«Karılarını annelerinin yerine koyup zihâr ile
onlardan ayrılmak isteyip sonra söyledikleri sözden dönenlerin, birbiriyle
temas etmeden bir köle âzâd etmeleri gerekir. İşte bununla size öğüt veriliyor.
Allah işlediklerinizden haberdardır.»
«Kim (âzâd edecek köle) bulamazsa, yine
birbiriyle temas etmeden önce iki ay aralıksız oruç tutsun. Buna da gücü
yetmezse, altmış yoksulu (sabahlı akşamlı) doyursun. Bu (kolaylık) Allah'a ve
Peygamber'e îmanda (devam u sebat) gösterdiğiniz içindir. Bunlar Allah'ın tâyin
ettiği sınırlardır. İnkâr edenler için elem verici azâb vardır.»
İmâm Ahmed ve diğer müsned sahiplerinin sahîh
senedle yaptıkları rivayete göre, Huveyle binti Sa'Iebe'den, bu âyetin kocası
Evs hakkında indiği tesbît edilmiştir.
Huveyle (bâzı kayıtlara göre Havle) diyor ki:
— «Vallahi bu âyet benimle Evs bin Sâmit
hakkında inmistir. Şöyle ki: Ben, Evs'in karısı olarak bulunuyordum. Evs yaşlı
olmakla beraber ahlâkı da kötü idi. Bir gün yanıma geldi, ben de bir şey için
kendisine müracaatta bulundum. Bunun üzerine bana kızdı ve: «Sen bana anamın
sırtı gibisin!» diyerek dışarı çıktı, bir saat kadar oyalandıktan sonra tekrar
eve döndü ve benimle cinsî münâsebette bulunmak istedi. Ben de: «Hayır,
olamaz,» dedim, «Havîe'nin canım kudret elinde tutan Zât-ı Bâriy'e yemin ederim
ki bana yakîaşamazsm; zîra sen dediğini dedin, (bağı kopardın, beni kendine
haram kıldın). Allah ve Mesûîü hakkımızda hükmedinceye kadar bu böyle gide-
«Bunun üzerine Evs üzerime atıldıysa da yaşlı
olduğu için beceremedi, ben ona gaalib geldim ve vakit kaybetmeden dışarı
çıktım, komşumdan eğreti olarak bîr entari alıp giyindim ve gidip Resûlüllah'a
derdimi anlattım, kocam Evs hakkında şikâyetçi oldum.»
Hazreti Peygamber (S.A.V.)
— Ya Havle! Amcan oğlu oları kocan yaşlı bir
adamdır. Onun hakkında Allah'dan kork!, buyurdu.
Ben de:
— Vallahi ya Resûlellah, hakkımızda bir âyet
inmedikçe buradan ayrılmam, dedim. Az sonra vahiy indi.. Hazrel-i Peygamber
(S.A.V.): «Ya Havle! Allah sen ve kocan hakkında âyet indirdi.» Sonra Mücâdele
sûresinin ilk üç âyetini okudu ve bana dönerek şöyle buyurdu:
«Kocana söyle bir köle âzâd etsin!»
Ben dedim ki:
— Ya Resûlellah! Kocamın âzâd edecek kölesi
yoktur.. O halde:
— Ardarda iki ay oruç tutsun!, buyurdu.
— Vallahi, kocam yaşlı bir adamdır, oruç
tutacak güçte değildir, dedim.
— O halde altmış yoksulu bir vask (60 sâ') hurma
ile (sabahlı akşamlı) 3'edirsin, buyurdu.
— Bu kadar hurma kocamda yoktur, dedim. Bunun
üzerine Hazret-i Peygamber (S.A.V.):
— Bari ben bir miktar hurma ile ona yardım
edeyim, buyurdu.
— O halde ya Resûlellah! Bir miktar da hurma
benim yanımda var, onunla kocama yardımda bulunayım, dedim.
— İsabet edersin, haydi git, bu hurmaları
tasadduk et ve amcan oğluna (kocana) da hayr ile tavsiyede bulun! buyurdu.
Bu konuyla ilgili diğer bir kıssayı İmâm Ahmed
bin Han-bel, Yezîd bin Harun tarikiyle, Seleme bin Sahrü'l-Ansarî'den rivayet
ediyor.
Seleme bin Sahrü'l-Ansarî diyor ki:
«— Bana verilen cinsî kuvvet zannedersem başka
bir erkeğe verilmemişti. Ramazan gelince karıma yaklaşmamak üzere zihâr
yaptım, yâni onu anamın sırtına benzeterek kendime haram kıldım. Fakat gece
karım bana hizmet ederken mahrem yerinden bir kısmı açıldı, şehvetimi harekete
getirdi, derken cinsî münasebette bulundum. Sabah olunca kendi kavmime gidip
durumu anlattım; «gelin benimle beraber Hazret-i Pey-gamber'e gidelim» diye
ricada bulundum. Onlar, «hayır vallahi biz gelmeyiz. Çünkü hakkımızda bir
âyetin inmesinden veya Resûlüllah'ın hakkımızda bir söz söyleyip de üzerimizde
ar olarak kalmasından korkarız. Sen kendin git, ne hâlin varsa gör!» diyerek
i'tizarda bulundular.
Bunun üzerine ben yalnız başıma Hazret-i,
Peygambere gittim ve durumu anlattım. Hazret-i Peygamber (S.A.V.)
—Sen böylesin ha!? buyurdu.
— Evet, ben öyleyim, dedim. Tekrar :
— Sen böylesin ha!? buyurdu.
— Evet, ben öyleyim, dedim. Yine;
— Sen böylesin ha! buyurdu.
— Evet, ben öyleyim, ya Resûlellah! Ve işte
duruyorum, Allah'ın hükmü ne ise onu tatbik et, herhalde sabrederim, dedim.
— Öyle ise bir köle âzâd et, buyurdu. Ben elimi
boynuma vurarak dedim ki:
— Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a
andolsun ki, kendi boynumdan başkasına sahip değilim..
— O halde iki ay aralıksız oruç tut, buyurdu.
Ben bunun da hakkından gelemiyeceğimi düşünerek:
— Ya Resûlellah, dedim, şu başıma gelen şey
oruçtan dolayı değil midir?
— Öyle ise sadaka dağıt, buyurdu.
— Ya Resûlellah, yemin ederim ki akşama
yiyeceğimiz yoktur, dedim.
— O halde Benî Rezîk zekâtına me'mur olan zâta
git, ona de ki, sana yetecek kadar hurma versin de onunla altmış yoksulu doyur,
buyurdu.
Ben de öyle yaptım..
Zihar'ın aslına gelince:
Zihar,
«zehr»den müştak bir kelimedir. Câhiliyyet devrinde biri karısından
münasebetini kesmek istediğinde ona: «Sen bana anamın sırtı gibisin» derdi.
Böylece karısı ona haram olurdu. Şeriatte ise, diğer organlar da sırta kıyâs
edilerek aynı hükme bağlanmıştır. Şu farkla ki, Câhiliyyet devrinde zi-har,
talâk idi, yâni doğrudan doğruya boşamak idi. îslâmiyet-te ise, bu tahrîm
keffaretle kaldırılmıştır.
Yukarıda da işaret edildiği gibi, câhiliyyet
devrinde biri karısına böyle,diyecek olsaydı karısı artık ona haram olurdu,
keffaret vb. şeylerle bu tahrîm kalkmazdı.
İslâmiyette ilk zihâr yapan, Evs (R.A.)
olmuştur. cümlesi üzerinde de görüş farkı vardır:
a)
İbn-i Abdilberr, İbn-i Hazm, Ferrâ ve kelâm ehlinden bir çoğuna göre «Tekrar
ziîıar lâfzına dönenler» kasdediyor
ki bu, bâtıl bir görüştür. Siyak-sibak ve ilgili
rivayet ve hadîslerle bağdaşmaz.
b)
İnıâm-ı Şafiî'ye göre müzaheretten sonra kocanın karısını boşama imkânı olan
müddet içinde tutup alıkoymasıdır.
c)
İmâm Ahmed bin Hanbel'e göre, cinsî münasebete dönmesi veya azmetmesidir.
d)
îmânı Mâlik'e göre, cima' veya imsak üzerine azimdir.
e)
Zihar'a, tahrîmden sonra dönmesidir. Çünkü zihardan sonra vâki olan tahrîmi
ancak keffarer kaldırır.
«Birbirleriye temas etmeden önce» cümlesinin
tahliline gelince: Bunda da görüş farkları olmuştur:
a)
Atâ', Zührî, Katâde ve Mukatil bin Hayyân'a göre, «mess» nikâh demektir.
Ayrıca Zührî diyor ki: «Kocanın, keffaret vermeden karısını öpmesi veya okşaması
doğru değildir.»
b)
Cima'dır.
c)
Telezzüz (zevke gitme, hazzetme)dır.
Çoğu âlimlere göre, keffaret vermeden telezzüzde
bulunmak haram değildir. Hasan el-Basrî ile Süfyân-i Sevrî de aynı
görüştedirler. İmânvı Şafiî'nin de raezhebince sahih olan budur., îmâm-ı
Mâlik'e göre telezzüz ve benzeri şeylerin hepsi haramdır. Keffaret vermedikçe
bunların hiç birisini yapamaz.
Keffarete gelince:
1.
Varsa bir köle âzâd etmek. Bu da:
a)
İmâm Mâlik ve îmâm-ı Şafiî'ye göre hem müslüman olacak, hem de ayıp ve
kusurlardan beri bulunacak..
b)
İmâm Ebü Hanîfe'ye ve arkadaşlarına göre, âzâd edilecek köle ister müslüman,
ister müşrik olsun keffareti karşıhyabilir.
2,
Köle olmadığı takdirde iki ay aralıksız oruç tutmak.. Bir müddet tuttuktan
sonra, meselâ: 20 gün tuttuktan
sonra özürsüz iftar ederse, yâni fasıla venrse,
yeniden başlaması gerekir. Çünkü âyette «mütetâbiayn» kaydı vardır. Şayet
hastalık veya yolculuk gibi bir Özürden dolayı iftar edecek olursa,
a)
İbn-i Müseyyeb, Hasan, Atâ' bin Ebî Rebbah, Amr bin dînâr ve Şa'bîy'e göre
yeniden başlamasına lüzum yoktur; hastalığı geçince veya yolculuktan dönünce,
yâni özür zail olunca kaldığı yerden başlaması gerekir.
b)
İmâm Mâlik'e göre zihar keffareti orucunu tutarken hastalanır da iftar edecek
olursa, iyileşince yâni sıhhat bulunca kaldığı yerden başlar, yeniden tutmasına
yâni baştan başlamasına lüzum yoktur.
c)
İmâm Efeü Hanîfe'ye göre, baştan veniden başlar.. Zihar orucuna başladıktan
sonra köle bulacak olursa,
İmâm Mâlik ve İmâm Şafiî'ye göre, artık orucunu
tamamlar, köle âzâd etmeye gitmez.. İmânı Ebû Hanîfe'ye ve arkadaşlarına göre,
orucu olduğu yerde bırakıp köleyi âzâd eder.
İki ay oruç tutma esnasında karısıyla
gündüzleyin cinsî münasebette bulunacak olursa, İmâm Şafiî'ye göre tetabü'
(ar-darda, aralıksız) hükmü bozulmuş olur. Geceleyin yapacak olursa, bozulmaz.
İmânı Mâlik ve İmâm Ebû Hanîfe'ye göre her hâl-ü kârda bozulur ve kendisine
keffaretin ilki lâzım gelir.
Sonuç olarak:
Keffaret hususunda âyette geçen sırayı takip
etmek lâzımdır. Köle varken oruç tutulmaz. Oruç tutma kimkânı mevcutken sadaka
keffareti dağıtılmaz.
3.
Bir vask ile altmış miskini doyurmak..
Bu hususta mutlaka altmış fakir mi bulmak
lâzımdır; yoksa birkaç fakire her gün vermek suretiyle bitinceye kadar devam
etmek kâfi gelir mi? İmamların bu mes'elede de görüşleri farklıdır:
a)
İmâm Mâlik ve İmâm-ı Şafiî'ye göre mutlaka altmış fakir bulup dağıtmak
lâzımdır. Çünkü Hazret-i Peygamber (S.A.V.): «Altmış düşkünü doyurur»
mealindeki âyetin tefsirinde, «O halde altmış düşküne (sabahlı akşamlı) bir
vask hurma yedirsin!» buyurmuştur.
b)
İmâm Ebû Hanîfe'ye göre bir miskin bile bulunsa her gün ona bir sâ' keffaret
vermek suretiyle devam edip bitirmek de caizdir. Çünkü maksad altmış miskini
doyurmaktır. Bir miskine her gün yedirmek suretiyle altmış günde altmış fakir
doyurulmuş sayılır.
1.
Zihar ile kadın kocasına, keffaret verinceye kadar haram oluyor. Keffaret
vermeden karısına yaklaşan büyük günah işlemiş olur. Bu, Allah'ın bir hükmüdür
ki riâyet etmemiz gerektir.
2.
Zihar keffaret ini vermeden önce karısıyla telezzüz eden kimseye bir şey gerekir
mi? İmâm Mâlik'e göre haramdır. Imâm-ı Şafiî ve Sevriy'e göre haram
değildir.
3.
Zihar keffaretinde Kur'ânda belirtilen sjraya riâyet etmek vâcibdir: Varsa köle
âzâd etmek, kölesi olan oruç tutamaz. Oruç tutma imkânı olduğu halde, tasadduk
verilemez.
4.
Zihur keffaret orucunu aralıksız, üstüste iki ay tutmak farzdır. Hastalık veya
yolculuk gibi bir özür zuhur ederse, îmâm Mâlik ve birçok âlimlere göre
özür kalkınca kaldığı yerden tamamlamaya başlar. İmâm Ebû Hanîfe'ye göre
yeniden başlar. Mazeretsiz iftar edenin yeniden başlıyacağmda ihtilâf
olmamıştır, yâni İmamlar bu hususta görüş birliğine varmışlardır.