MAUN SURESİ 2

 


MAUN SURESİ

 

Bu sûrenin, Mekke de mi?, yoksa Medine mi? nazil olduğu konu­sunda ihtilaf vardır. Sahabenin çoğunluğu ve tabiin'in bir çoğu Medine'de nazil olduğunu söylemişlerdir. Yedi ayettir.[1]

 

1- Gördünmü O dini yalanlayanı?

Burada "gördün mü?" ifadesi soru sormak için değil, öyle bir olayın meydana geldiğini ve kesinlikle olduğunu ifade etmek içindir. Yani "siz gördünüz" anlamındadır.

Dini yalanlamanın insanı ne hale getirdiğini gördün.

Burada din;

1- İslâm dini olarak anlaşılır.

2-  "Maliki yevmi'd-din" deki, ahiret ve ahiretteki kafirlere yönelik ceza anlamındadır.

Her iki manada, bizim sureyi anlamamız ve faydalanmamız açısın­dan bir değişiklik meydana getirmez.

Dini yalanlayan kişiyi gördün mü? Gördün mü ne hale geldi?

Bu ayet şu anda bize hitap ediyor. Teker teker Kur'ân-ı Kerim'i oku­yan herkese hitap ediyor. Bu sûreyi günlük beş vakit namazınızda okudunuz. Kendi kendinize ne diyorsunuz? Rabbim size ne diyor? "Gördün mü dini yalanlayan kişinin halini?

Dini yalanlayan kişinin halini gördük. Ahlaki yönden nasıl alçaldık-larını görü verdik. Harama ve Helâle hiç riayet etmediklerini görüverdik.

Yetimin ve devletin mallarını zimmetlerine geçirirken hiç utanmadık­larını da görüverdik. Fuhşa dalarken, ahlaksızlığın her çeşidini yapar­ken, hiç utanmadıklarını da görüverdik.

Demekki insanın izzetini, şerefini, namusunu, haysiyetini koruyan şey, görmediğimiz ama iman ettiğimiz, günül verdiğimiz "din"dir.

Yani siz dürüst olarak kalabiliyorsanız, izzet inizi, iffetinizi ve na­musunuzu koruyabiliyorsanız bu dine inanmış olmanızdan ve bu dine gönül vermiş olmanızdan kaynaklanmaktadır.[2]

 

2- İşte o'dur yetimi iten.

Allah (c.c) dini yalanlayanların bu dünyada iken yaptıklarından ör­nekler veriyor.

Yetimin hakkına riayet etmez. Halkımızın kullandığı bazı kelimeler vardır ki, Kur'ân ayetlerinden süzülerek Türkçeye dönüşmüş halidir. Devlet malından bir şey yiyen kişiye denilir ki, "Yahu devletin malında yetimin hakkı vardır," Yani topyekün bir milletin bütün fertlerinin hak­kının olduğu yerdir. Mesela camiler, köprüler, çeşmeler, devlet daire­leri, yollar, denizler.

Söylenmesi ve gösterilmesi bile tüyler ürperten olayları televizyon­lar ekrana getiriveriyor. Eski tabiriyle "Daru'l-Eytam", yeni tabiriyle "Çocuk Esirgeme Kurumu"nda çocuklara karşı.zaman içerisinde nelerin yapıldığı, ahlaksızlığın en aşağısının yapıldığını görüyor veya duyuyo­ruz.

Burada esas suçlu, oralarda o aşağılıkları yapan insanları yetiştiren eğitim-öğretim sistemleridir.

Burada yapılması gereken mücadele, bu rezilliklerin kaynağı duru­munda olan "imansızlık ve ahireti inkar" pisliğini ortadan kaldırmak için . olmalıdır.

Onun için Lokman (a.s) oğluna nasihat ederken, ilk önce diyor ki; "Oğulcuğum! sakın Allah'a ortak koşma. Çünkü şirk en büyük zûlümdür."[3] Yetime yapılan zulmün gerisinde Allah'a ortak koşma vardır.

Onun için Allah (c.c) burada, bizim dikkatimizi ilk önce dini yalanla­yana, ahireti yalanlayana çekiyor. Mücadelemizi biz burada vereceğiz. Suçu işleyenlere karşı değil, birinci derecede p insanları üreten ve in­sanları o hale getiren insanlar ve onların düşünce tarzı ile mücadeleedeceğiz. Taş atana değil, taş attırana dikkat edeceğiz.[4]

 

3- Miskini doyurmaya teşvik etmez.

"Taam" yiyecek, "it'âm" yedirmek. Dini yalanlayan kişi, kendi ma­lından yedirmek şöyle dursun, fakirin kendi malını bile onun elinden alır. Fakiri doyuranları teşvik etmez. Kendi malındaki fakirin hakkı olan şeyi de vermez.

Onu vermediğine dikkatimizi çekiyor. Bir başka ayet-i kerime de Rabbim şöyle buyuruyor. "Zenginlerin mallarında fakirlerin ve herşey-den mahrum olup, isteme durumuna düşen insanların hakkı var­dır.''[5]

Yani zekât fakirin hakkıdır. O hakkı vermemekle o suçu işlemiş olu­yoruz. Yetimin malına el koymuş oluyor. İşte dini inkâr eden insan be­raberinde zekâtını da inkâr etmiş oluyor.

Çeşitli basın ve yayın organlarında görüyoruz ve okuyoruz. "Devlet şu konuda, şu kadar teşvik kararı aldı. Şu birimi teşvik etmek üzere hazineden şu kadar para ayrıldı" gibi ifadelerden dolayı teşvik kelime­sini biliyorsunuz.

Allah (c.c) de bizim de teşvik tedbirleri almamızı ister. Ama teşvik de verilecek olan yerler fakirlerdir, yolda kalmışlardır, borçlulardır, ye­timlerdir ve ihtiyaç sahibi olan herkestir. Burada "herkes" derken ayı­rım yapmıyoruz. Zekâtın dışında verdiklerimizi biz müslümanlara da veriyoruz, kafirlere de veriyoruz.

Şu İstanbul şehrinde fakirlere en çok yardım eden yine müslüman-lardır. Yurtlar, burslar, kurslar, vakıflar, Daru'l-Acezeler ve Çocuk Esirgeme Kurumlari'na yardım edenler yine müstumanlardır. Toplum hayatının grafiğini dilenciler göstermektedir.

Dikkat ederseniz dilenciler cami önlerinde dilenirler. Niye? Çünkü bu memlekette gönlünde merhamet kırıntısı kalmış bir kaç insan varsa, o da camilerdedir. Bunu deneme-yanılma yöntemiyle bulmuştur dilenci­ler.

Neticede cami önünde dilenmeye başlamıştır. Kadın, gayri meşru yoldan elde ettiği çocuğunu da, bakmak istemediğinden onu yine cami önüne bırakır.

Bu gün devlet de teşvikleri zenginlere vermektedir. Yağlı kazandan taşan, yine yağlı kazana dökülüyor. Aradakilerin canı çıkıyor.

Tirilyonlarca teşvik veren içerde yatıyor, alan adam ise dışarıda ge­ziyor. Bunun cevabını da kimse veremiyor. Bunun cevabı Maun Suresinin birinci ayetinde veriliyor.

İnsan iman etmez ve iman ettiği bu Kur'ân'la amel etmezse, başka sistemlerle amel edecek olursa, sonuç budur. Onlar kendi sistemleri içerisinde haklıdırlar.

Şöyleki, eğer bir insan ahirete iman etmiyorsa, elinde de tirilyon­larca parayı teşvik olarak verme yetkisi olsa, kime vermeyi tercih eder dersiniz? Türkiye'nin en zengin adamı geliyor ve diyor ki, "bu parayı, bana ver." En fakir insanı diyor ki; "Yahu bana başımı sokacak bir ev yapıver."

Ahirete imanı olmayan bu insan, nereye verir? Fakire verse, o in­sana karşılığında ne verebilirki? Alkış tutsa elinin zayıflığından ses çıkmaz. "Allah razı olsun" diyecek. Allah'a imanı olmayan bu insana, bu cümlenin ne faydası olacak?

Ama öbür tarafta ışıklı salonlar da, o zengine yardım edecek olursa, yatlarda, uçaklarda belirli güzel yerlerde bir araya gelme ve gönlüne göre yaşama imkanları temin ediliyor. Karşı taraf, adama tatmadığı yeni zevkler tattırabiliyor. Ama fakir ona hiçbir şey veremez bu an­lamda.[6]

 

4- Yazıklar olsun şu namaz kılanlara ki,

5- Onlar namazı unuturlar.

6- Onlar gösteriş yaparlar.

7- Ve (en basit komşuluk ilişkilerindeki) yardımı da yapmazlar.

Onlar namazlarını unuturlar, namazlarını gösteriş için kılarlar veya yaptıkları her şeyi gösteriş için yaparlar. "Namazlarında unuturlar" dememiş. Çünkü hepimiz namaz kılarken aklımız bazı işlerimizin pe­şine gidiveriyor. Rabbimiz bizi bizden daha iyi bildiği için, "namazı unu­turlar" demiştir.

Onun için bizler namazımızı unutmadığımız gibi namazımızı da kal­bimiz ve kalıbımızla kılalım. Namazda iken dış dünya ile alakayı kesrnek için okuduğumuzun manasını öğrenelim ve mana denizinde yüze­lim.

Yani imansızlar yaptıkları hayırlı işleri de gösteriş için yaparlar. Kıldıkları namazları da gösteriş için kılarlar. Yani münafıklık yaparlar. -Çevresindeki insanların da ihtiyaçlarını vermezler ve onları engellerler.

"Maun" için tefsirlerimizde; komşular arasında karşılıklı birbirlerine verdikleri şey, diye açıklama vardır. Ama komşular deyince bu devlet­ler arası komşulukları da kapsar.

Yanımızdaki komşumuzun ani ihtiyaçlarını karşılamak ve onlara yardım etmek için Rabbim bizi teşvik etmektedir. Komşunun komşuya ihtiyacı vardır. Komşu komşunun elidir, gözüdür, her şeyidir. Onun için komşular arasındaki münasebetleri Allah (c.c) böylece düzenlemiştir.[7]



[1] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/383.

[2] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/383-384.

[3] Lokman 13.

[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/384-385.

[5] Zariyat l9.

[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/385-387.

[7] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/387-388.


The CHM file was converted to HTM by Trial version of ChmDecompiler.
Download ChmDecompiler at: http://www.zipghost.com