­rine geçeceğinden muteber sayılır. [69]

 

68.  Dilsizin Bilinen İşareti, Dil İle Beyan Gibidir.

 

Konuşma melekesi yerinde olan veya bir an için dili tutu­lan kimsenin işaretine itibar edilmez.

Dilsizin işareti ahm-satımda, icâre ve hibede rehin ve nikâhta, talâk ve ibrada, ikrar ve kısasta muteberdir; hududda de­ğil... Bu hususlarda yazı yazma kudreti de olsa yine işaretine itibar edilir. [70]

 

69.  Tercümanın Sözü Her Hususta Kabul Olunur.

 

Tercüman, bir dili başka bir dile çeviren kimseye denilir. Mütercimin ibaresi, sahibinin ibaresi gibidir. İmam Ebû Hanî-fe ve İmâm Ebû Yûsuf'a göre mütercimin bir kişi olması da ye­ter. [71]

 

70.  Hatâsı Zahir Olan /Anne İtibar Yoktur.

 

Bir şey'in vukuu zannedilir; sonra da öyle olmadığı tesbit  edilirse, o zanna itibar edilmez. Meselâ: (A), (B) ye borçlu ol­duğunu zannederek bir miktar para ona verdikten sonra borçlu olmadığı anlaşılırsa, zanna itibar edilmiyeceğinden verdiği parayı geri alır.

b) Kendisine ait olduğunu zannederek bir koyun kesip yer veya satar, sonra başkasına ait olduğu anlaşılırsa onu ödemesi .gerekir. [72]

 

71.  Delilden Meydana Gelen İhtimal Karşısında Hüccet Kalmaz.

 

Yâni delil ve emareden neş'et eden ihtimal muteber tutu­lur ve buna mukabil hüccet olan şey'e itibar edilmez.

Meselâ:

a) Ölüm hastalığı içinde iken varislerinden birine şu ka­dar ... borçlu olduğunu ikrar eder; fakat diğer vârisler bunu tasdik etmezse, bu ikrar muteber değildir. Çünkü diğer vâris­lerden mal kaçırma ihtimali daha kuvvetlidir.

b) (C) 70 yaşında olduğunu iddia edip bunu şahitlerle isbat eder ve fakat görünüşü bunun doğru olmadığını gösteri­yorsa  iddiası ve şahitlerin şehâdeti kabul olunmaz.. [73].

 

72.  Tevehhüme İtibar Yoktur.

 

Tevehhüm, sadece kalbe arız olan hakikatten uzak bir ve­himdir.. Şüphe derecesinden bile zayıftır. O halde mücerred tc-vehhümle hüküm sabit olmaz.

Meselâ:

a) Elinde kanlı bıçak ile heyecanlı bir vaziyette bir evden çıkan (A) dan hemen sonra o eve girilir ve içeride bir adamın bıçakla öldürüldüğü görülürse kaatilin (A) olduğuna hükme­dilir; Öldürülen adamın intihar ettiğine itibar edilmez. Çünkü bu olayda intihar bir vehimden ibaret kalır.

b) (A) ile (B) nin evleri arasında fâsil olarak bulunan (A) ya ait duvarda (A) hava almak için bir insan boyu yük­sekliğinde bir delik açar, delik de insan boyunu aştığı için ora­dan (B) nin evinin veya avlusunun içini görmek mümkün ol­maz, (fakat (B) bu vehme kapıhrsa, (A) bu deliği açmaktan men'edilir mi, hayır, edilmez. [74]

 

73.  Burhan İle Sabit Olan Şey Aynen Sabit Gibidir.

 

Kesinlik ifâde eden mukaddemelerden meydana gelen ve­ya beyyine-i âdile ile sabit olan şey'e «burhan» denilir. Buna kuvvetli ve kesin delil de denilebilir.

Burhan ile sabit olan şey, ilm-i istidlalidir; gerçeğe dayan­makta ilm-i zaruriye benzer. Bu itibarla burhan ile sabit olan şey, muayene ve müşahede ile sabit olan şey gibi kesinlik ifâ­de eder.

Meselâ :

Dâvâlı olan (A) hâkim huzurunda aleyhinde iddia edilen dâvayı ikrar edecek olursa, hâkim beyyine araştırmadan dâva­yı hükme bağlar. Çünkü kişinin kendi aleyhindeki iddiayı ik­rar etmesi, muayene ve müşahede derecesinde sayılır. [75]

 

74. Beyyine Müddei İçin Yemin İnkâr Eden Üzerinedir.

 

Hazret-i Peygamber (S.A.V.): «Beyyine müddeî üzerine, yemin de inkâr eden üzerine düşer» buyurmuştur. Hukukta bu hadîs esas olarak kabul edilmiştir.

Çünkü Beyyine hilâf-ı zahiri isbat için, yemin ise aslı ibka içindir.

Beyyine, müddeanın doğruluğunu, gizli ve kapalı olan şey'-in isbâtını meydana koyacak kuvvetli delil demektir. Şehadet, ikrar, sened gibi...

Meselâ:

(A), (B)'den alacak dâva eder, (B"> borçlu olduğunu in­kâr ederse, burada borçlu olmamak asıldır ve açıktır. Borçlu olmak ise, ânzî olacağından gizli ve kapalıdır. O hale (A) dan beyyine taleb edilir. (A) beyyine getirmezse (B)'ye yemin ge­rekir.

Hanefîlere göre beyyine getirmeyen davacıya yemin veril­mez. Şâfiîlere göre davacıya iki yerde yemin teklif edilir:

1   Dâvasını isbata yalnız bir şâhid getirdiğinde...

2. Dâvasını isbat edemediği için önce dâvâlıya yemin tek­lif edilir; davalı bundan imtina ettiğinde.. [76].

 

75. Beyyine Hücceti Müteaddiye; İkrar İse Hüccet-i Kasıradır.

 

Yâni beyyine, herkes hakkında bir hüccet sayılır; sadece onu ikame eden için değil.. İkrar ise sadece mukirre (ikrar eden) için bir hüccettir; başkasına geçişli değildir. Çünkü ik­rar, mukirrin şüpheli iddiası üzerine kurulan bir hüccettir; başkasına hüccet olamaz. Hem mukirrin başkası üzerine vela­yeti de yoktur. Beyyineyi hüccet olarak kabul eden hâkimin ise umumî velayet hakkı vardır.

Meselâ:

(A; ölmüş olan (B) nin vârisi olduğunu iddia eder; (B) nin asıl vârislerinden (C) de (A)nın bu iddiasını kabul edip ik­rarda bulunursa, (C) nin bu ikrarı ancak kendi hakkında mu­teber sayılır. Ama (A) bu iddiasını beyyine ikame ederek is-bat edecek olursa, hüküm bütün vârisler hakkında muteber­dir. Çünkü hâkimin velâyet-i âmme hakkı vardır. [77]

 

76. Kişi İkrariyle İlzam Olunur.

 

İkrar, lügat olarak: bir şey'i dil veya kalb ile veyahut her ikisiyle isbât etmektir; inkârın zıddı olmuş oluyor. Şeriat li­sanında: kendi üzerinde bulunan başkasına ait hakkı haber vermektir. Bu bakımdan ikrar mukırri ikrar ettiği şeyle ilzam eder... Ama (B) kendi lehinde (A) nm yapmış olduğu ikrarı reddederse artık (A) ikrariyle ilzam olunmaz.

Meselâ:

a)  (A), (B) ye 1000 lira borçlu olduğunu ikrar eder, (B) de bunu reddetmezse, (A) üzerine 1000 lira borç gerekli olur.

b)  (A) mn evinden çalman bir malı, (B) «Ben çaldım» di­ye ikrar ederse, tazmin ve tecziyesi gerekli olur. [78]

 

77. Tenakuz İle Hüccet Kalmaz.

 

Davacı, getirdiği hüccet hilâfına bir ikrarda bulunmuşsa, artık o hüccetin bir değeri kalmaz. Şahitler şehadetle bulun­duktan sonra, bundan dönecek olurlarsa, şehadetleri hüccet olmaz

Meselâ:

a)   (B), «(C) de olan alacağımın hepsini aldım» diye ik­rarda bulunduktan sonra, (C)'de şu kadar daha alacağım kal­dı diye dâva ederse, dâvası dinlenmez..

b)  (A), (B) ye ödünç para verdiğini iddia eder (B)  de bunu reddeder, bunun üzerine (A) dâvasını hüccetle isbât et­tikten sonra (B)  «Ben ona olan borcumu ödemiştim» derse dâvası dinlenmez. [79]

 

78. Asıl Sabit Olmadığı Halde Ferin Sabit Olduğu Vardır.

 

Meselâ:

a) Bir kimse «falanın falana şu kadar lira borcu vardır; ben ona kefilim» dese, ve aslın inkârı üzerine alacaklı alacağı­nı iddia etse, mezkûr borcu kefilin vermesi lâzım gelir.

«Asıl sakıt oldukta fer' dahi sakıt olur» kaidesi, muttarid olmakla beraber, bâzan asıl sabit olmadığı halde fer sabit olu­yor. Yukarıdaki misâlde olduğu gibi. [80]

 

79.  Şartın Sübutu Halinde Ona Bağlı Olan Şeyin De Sübutu Lâzım Gelir.

 

Şart ve ceza ile birbirine bağlı olan iki cümlenin taşıdığı mâna arasındaki bağlantı gibi. Buna «Talik» denilir. Yâni ikin­ci cümlenin, mazmunumun (ki buna «ceza cümlesi» denilir) meydana gelmesi, birinci cümlenin mazmumunun meydana gelmesine bağlıdır.

Meselâ:

a)  (B) kendi karışma «Eğer falan adamın evine gidersen benden boş ol!» derse burada bir şart vardır; «falanın evine gitmek». Şartın sübutuyla, ona bağlı olan «kadının boş düş­mesi de sübut bulur.

b)  (A), «falan kimse şu malımın   fuzulen   sana satışını yapmışsa, ben de icazet veriyorum» derse o takdirde mal o adam tarafından satılmışsa (A) nm icazeti muteber tutularak hüküm ifâde eder. [81]

 

80. İmkân Nisbetinde Şarta Riayet Olunur.

 

Buradaki şartla 79. maddede geçen şart arasında fark var­dır: 79. maddedeki şart belirtildiği gibi talik mânasına olup şartla ceza cümleleri arasındaki bağlantıyı ifâde eder. Burada ise, akidlerde ileri sürülen bir takım kayıt ve şartlardır.

Meselâ :

a)  Vakfedilen bir gayr-ı menkulün gailesinin o semtteki camie veya medreseye sarfedilmesi şart kılmrmşsa, buna müm­kün olduğu müddetçe riayet olunur*

b)  (A), (B) den satın alacağı bir malı, 24 saate kadar ge­ri verebilir şartiyle alacak olursa, o takdirde bu müddet için­de (B) malı geri verebilir; (A) da bu şarta riâyet eder. [82]

 

81. Va'dler,  Sureti  Taliki  İktibas  İle Lâzım Olur.

 

Yâni va'd bir şey'e talik edilirse, gerekli olur. Meselâ:

a)  B), (C) ye, «Sen bu malı (D) ye sat, eğer parasını ver­mezse ben veririm derse, o malı salın alan (D) de parayı ver­mezse, vaidde bulunan (B) nin malın karşılığı olan parayı Öde­mesi gerekir.

b) (A), (B)'ye şu işimi yaparsan,  (C) ye olan borcunu ben öderim der; (B) de o işi yapacak olursa, (A) nın o borcu ödemesi lâzımdır.. [83]

 

82. Bir Şeyin Nef'i, Damanı Mukabelesindedir

 

Yâni bir şey telef olduğu takdirde zararı kime ait ise, onun zimmetinde demek olup o kimsenin bu veçhile kefilliği o şey ile intifaa mukabil olur..

Meselâ:

Hiyar-i ayb ile reddolunan bir hayvanı, alıcının kullanmış olmasından dolayı satıcı ücret alamaz. Zira reddetmeden önce telef olsaydı zararı alıcıya ait olurdu. [84]

 

83. Ücret İle Daman [85] Cem' Olmaz.

 

Yâni bir şey tazmin edilince, o şey'in kullanılma ücreti alınmaz.

Meselâ:

(A), (B) nin atım veya evini gasbedip kullandıktan sonra, (A) nm bu malı ondan tazmin edilince, artık kullandığı gün­lerin ücreti kendisinden alınmaz. [86]

 

84. Mazarrat, Menfaat Karşılığındadır.

 

Yâni bir şey'in menfaatine nail olan kimse, o şey'in mazar­ratına da katlanır. Meselâ:

a) Müşterek bir arabanın sağladığı menfaat ortaklara ait olduğu gibi bu arabanın tamirine sarf edilen de yine onlara ait­tir.

b) Müşterek bir mülkün hâsılat ve menfaati ortaklarının hisselerine göre olacağı gibi, onarım ve ıslahı için yapılan mas­raf da yine onların[87]

 

85.  Külfet Nimete, Nîmet De Külfete Göredir

 

Bu kaide, yukarıdaki kaideyi açıklar mâhiyettedir.. [88]

 

86.  Bir Fiilin Hükmü Failine Muzaf Kılınır; Ve Mücbir Sebep Olmadıkça Âmirine

Muzaf Kılınmaz

 

Çünkü bir şey'i işlemeye dair verilen emir, zorlayıcı ve il­zam edici değildir. Çünkü âmirin verdiği emir, o işin yapılma­sını veya fiilin işlenmesini talebden ibarettir. Fiilin işlenmesi ise, memurun ihtiyar ve isteğiyle oluyor. O halde, mücbir bir sebeb olmadıkça işlenen fiilin hükmü failine izafe edilir; âmi­rine değil...

Ancak birkaç yerde müstesna, yâni o yerlerde hüküm âmi­re izafe edilir; me'mure değil. Meselâ:

1. Amir Sultan (hükümdar) olursa,

2. Amir; me'murun efendisi, yâni memur köle olursa,

3. Memur sabiy (çocuk olursa). [89]

 

87.  Bizzat Fiili İşleyen Fail İle Fiile Sebeb Olan (Müteşebbis) Birleştiğinde, Hüküm

O Faile İzafe Edilir.

 

Meselâ: Birinin umuma ait yolda kazmış olduğu kuyuya, başkası, birinin hayvanını atıp itlaf etse, o zâmin (mislini ve­ya bedelini Ödemekle yükümlü) olur. Kuyuyu kazan kimseye tazmin gerekmez. [90]

 

88.  Şer'î Cevaz Tazmine Aykırıdır.

 

Yâni bir şey'e şer'an (hukukan) cevaz verilmişse, o şey sebebiyle vuku bulacak bir zarar, o şey'in sahibine tazmin edil­mez.

Meselâ:

Bir adama kendi mülkünde kazmış olduğu kuyuya birinin hayvanı düşüp telef olsa tazmin gerekmez. Çünkü şahsın ken­di mülkünde tasarruf hakkı vardır. [91].

 

89.  Bir Fiili Bizzat İşliyen, Bunu Kasden Yapmasa Bile Yine De Tazmin Gerekir.

 

Çünkü o fiile bizzat başlaması, isim, mâna ve hüküm yö­nünden illet sayılır. [92]

 

90.  Mütesebbib (Bir Fiile Sebeb Olan Kimse) Kasden O Fiili İşlemedikçe Kendisine Tazmin Gerekmez.

 

Meselâ:

Kasden olmaksızın hırsızlığa yol gösteren, adam öldürme­ye delâlet eden kimseye tazmin gerekmez; ancak muahaza edi­lir (kınanır.) Çünkü ara yerde fail-i Muhtar mevcuttur. [93]

 

91.  Hayvanın Kendiliğinden Olarak Yaptığı Cinayet Ve Zararı Hederdir.

 

Yâni sahibinin ihmal ve kasdı olmaksızın bir hayvan bu­lunduğu mer'ada bir zarar yapacak olursa, o zarar hederdir; hayvanın sahibinden tazmin edilmez. [94]

 

92.  Başkasının Mülkünde Tasarrufla Emretmek Bâtıldır.

 

Çünkü başkasının mülkünde   izni   olmadıkça    tasarrufa kimsenin hakkı yoktur. [95]

 

93.  Meşru Bir Sebeb Olmaksızın Başkasının Malını Almak Caiz Değildir. [96]

 

94   Bir Şeyde Temellük Sebebinin Değişmesi, O Şeyin Değişmesi Yerine Geçer.

 

Yâni bir şey aslında (nefsülemirde) değişmediği halde te­mellük sebebi değişince, o şey de değişmiş sayılır.

Meselâ:

Zekât, zengine verilmez. Fakat zekât alan fakir ona sahip olduktan sonra onu bir zengine hibe edebilir. [97]

 

95.  Kim Ki Bir Şeyi Vaktinden Evvel İstical Eyler İse Mahrumiyetle Muâtab Olunur.

 

Meselâ:

Bir şahıs erken mirasa konmak için murisini öldürecek olursa, irsten mahrum olur; çünkü mirasa, vaktinden evvel sa­hip olmak istemiştir.

Ancak 8 mes'ele bu kaidenin dışında kalır id el-Eşbah ven-Nezâir'de belirtilmiştir. [98]

 

96.  Her Kim Ki Kendi Tarafından Tamam Olan Şeyi Nakza Say Ederse Sayi Merduttur.

 

Yâni bir kimse kendi rızâsı ve fiiliyle, tamam olan hukukî bir muameleyi bozmağa çalışırsa, bu kabul olunmaz.[99]

 

97.  Hak Muhteremdir Ve Korunması Vacibdir. [100]

 

98.  Mubah İle Herkes İntifa Edebilir.

 

Meselâ:

Denizlerden, göllerden, ırmaklardan herkes yararlanabilir. [101]

 

99.  Herkes Kendi Mülkünde İstediği Gibi Tasarruf Eder. [102]

 

100. Zahir Olan Sözlerin Te'vil Ve Tefsire İhtiyacı Yoktur.

 

Zahir, söylenince ne kasdedildiği anlaşılan sözdür. Mâna açık olduğundan te'vil ve tefsire ihtiyaç olmaz. [103]

 

101.  Vefatla Zimmet Zail Olur.

 

Ancak başkasının, vefat eden üzerindeki ve onun da baş­kası üzerindeki haklan zimmet olarak kabul edilir. [104]

 

102.  Bir Özür İçin Caiz Olan Şey O Özrün Ortadan Kalkmasıyla Hükümsüz Olur.

 

Meselâ:

Cinnet, hacri gerektirir. Cinnet arızî bir özürdür, kalkın­ca, hacr de hükümsüz kalır. [105]

 

Literatür/Fıkhı Kaideler:

 

1. el-Eşbah ve'n-Nezâir / îbni Nüceym. Mısır baskı: 1322.

2. Mir'ât-ı Mecelle / Müfti Mes'ud Efendi. İstanbul baskı: 1299.

3. Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye / İstanbul baskı: 1314

4. Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu / Ömer Nasuhî Bilmen. İstanbul baskı:  1949

5. Reddü'l-Muhtar Alâ Dürri'l-Muhtar / Şeyh Muhammed Emin. ........................... baskı: 1286.

6. Menâfiu'd-Dakayik  Fî-Şerhi Mecmai'l-Hakayik / Muhammed Hâ-dimî. İstanbul baskı: 1288.

7. Haşiyetü Nesemâti'l-Eshar Alâ Şerhi İfâdeti'l- Envâr / İbni Âbidîn. İstanbul baskı:  1300.

8. islâm Hukuk Naziriyatı Hakkında Bir Etüd / Sava Paşa. Yeni Mat­baa,  Ankara:   1955.

9. Hukuk Tarihinde İslâm Hukuku / Ali Himmet Berki. Örnek Mat­baası Ankara: 1955. [106]

 

 

 

 

 

 

 



[1] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/393..

[2] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/393.

[3] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/394.

[4] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/394-395.

[5] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/395.

[6] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/395-396.

[7] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/396.

[8] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/396.

[9] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/397.

[10] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/397-398.

[11] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/398.

[12] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/398-399.

[13] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/399.

[14] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/399-400.

[15] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/400.

[16] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/400-401.

[17] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/401.

[18] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/401-402.

[19] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/402.

[20] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/402-403.

[21] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/403.

[22] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/404.

[23] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/404.

[24] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/405.

[25] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/405.

[26] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/406.

[27] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/406.

[28] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/406-407.

[29] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/407.

[30] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/407.

[31] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/408.

[32] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/408.

[33] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/408-409.

[34] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/409.

[35] Örfle âdet arasında fark vardır. Örf aklen ve dînen iyi bilinen şeyler demektir. Âdet ise işlenilegelen itiyadlar demektir. Örf denilince sadece aklen ve dînen iyi olan şeyler hâtıra gelir; «Kütü örf» olmaz. Âdet ise böyle değildir. Onun iyisi de olabilir, kötüsü de. Bu bakımdan bu «Umumun yararına» ise dedik.

[36] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/409.

[37] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/410.

[38] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/410.

[39] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/411.

[40] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/411.

[41] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/412.

[42] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/412.

[43] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/413.

[44] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/413.

[45] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/413.

[46] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/413-414.

[47] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/414.

[48] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/414.

[49] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/414.

[50] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/414-415.

[51] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/415.

[52] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/415.

[53] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/416.

[54] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/416.

[55] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/417.

[56] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/417.

[57] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/417.

[58] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/418.

[59] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/418.

[60] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/418-419.

[61] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/419.

[62] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/419.

[63] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/419-420.

[64] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/420-421.

[65] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/421.

[66] Sâkit, susup konuşmayan  kimse  demektir

[67] El-Eşbah

Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/421.

[68] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/422.

[69] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/422.

[70] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/422-423.

[71] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/423.

[72] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/423.

[73] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/423.

[74] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/424.

[75] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/424.

[76] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/425.

[77] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/425-426.

[78] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/426.

[79] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/426.

[80] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/427.

[81] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/427.

[82] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/427-428.

[83] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/428.

[84] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/428.

[85] Bir şey'in mislini veya değerini vermek üzere  /.arara karşı kefil olma. TazinEn köküyle ilgilidir;  «dâd» harfiyle yazılır.

[86] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/428-429.

[87] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/429.

[88] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/429.

[89] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/429.

[90] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/430.

[91] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/430.

[92] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/430.

[93] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/430.

[94] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/430.

[95] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/431.

[96] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/431.

[97] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/431.

[98] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/431.

[99] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/431.

[100] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/432.

[101] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/432.

[102] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/432.

[103] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/432.

[104] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/432.

[105] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/432.

[106] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/433.


«Fizilalil Kuran Meali | Ali Bulac Meali | Diyanet Vakfı Meali | Abdulvahid Metin Meali | Kuran Mesajı Muhammed Esed | ibn kesir meali »

________________ oOo _________________

www.eraykitap.com