Bu sûrenin, Mekke de
mi?, yoksa Medine mi? nazil olduğu konusunda ihtilaf vardır. Sahabenin
çoğunluğu ve tabiin'in bir çoğu Medine'de nazil
olduğunu söylemişlerdir. Yedi ayettir.[1]
1- Gördünmü O dini yalanlayanı?
Burada "gördün
mü?" ifadesi soru sormak için değil, öyle bir olayın meydana geldiğini ve
kesinlikle olduğunu ifade etmek içindir. Yani "siz gördünüz"
anlamındadır.
Dini yalanlamanın
insanı ne hale getirdiğini gördün.
Burada din;
1- İslâm
dini olarak anlaşılır.
2- "Maliki yevmi'd-din"
deki, ahiret ve ahiretteki
kafirlere yönelik ceza anlamındadır.
Her iki manada, bizim
sureyi anlamamız ve faydalanmamız açısından bir değişiklik meydana getirmez.
Dini yalanlayan kişiyi
gördün mü? Gördün mü ne hale geldi?
Bu ayet şu anda bize
hitap ediyor. Teker teker Kur'ân-ı
Kerim'i okuyan herkese hitap ediyor. Bu sûreyi günlük beş vakit namazınızda
okudunuz. Kendi kendinize ne diyorsunuz? Rabbim size ne diyor? "Gördün mü
dini yalanlayan kişinin halini?
Dini yalanlayan
kişinin halini gördük. Ahlaki yönden nasıl alçaldık-larını
görü verdik. Harama ve Helâle hiç riayet etmediklerini görüverdik.
Yetimin ve devletin
mallarını zimmetlerine geçirirken hiç utanmadıklarını da görüverdik. Fuhşa
dalarken, ahlaksızlığın her çeşidini yaparken, hiç utanmadıklarını da
görüverdik.
Demekki insanın izzetini, şerefini, namusunu, haysiyetini
koruyan şey, görmediğimiz ama iman ettiğimiz, günül
verdiğimiz "din"dir.
Yani siz dürüst olarak
kalabiliyorsanız, izzet inizi, iffetinizi ve namusunuzu
koruyabiliyorsanız bu dine inanmış olmanızdan ve bu dine gönül vermiş
olmanızdan kaynaklanmaktadır.[2]
2- İşte
o'dur yetimi iten.
Allah (c.c) dini
yalanlayanların bu dünyada iken yaptıklarından örnekler veriyor.
Yetimin hakkına riayet
etmez. Halkımızın kullandığı bazı kelimeler vardır ki, Kur'ân
ayetlerinden süzülerek Türkçeye dönüşmüş halidir.
Devlet malından bir şey yiyen kişiye denilir ki, "Yahu devletin malında
yetimin hakkı vardır," Yani topyekün bir
milletin bütün fertlerinin hakkının olduğu yerdir. Mesela camiler, köprüler,
çeşmeler, devlet daireleri, yollar, denizler.
Söylenmesi ve
gösterilmesi bile tüyler ürperten olayları televizyonlar ekrana getiriveriyor.
Eski tabiriyle "Daru'l-Eytam", yeni
tabiriyle "Çocuk Esirgeme Kurumu"nda çocuklara karşı.zaman içerisinde
nelerin yapıldığı, ahlaksızlığın en aşağısının yapıldığını görüyor veya duyuyoruz.
Burada esas suçlu,
oralarda o aşağılıkları yapan insanları yetiştiren eğitim-öğretim
sistemleridir.
Burada yapılması
gereken mücadele, bu rezilliklerin kaynağı durumunda olan "imansızlık ve ahireti inkar" pisliğini ortadan kaldırmak için .
olmalıdır.
Onun için Lokman (a.s)
oğluna nasihat ederken, ilk önce diyor ki; "Oğulcuğum! sakın Allah'a ortak
koşma. Çünkü şirk en büyük zûlümdür."[3]
Yetime yapılan zulmün gerisinde Allah'a ortak koşma vardır.
Onun için Allah (c.c)
burada, bizim dikkatimizi ilk önce dini yalanlayana, ahireti
yalanlayana çekiyor. Mücadelemizi biz burada vereceğiz. Suçu işleyenlere karşı
değil, birinci derecede p insanları üreten ve insanları o hale getiren
insanlar ve onların düşünce tarzı ile mücadeleedeceğiz.
Taş atana değil, taş attırana dikkat edeceğiz.[4]
3- Miskini
doyurmaya teşvik etmez.
"Taam"
yiyecek, "it'âm" yedirmek. Dini yalanlayan
kişi, kendi malından yedirmek şöyle dursun, fakirin kendi malını bile onun
elinden alır. Fakiri doyuranları teşvik etmez. Kendi malındaki fakirin hakkı
olan şeyi de vermez.
Onu vermediğine
dikkatimizi çekiyor. Bir başka ayet-i kerime de Rabbim şöyle buyuruyor.
"Zenginlerin mallarında fakirlerin ve herşey-den
mahrum olup, isteme durumuna düşen insanların hakkı vardır.''[5]
Yani zekât fakirin
hakkıdır. O hakkı vermemekle o suçu işlemiş oluyoruz. Yetimin malına el koymuş
oluyor. İşte dini inkâr eden insan beraberinde zekâtını da inkâr etmiş oluyor.
Çeşitli basın ve yayın
organlarında görüyoruz ve okuyoruz. "Devlet şu konuda, şu kadar teşvik
kararı aldı. Şu birimi teşvik etmek üzere hazineden şu kadar para ayrıldı"
gibi ifadelerden dolayı teşvik kelimesini biliyorsunuz.
Allah (c.c) de bizim
de teşvik tedbirleri almamızı ister. Ama teşvik de verilecek olan yerler
fakirlerdir, yolda kalmışlardır, borçlulardır, yetimlerdir ve ihtiyaç sahibi
olan herkestir. Burada "herkes" derken ayırım yapmıyoruz. Zekâtın
dışında verdiklerimizi biz müslümanlara da veriyoruz,
kafirlere de veriyoruz.
Şu İstanbul şehrinde
fakirlere en çok yardım eden yine müslüman-lardır. Yurtlar, burslar, kurslar, vakıflar, Daru'l-Acezeler ve Çocuk Esirgeme Kurumlari'na
yardım edenler yine müstumanlardır. Toplum hayatının
grafiğini dilenciler göstermektedir.
Dikkat ederseniz
dilenciler cami önlerinde dilenirler. Niye? Çünkü bu memlekette gönlünde
merhamet kırıntısı kalmış bir kaç insan varsa, o da camilerdedir. Bunu
deneme-yanılma yöntemiyle bulmuştur dilenciler.
Neticede cami önünde
dilenmeye başlamıştır. Kadın, gayri meşru yoldan elde ettiği çocuğunu da,
bakmak istemediğinden onu yine cami önüne bırakır.
Bu gün devlet de
teşvikleri zenginlere vermektedir. Yağlı kazandan taşan, yine yağlı kazana
dökülüyor. Aradakilerin canı çıkıyor.
Tirilyonlarca teşvik veren içerde yatıyor, alan adam ise dışarıda
geziyor. Bunun cevabını da kimse veremiyor. Bunun cevabı Maun Suresinin
birinci ayetinde veriliyor.
İnsan iman etmez ve
iman ettiği bu Kur'ân'la amel etmezse, başka
sistemlerle amel edecek olursa, sonuç budur. Onlar kendi sistemleri içerisinde
haklıdırlar.
Şöyleki, eğer bir insan ahirete
iman etmiyorsa, elinde de tirilyonlarca parayı
teşvik olarak verme yetkisi olsa, kime vermeyi tercih eder dersiniz?
Türkiye'nin en zengin adamı geliyor ve diyor ki, "bu parayı, bana
ver." En fakir insanı diyor ki; "Yahu bana başımı sokacak bir ev
yapıver."
Ahirete imanı olmayan bu insan, nereye verir? Fakire verse, o
insana karşılığında ne verebilirki? Alkış tutsa
elinin zayıflığından ses çıkmaz. "Allah razı olsun" diyecek. Allah'a
imanı olmayan bu insana, bu cümlenin ne faydası olacak?
Ama öbür tarafta
ışıklı salonlar da, o zengine yardım edecek olursa, yatlarda, uçaklarda belirli
güzel yerlerde bir araya gelme ve gönlüne göre yaşama imkanları temin ediliyor.
Karşı taraf, adama tatmadığı yeni zevkler tattırabiliyor. Ama fakir ona hiçbir
şey veremez bu anlamda.[6]
4- Yazıklar
olsun şu namaz kılanlara ki,
5- Onlar
namazı unuturlar.
6- Onlar
gösteriş yaparlar.
7- Ve (en
basit komşuluk ilişkilerindeki) yardımı da yapmazlar.
Onlar namazlarını
unuturlar, namazlarını gösteriş için kılarlar veya yaptıkları her şeyi gösteriş
için yaparlar. "Namazlarında unuturlar" dememiş. Çünkü hepimiz namaz
kılarken aklımız bazı işlerimizin peşine gidiveriyor. Rabbimiz bizi bizden
daha iyi bildiği için, "namazı unuturlar" demiştir.
Onun için bizler
namazımızı unutmadığımız gibi namazımızı da kalbimiz ve kalıbımızla kılalım.
Namazda iken dış dünya ile alakayı kesrnek için
okuduğumuzun manasını öğrenelim ve mana denizinde yüzelim.
Yani imansızlar
yaptıkları hayırlı işleri de gösteriş için yaparlar. Kıldıkları namazları da
gösteriş için kılarlar. Yani münafıklık yaparlar. -Çevresindeki insanların da
ihtiyaçlarını vermezler ve onları engellerler.
"Maun" için
tefsirlerimizde; komşular arasında karşılıklı birbirlerine verdikleri şey, diye
açıklama vardır. Ama komşular deyince bu devletler arası komşulukları da
kapsar.
Yanımızdaki komşumuzun
ani ihtiyaçlarını karşılamak ve onlara yardım etmek için Rabbim bizi teşvik
etmektedir. Komşunun komşuya ihtiyacı vardır. Komşu komşunun elidir, gözüdür,
her şeyidir. Onun için komşular arasındaki münasebetleri Allah (c.c) böylece
düzenlemiştir.[7]
[1] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 8/383.
[2] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 8/383-384.
[3] Lokman 13.
[4] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 8/384-385.
[5] Zariyat
l9.
[6] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 8/385-387.
[7] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 8/387-388.