Daha önce
belirttiğimiz gibi, Kur'an-ı Kerim'de surelerin isimleri O suredeki bahsedilen
konunun özeti anlamında değildir. Mesela Bakara suresinde Musa (as)ın
hayatından bahsedilirken, bir ineğin kurban edilmesi olayından bahsettiği için
bakara suresi ismi verilmiştir. Bu su-redede 80. ayette Semud kavminin başkenti
olan "Hıcr" halkından bahsettiği için bu "Hıcr" ismi
verilmiştir.
"Hıcr" kelimesi
arabın dilinde alıkoymak, engellemek manasına gelir. Onun için Türkçede
kullandığımız "hücre" kelimeside "hıcr" kelimesi ile
aynıdır. Aynı kökten gelir. "Onu hapishanede hücreye attılar" gibi,
Dışarıdan insanların içeriye girmesini, içeriden de dışarıya çıkmasını
engelleyen bir yerdir de onun için. Yine Arabın dilinde bir evin odasınada
hücre denir. Kuran-ı Kerim'de "Hucurat" suresi var, orada da Hz.
Peygamber (a.s.)'ın hanımlarının kaldığı odalardan bahsettiği için bu isim
verilmiş. Odalar anlamında. Bir evin odalarından birine hücre denmesinin sebebi
oraya giriş ve çıkışı engellediği içindir.
Yine Kur'an-ı Kerim'de
Akıl kelimesi hıcr olarak kullanılır. " lizi hıcr" diye geçer
"Akıl sahiplerine" anlamındadır. Akla, hıcr denmesinin sebebi ise
akıl kötülüğün insana girmesini engellediğinden dolayıdır. Akıl sahibi insan
kötü işler yapmaz. Akıl kötülüklerden kişiyi engeller, ona kötülükleri
yapıyorsa aklı o kişiyi engellemiyor demektir veya aklı yok denir.
Bu surede de yine
Allah (c.c.) "Elif, Lam, Ra" diyerek başlamış. Bunlara 'hurufu
mukattaa' denir. Kesik kesik okunduğundan bir kelime veya bir cümle
olmamalarından ayrı ayrı olmalarından dolayı.
Bakara suresinde de
" Elif, Lam, Mim" in tefsirini yaparken, Allahu Teala Arap
edebiyatını çok iyi bilenlerine, aynı zamanda günümüz insanlarına da meydan
okumaktadır. Günümüzdeki bazı imansızlar çıkıp Kur'an, Muhammed (s.a.v.)'in
kendisinden uydurduğu bir kitabtır diyorlar. Bu iftirayı o günün insanları da
yapmıştı. İşte Allahu Teala da bu ve buna benzer surelerde Arab ediplerine,
şairlerine, aynı şekilde günümüz inkarcılarına öyle diyorsanız, sizde Kur'an-ı
Kerim'in bir benzerini ortaya koyun ve bu konuda Allah'tan başka diğer
yardımcılarınızda, bilginlerinizide çağırın. Sizde arapsmız, arabın edip
insanlarısınız çok ünlü şiirleriniz ve edebi eserleriniz var. Kur'an'ın ana
malzemesi olan bu harflerde sizin, kelimelerde sizin buyurun. "Kur'an'ın
bir benzerini ortaya koyun."
Bir de sureye
harflerle başlanmişsa o surede 1. ve 2. ayeti kerimeler Kur'andan bahseder. Bu
surede de;[1]
1- Elif,
Lam, Ra. İşte bunlar kitabın ve apaçık Kur'an'ın ayetleridir. Ve manası gayet
açık ve birçok hakikati açıklayan Kur'an'ın ayetleridir. Yani hicr süresindeki
ayetler Allah'ın indirdiği kitabın ayetleri ve insanlara herşeyi açıklayan en
açık bir şekilde bahseden insanlara da bilmediğini açıklayan Kur'an'ın
ayetleridir.
Bundan sonra;
kafirlerin Ölüm halinde ve bir de ahirette cehennemi gördüklerinde yanıp
yakılarak söylediklerini dile getiriyor.[2]
2- Bir
müddet sonra kafirler: "Keşke müslüman olsaydılar" diye arzu ederler.
Çoğu kere kafirler
keşke ne olaydı müslüman olsaydık derler. Onlar müslüman olmalarını isterler.
Tefsire il erin ifadesi cehennemde yanarken kafirler müslümanların cennete
gittiklerini görürler; birde cehennemde günahkar müslümanlar var, onlarında
zamanla cehennemden çıkıp cennete gittiklerini görecekler ve "keşke bizde
müslüman olsaydık" derler.
Bir çok hadis rivayet
edilmiş bu konuda "cehennemde kafirler günahkâr müslümanlara derlerki,
hani imanınız size fayda vermedi, sizde bizimle beraber cehennemdesiniz. Bunun
üzerine Allah (cc) oradaki müslümanları cennete gönderir ve kafirler,
"keşke bizde dünyada müslüman olsaydık derler. Bizde bunlarla beraber
kurtulsaydık" temennisinde bulunacaklar ama son pişmanlık fayda vermez.
Bu Hz. Peygambere bir
teselli kâfirlere de bir uyarıdır. Sonra pişman olacaksınız şimdiden başınızın
çaresine bakın uyarışıdır. İmana gelin, eğer imana gelmezlerse.[3]
3- Bırak
onları. Yesinler, faydalansınlar, (sonu gelmez) emel onları oyalasın. Yakında
(gerçeği) bilecekler.
Bırak onları kendi
hallerinde yesinler derken şöyle bir ifade var. Nasılki merada hayvanlar kendi
hallerine dilediği yerden istediği kadar otlanırsa; işte bu kâfirlerde böyle
bırak onları onlarda kendi hallerine bu dünya nimetlerinden yesinler. Haramdan
yesinler şarab içsinler ne yaparlarsa yapsınlar. Hayvanlar gibi yaşasınlar ama
yaptıklarının karşılığını bir gün görecekler ve bileceklerki yapmış oldukları
yanlış bir iştir.
Tabiki bu Hz.
peygamber (as)'a; tebliği bırak, yönünde değil. Kâfirun süresindeki "sizin
dininiz size, benim dinimde bana" ayetinde ifade edildiği anlamında değil.
Yine tebliğe devam edilecek.
Diyelimki adama islamı
tebliğ ediyoruz. Adam bir türlü inanmıyor, imansızlığında İsrar ediyor.
Neredeyse sizi imanınızdan edecek, ona "sizin dininiz size, benim dinimde
bana" deyip ertesi gün yine ona islamı tebliğe devam edeceğiz, Çünkü
kimin iman edip kimin iman etmiyeceğini biz bilemeyiz. Peygamber efendimizde
bilemez. Herkesin iman edebileceği ümidi ile tebliğ yoluna devam edeceğiz. İman
etmezsede o da hayvanlar gibi bu dünyada yesin ölsünki, ölüsü hayvanlar gibi
olmayacak, cehennem azabını görünce "keşke bende müslüman olsaydım"
diyecek.[4]
4- Hiçbir
memleketi belli bir yazısı olmadan helak etmedik.
Biz hiçbir kenti helak
etmedik ki: Onun için daha önceden yazılmış bir vakit olmasın. Zalim milletleri
ve onların başkentlerini helak ederken, onların helaklarını ne öne alır nede
sona bırakırız.
Ancak zamanı
tamamlanır. Nasılki; meyve dalından tam olgunlaştıktan sonra düşerse veya bir
su damlacığı tam kıvamına geldikten sonra damlarsa, aynı şekilde milletlerinde
yok edilişi ve helak edilişinde onlara belirli zaman tayin edilmiştir. Tabiki
bu zaman içinde helak olmanın kanunlarının gerçekleşmesi, yerine getirilmesi gerekir.
İşte o kanunlar mesela
geçmiş ümmetlerden Şuayb (as)'ın Kavmi serbest ticaret, serbest ekonomi gibi
mantıkla hareket edip, ticaretin her türlüsünü meşru saymışlar.
İşte bunların bu
şekildeki davranışları o milletin helakini hazırlıyor. Bizde günümüzde bazen
acele ediyoruz. "Yarabbi ne olur şu Amerikayı tepe taklak getiriversen
aynı şekilde Rusya içinde söylüyorduk. Ama belirli bir sureci
doldurmadan," helak olmanın kanunları yerine getirilmeden helak
edilmiyeceğini bu ayet bildiriyor. Rusya'nın sürecini doldurduğu gibi ABD de
birgün olup o sürecini dolduracaktır.
Bu milletlerin helaki, bir
çınar ağacına benzer. Ne kadarda kuvvetli rüzgarlar eserse essin yapraklan
dökülmez. Ama bir güz mevsimi geldimi artık çok hafif şiddetdeki bir rüzgarda
bile çınarın altı yapraklarla doluverir. İşte bu güz mevsimi hava, güneş
rüzgar gibi etkenlerle onun yapraklarının dökülmesi zamanı helak olması
zamanıdır. İşte milletlerde böyledir. Onların helakında da bütün şartların
oluşması gerekir.
Yine bu ayetin; bir
anlamda diğer bir tefsiri bakara suresinde geçmişti. Orada İbrahim (as)'a
Allahu Teala "insanlara seni önder kılacağım" diyor. İbrahim (as)'da
"bu imamlık yöneticilik zürriyetimdede devam etsin" diyor. Allahu
Teala'da "bu yöneticilik makamına zalimler ulaşamaz" buyuruyor.[5]
Ama günümüzde;
"zalimler yönetici oluyor" derseniz. Adil bir toplumun başına
zalimler yönetici olamaz. Hal böyle olunca bazı şeylerden şikayet ediyorsak
kabahat yalnız o adamlarda değil, kusur top yekun o toplumu meydana getiren
insanlardadır da.
Yönetim de bulunup da
beğenmediğimiz insanlar, bizdeki haleti ruhiyenin şekillenmiş halidir. Bizlerin
iç dünyası milyonlarca insanın iç dünyası yönetimde bulunan insanda şekillenip
ortaya çıkıyor. Bundan dolayıda kusur tamamen sadece o yöneticide değil aynı
zamanda kusur biz insanlardadır.
İşte Allah (cc) buna
işaret ediyor. Bir ülkenin yada milletin helak olması demek, o ülkenin
topraklarını altını üstüne getirmesi demek değildir. Gerçi tarih boyunca bazı
toplumların altını üstüne getirmiş ama, "helak" aynı zamanda
toplumdaki yönetimlerinde değişmesidir. Mekke halkımda helak etmiş, onların
zulüm saltanatına son vermek suretiyle. Yoksa topraklarını altını üstüne
getirme şeklinde değil.[6]
5- Hiçbir
millet ecelini geçemez, ondan geride kalamaz. (Milletlerde eceli gelince
ölürler)
Bir toplumun bir
milletin eceli ne Öne geçer nede bir saat geriye kalır. Zamanı geldimi birden
göçüverir. Mesela ben diyorumki; Amerika'nın göçüşünü ömrü olan bu nesil
görecektir. İki sene sonra, 10 sene sonra veya 20 sene sonra olurmu, olur.
Bu durumu birkaç yıl
önce Rusya için söylediğimizde bize gülüp geçerlerdi. Ama durum meydanda.
Batıya el açar duruma geldiğini bütün insanlık gördü.[7]
6-
(Kafirler) dedilerki: "Ey kendisine zikir (Kur an) indirilen, şüphesiz sen
delisin"
Bunu Peygamber
efendimize söylüyorlar. Niçin böyle diyorlar.? Zira Hz. Peygambere Mekke devlet
başkanlığı teklif edildi. Ama olmadı, kabul etmedi.
Tıpkı günümüzdeki bir
adama bakanlık teklif edilip kabul etmemesi gibi zira kanunlar buna müsait
milletvekili olmadığı halde dışarıdan bakan atanabiliyor. Şu günkü insanların
anlayışında bakanlığı red eden bir kimse delidir. Zira o bakanlıkta köşeyi
dönmek çok basit ve geçimin yolu çok kolaydır.
Hz. Peygambere
Mekke'nin en güzel kadınlarını teklif ettiler, onu da kabul etmedi. Mekke'nin
en zengini yapalım dediler Hz. Peygamber onu da kabul etmedi. Onun için Hz.
Peygambere sen delisin diyorlar.
Günümüzdede bir kısım
müslümanlara aynı ifade kullanılıyor. Eline şu imkanlar geçti de yapmadı.
Aslında harama bulaşmadığı için akıllılık yapıyor.
Bu ayette Kur'an'a
"Ez-zikr" kelimesi kullanılıyor. "Ey kendisine zikir
indirilen" şeklinde ifade ediliyor.
1- Kur1 anın
kendisi zikirdir. Zira zikirlerin en efdalide Kur'an okumaktır. İslam alimleri
birkişi "tevhid kelimesi" ile zikir yapsa mı? daha çok sevap alır,
yoksa Kur'an-ı Kerim okusa mı? daha çok sevap alır münakaşasını yapmışlar.
Netice olarak Kur'an okursa daha çok sevap alır görüşüne varmışlar.
Efendimiz (s.a.v.);
"Namazda Kur'an okumak, namaz dışında Kur'an okumaktan efdaldir, Namaz
dışında Kur'an okumak ise teşbih ve tekbir getirmekten efdaldir."
buyuruyor.[8]
2- Allahı hatırlattığı için Kur'an'a zikir denmiştir.
Zamanımızda bir kısım
müslümanlara özellikle küfür rejimleri tarafından "deli" damgası
vurulmaya çalışılmıştır. İslami gayreti olan insanlara, bilhassa onların bu
gayretlerini sıfıra indirmek, onları etkisiz hale getirmek için deli damgası
vurulmakta. Bazı müslüman doktorlarda bunun gibi kişileri 3-5 yıllık
hapislerden kurtarmak için böyle raporlar düzenliyorlar.
Aslında böyle iyi
niyetli insanlarda, müslümanlar aleyhinde çalışanlara farkında olmadan yardım
etmiş olmaktadır. Zira gayretli bir mümini safdışı yapıp onu toplum nazarında
sıfıra indirmiş olmaktadır.
Birçok ayette Allahu
(teala); Hz. Peygamberin deli olmadığının üzerinde ısrarla durmaktadır. Eğer
devlet başkanlığını, Mekke'nin en zengini olmayı, en güzel kadınla evlenmeyi
reddediyorsa onunda bir , hedefi vardır.
Zira ileride Mekke'nin
yönetimi Hz. Peygambere verilmiştir. Bu Mekke halkının vermesiyle değil,
Allah'ın lutfu ve kendi gayreti ile olmuştur. Eğer onların vermesi ile
olsaydı, Onlar birgün o makamları geri alabilirdi. Bir kişiyi bir makama
getiren onu o makamdan da alabilme güç ve selahiyetine de sahipdir demektir.
Bunun için Hz. Peygamber buna razı olmamaktadır.[9]
7- "Eğer
doğru söyleyenlerden idiysen
bize melekleri getirmeli
değilmiydin?"
"Mademki peygambersin
ve de söylediklerinde doğrusun bize melek gelmeli değil mi?" Yani sana
gelen melek bizede gelmeli değilmi veya o sana gelen meleği bizde görsek ve
"bu ayetleri, buna ben getiriyorum" dese.
Başka bir ayette de
Allahu Teala "onlara melek gelsede yine iman etmezler" buyuruyor.
Zira melek gelse insan suretinde gelecek o zamanda ona bu melek değil insan
diyecekler.[10]
Melek, asli şekli ile
gelse, Melekler nurdan yaratıldığı için bu imansızların gözlen onları görecek
kapasitede değil, her iki cihette de yine inkâr yönüne gidecekler.[11]
8- Biz
melekleri ancak hak ile (azapla) indiririz. O zaman onlar korunup
gözetilenlerden olmazlar.
Biz melekleri hak ile
indiririz. Yani Melekler, ya Peygamberlere vahiy getirir onun için iner. Veya
bazen de bir milleti yok etmek onlara azab etmek için inerler.
İşte o azab melekleri
geldiğindede yeryüzündeki hiç bir kimseye torpil geçilmez. İnanmayanlardan
hiçbir kimseye ayrıcalık tanınmaz.[12]
9- Şüphesiz
o zikri (Kur'an'ı) biz indirdik ve elbette onun koruyucusuda biziz.
Çokça dile getirilip,
vaaz konusu edilen bir ayettir bu 9. ayet peki Kur'an nasıl korunur. Bundan
1400 sene önce nazil olmaya başlamış; Peygamberimize nazil olduğu gibi de
günümüze kadar hiçbir değişiklik olmadan gelmiş. Bu gün bazı batılı düşünürler
Kur'an'ın bu şekilde hiç değişikliğe uğramadan gelmesi olayına itiraz
etmektedirler. Zira onların mantığı bunu kavrayamamaktadır.
1400 sene önce
söylenen bir filozofun, bir tabibin, bir düşünürün sözü bize kadar gelmiştir;
ama mutlaka bir ilaveye bir eksikliğe maruz kalmak suretiyle değişime
uğramıştır. Siz bu Kur'an'ı nasıl korudunuz diye hayret etmektedirler.
Bizde diyoruz ki;
bakın Kur'an dilden geldi Cebrail (as) Peygambere okudu, Hz. Peygamber de
sahabesine okudu ve sahabesi onu ezberledi. Sahabe de kendinden sonraki nesle,
o nesil (tabîn nesli) de kendisinden sonraki nesle okudu ve böylece bu;
nesilden nesile devam etti ve günümüze kadar geldi.
Bugün benim elimde
Abdurrahman Gürses hocamızın icazetnamesinin sureti var. Diğer bir anlamda bu
diploma ama diplomadan farklı; ' diplomalarda sadece hangi üniversiteyi kaçıncı
derece ile bitirdiği yazılmaktadır. Fakat O üniversitede bu bilgileri kimler verdi
yazılı değildir. Ama Abdurrahman hocamızın okuduğu hocası yazılı, onun hocasının
hocası da bu şekilde silsile yoluyla Hz. Peygamber (as) ve Cebrail'e (as) kadar
devam etmektedir.
İşte bu metodla biz,
bu insanların nerede yaşadığını nerede vefat ettiklerini nasıl bir yaşantı
içinde olduklarını bilmekteyiz. Bu icazet sadece Abdurrahman Gürses hocaya ait
değil. Endonazya da, İspanya'da, Cezayir'de, Mısır'da yaşayan bir Kur'an
Kariinin de böyle bir icazeti var. Bu sistem batılının aklına yatmıyor.
Batılı diyorki ben sana bir
söz söylesem o yanındakine oda yanın-dakine söylese bu sonunda aynen ortaya
çıkmaz değişir diyorlar. Herşeyden önce müslümanlar Kur'an-ı Allah kelamı
olarak kabul etmişler, sahabeden 400 tanesi işini gücünü bırakmış, Ashabı
suffede Kur'an-ı devamlı okumak ve onu öğrenmekle meşgul olmuş. Sahabe bütün
gücünü Kur'an'a vermiş ondan sonraki nesillerde de yine Kur'an alimleri bu işe
ömürlerini vermişler. Günümüzde bir Abdurrahman Gürses, bir Gönenli Mehmet
Efendi hocalar ömürlerini Kur'an öğretmekle geçirmiş. Günlük konuştukları
kelimelerin % 60-70'i Kur'anla ilgilidir. Ya Kur'an öğretir ya da Kur'an
dinler... İşte böyle bir hal, Kur'an bu gibi insanların gayretiyle günümüze
kadar bu şekilde gelmiş.
Rabbim "biz
koruyucuyuz" diyor ama, kimlerle korur, yarattığı kullarla korur. Korumak
demek belirli yerde onu muhafaza altına almak demek değildir. Bu ümmetin
içinden buna önem verecek insanların çıkması onların Kur'an-ı öğrenip
başkalarına öğretmesidir.
Kafirler bütün
güçleriyle "Kur'an-ı Kerimi okutmayacağım, okutanın boynunu vururum,
hapishanelerde çürütürüm diye tam 30 sene direnmiş. Ama o dönemde yine
Kur'an-ı Kerimi dağların tepelerinde okutabilecek insanları Allah devamlı var
etmiştir. İşte Allah'ın koruma şekli budur.
Bu koruma şekli sadece
Türkiye'ye mahsus değil Rabbim Sudan'da da, Mısır'da da, Moskof Rusya'sında da
ki 1917 bugüne kadar devamlı Kur'anın aleyhine hareket etmesine rağmen,
oralarda Kur'an-ı Öğrenen ve öğreten, Arapçayı azda olsa öğrenen ve öğreten
insanlar var olmuştur. Bugünde vardır. Kıyamete kadarda var olacaktır.
Bu ayete Ehli kitap
tarafından şöyle bir itiraz var. Aslında itiraz etmiyorlar. Diyorlarki Kur'an
size göre Allah kelamı mı? Evet Allah kelamı Tevrat ve İncil'de size göre Allah
kelamı değil mi? Evet onlarda Allah kelamıdır. Madem öylede İncil ile Tevrat'ın
tahrif edildiğine inanıyorsunuz Allah onları niye korumamış? Biz korunduğuna
inanıyoruz diyorlar. İncilde Tevratta Tahrif edilmemiştir görüşündeler. Bizde
diyoruz ki madem bunu iddia ediyorsunuz Kur'an-ı da kabul edin. Bu noktada
Kur'an-ı kabul etmiyorlar.
Allahu Teala bu ayette
Kur'an-ı koruyacağını vaad ediyor. Yine Allahu Teala Maide suresi 44. ayetinde;
Yahudi hahamları ile Hıristiyan papazları Tevrat ve İncili korumak için gayret
ettiler çalıştılar tabi ki samimi olanları.
Allahu Teala o gün onlara
havale ettiği için, onlardan bir kısmı iyi niyetle bir kısırında kasıtlı olarak
kelimelerin yerlerini değiştirdiler, ilaveler yaptılar. Hakkın yanına batılıda
karıştırdılar. Ve böylelikle korunmadı. Rabbim kendi kelamını zaten kendi
korudu kendisi koruyor. Korunmayan şey sayfalar üzerinde korunmamış tır.
Bizde müslümanlar
olarak Kur'an-ı kollayacağız. Korumak onu bağrımıza bir kitap olarak basmak
değil içindeki ahkam ile amel etmek, icra edilmesi demektir.[13]
10-
Senden önce gelen
ilk topluluklar içinde
de peygamber gönderdik.
11- Onlara
gelen her peygamberle, onlar alay ettiler.
Hz. Peygambere teselli
amacıyla "senden öncede biz çeşitli toplumlara peygamberler gönderdik.
Onlar kendilerine gelen peygamberlerle dalga geçtiler, alay ettiler."
Yalnız alay edilen, deli denilen, yalan söylüyorsun diye iftira edilen sen
değilsin. Senden öncekilerede aynı şeyleri söylediler. Durum bundan ibarettir
hâl böyle olunca diğer peygamber kardeşlerin gibi sende üzülme. O kardeşlerin
bu davadan vazgeçmediler. Musa (as), kardeşi Harun (as) ile o günün devlet
başkanı Firavun'a karşı çalıştılar gayret gösterdiler. Sonunda onun saltanatına
son verdiler. Durum böyle olunca sende bu davana devam et denilmektedir.[14]
12-13- Biz
böylece onu (alaya almayı) suçluların kalblerine sokarız. Öncekilerin adeti
(inkarları ve helakları) geçtiği halde onlar yinede buna (Kur'an'a) iman
etmezler.
İşte böylece Mücrim
suçluların, kâfir günahkarların ki; bugün suçlu denince günah işleyen,
hırsızlık yapan akla gelir. Asıl mücrim, suçlu iman etmeyenlerdir. İşte bu iman
etmeyenlerin kalbine, imansızlığı; inkârları sebebiyle gerçekleştiririz de,
iman etmezler. İmansızlıkları sebebiyle de onlar, sanada senin getirdiğin
kitaba da iman etmezler.
Daha önceki kâfirlerde
peygamberlerine iman etmediği gibi, bu imansızlardan bir kısmıda sana iman
etmezler. Evvelkilerinde durumu (sünneti) bu idi, sen üzülme tebliğ yoluna
devam et.[15]
14-15-
Onlara gökden kapı açsakda oradan çiksalardı: Elbette şöyle derlerdi:
"Muhakkak gözlerimiz bağlanmış, belkide biz büyülenmiş bir toplumuz."
Onlar senden
peygamberliğin konusunda; Daha önceki ayetlerde belirtildiği gibi "melek
gelsede görseydik veya biz de gökyüzüne çıksaydık" derler. Halbuki onlara
gökyüzünün kapısını açsak ve onlarda oraya gündüz gözüyle çıksalar, "bizim
gözümüzü bu kaydırıyor gözlerimiz döndürülüyor, bize sihir yapıyor"
derler.
Hz. Peygambere de
imansızlar gelip şu ayı ikiye böl iman edelim demişler, O'da mübarek işaret
parmağıyla işaret eder ayı ikiye böler; gözleriyle gördükleri halde sen bizim
gözümüzü boyuyorsun deyip iman etmediler." İnanmayan yine inanmaz.
Hz. Peygambere iman
edenler mucizesiz iman etmişler. Sahabe mucize istememiş, hayatına yaşantısına
bakmışlar iman etmişlerdir. Tavuktan yumurtanın, yumurtanın içinden de tavuğun
çıkması, denizin
içinde balığın
yaşaması, kuşun havada uçması birer mucizedir. Bunları görüp inanmayana acaba
hangi mucizeleri getirip göstermek gerekir?
Fahrettin Razi 4 büyük
imamın Allah'ın varlığını isbat eden delillerinin hepsini bir arada tefsirinde
zikretmişte... Bir adamı bir kaleye haps etseler birgünde o kalenin bir duvarı
açılsa da dışarı çıksa ne denir buna dışarıdan bir adam bunu açıverdi denir.
Bir tavuk yumurtası ki insan bazan dikliğine kırmakta güçlük çekiyor o boynunu
tutamayan civciv o yumurtanın içinden çıkıyor onu dışarıdan çatlatan bir güç
varki oda Allah'dır.
İmam Safi de dut
yaprağını koyun yiyor et oluyor, ipek böceği yiyor ipek oluyor; bir başkası
yiyor süt oluyor, bir başkası yedimi gübre oluyor. İşte bütün bunları evirip
çeviren yalnız Allah'tır. Bunlar bakacak gözler, anlıyabilecek akıllar için
birer mucizedir. Biz bunların mucize olduğuna inanırız.[16]
16- Biz
gökyüzünde burçlar yarattık ve onu bakanlar için süsledik.
Bunlar gökyüzüne
bakmazlarını başlarını şöyle bir gökyüzüne kaldırsınlar biz gökyüzünde burçlar
yarattık.
Türkçemizde de
kullanırız, bu burç kelimesini kalenin burcu deriz, bu kalenin en yüksek ve
sağlam yeridir. Eski şehirlerde dış kale, iç kale, orta kale, iç kaleninde en
yüksek ve ortasında burç vardır orası enson alınabilen yerdir.
Astronomi ile
ilgilenen alimlerimizde yıldız kümelerine ve gökyüzü ile ilgili bazı şeylere
burçlar demişler. Tabiki burada bahsedilen burç ile astronomi alimlerinin
isimlendirdiği burçlar, bunlardır diyemediğimiz gibi bunlarda değildir
diyemiyoruz.
Gerek arstronomi
gerekse bu ayette bahsedilen burçlarla gazete köşelerinde bahsedilen burçlar
arasında hiçbir alaka yoktur ve o gazetelerdeki burçlarında hakikati yoktur.
Bu ayette Allahu Teala
burç yarattığını ve bakan (görenler) içinde biz onu süsledik diyor. Mülk
suresinde de gözünü döndür döndür bak gökyüzünde bir çatlaklık bir kusur ve
eksiklik görürmüsün ancak gözün sana yorgun olarak geri döner buyurmaktadır.
Hakikaten gökyüzü
kusursuz, eksiksiz bir şekilde yaratılmış. Eksiklik ve kusur göremiyoruz; bize
süslü geliyor. Tarih boyunca bu böyle olmuş seyretmeye doyum olmamıştır.[17]
17-18- Biz
onu (semayı) taşlanan her şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı yapanıda
apaçık bir ateş parçası peşine düşer kovalar.
ve o gökyüzünün
burçlarını Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmış şeytandan koruduk. O
şeytanlardan kulağını verip burçların ötesini dinlemeye çalışanlarada apaçık
bir ateş tabi olur ve onları oradan alı-verir. Mülk suresindede: Biz gök yüzünü
yıldızlarla süsledik ve onlardan bir kısmımda şeytanları kovmak üzere
yarattık.
Bu ayetlerin
tefsirinde şeytanların cinlerin bu dünya insanı için yaratıldığını ve dünyanın
dışına çıkamiyacaklarmı (belirli bir yere kadar) tabiki bu mesafeyi biz bilemiyoruz.
Yani burç denen yerler
neresidir, dünyanın kendine has yörüngesini idir, yörüngenin son sınınmıdır,
bunu bilemiyoruz. Fakat ayette ifade edilen şudurki; bu dünya ile ilgili bir
sınır var, oradan öteye şeytanların geçemiyeceğini ve geçmeye çalıştıklarında
da burçların onları engellediğidir.
Bizim islam aleminin
rasathaneleri pek güçlü değil; Avrupalılar daha ziyade bu rasathanelere sahip.
Bu ayetler bu alimlere ulaştırılırsa herhalde onlar üzerinde daha çok tesiri
olur.[18]
19-
Yeryüzünü yaydık. Oraya dağlar koyduk. Orada herşeyden ölçülü (nebatlar)
bitirdik.
Yeryüzünü de insanlara
yaydık ve orada sabit dağlar kurduk; Yarattık. O yeryüzünde herşeyi ölçülü bir
şekilde yarattık çiçekleri ağaçları, ölçülü bir şekilde bitirdik insanlar için.
Biıv çınar ağacı bir
senede 2 metre, 2. senede 3 metre, 3. senede 4 metre, 4. seneden sonra yerinde
sayıyor. Eğer ekildiği senenin hızı ile büyümüş olsa 300 yıllık bir çınar
İstanbul'un tamamını kaplıyacak durumda olur. Fakat Allahu Teala çınara bir
sınır vermiş. En iyi şartlar içinde iyi hava ve su içinde belirli bir sınırı
vardır. O sınırı aşmıyor, diğer bitkilerin aynı şekilde bir sınırı var, O
sınırı aşamıyorlar. İnsanlar içinde boy da, kilo da, yaşama da bir sınır var, o
ne kadar çalışırsa çalışsın ne kadar spor yaparsa yapsın, sınırı aşamaz.
İşte bunlar da
Allah'ın bir mucizesidir. İnanmayanlar bizi gökyüzüne çıkarsaydın diyorlar,
gökyüzünede çıkarsak onlar yine inanmazlar. Aklınız başınızda olsa
yeryüzündekilerine bakar, gökyüzündeki yıldızlara dahada ilerisi kendinize
bakar, kendinizde bulunan ilahi üstünlükleri görür iman edersiniz.[19]
20- Orada
(yeryüzünde) sizin için ve rızkını veremiyecekleriniz için geçimlikler
yarattık.
ve sizin için yeryüzünde
maişetler kıldık. Yiyecek, giyecek gibi şeyler yarattık. Rızık
vermediklerinizin maişetinide yarattık. İnsan kendini besler ama onun dışında
milyonlarca canlı varki onların rızkını maişetini de Allah yaratır. Denizde,
havada, karada yaşayanların rızkını biz vermiyoruz. İnsan bazen; işte şu kadar
çocuğum olsaydı ne yapardım diye düşünür, ama Allah milyarlarca canlının
rızkını veriyor. Herşey ölçü dahilinde.
Bugünkü insanların
mantığında şu var. İngiltere'de derginin birin de birisi makale yazmış. O
makalede "şu kadar insan var, şu kadar toprak var, bu toprakların hepsi
ekilse bire yüz verim alınsa, yani yapılan ziraatlar çok verimli olsa Nüfusu
10 sene içinde şu kadar hıza ulaşırsa yeryüzü bu insanları besleyemez o zaman
insanlar açlıktan birbirlerini yerler" görüşünü savunuyor.
Fakat 19. ayette
Allahu Teala: "Herşeyi ölçülü şekilde bitirdik." Yani bu insanların
ihtiyacı bugün şu kadarsa o kadarı veriliyor. Bundan 50 yıl sonra dünyanın
nüfusu 50 milyar olursa o insanların ihtiyacı olan rızkı Allah verir. Zira O
Rezzak dır; biz insanlara düşen görev; yeryüzünde ki zulmü kaldırmaktır.
Daha önceden tefsin
geçti. Davud (as) zamanında bir adamın 99 koyunu, bir adamında 1 koyunu varmış.
99 koyunu olan 1 koyunu olan adama şu bir koyunuda bana ver, senin 1 koyunu
barındırman zor olur ona çoban tutsan olmaz, otlatman ise tekbaşına müşkilat
çıkartır diyerek tartışırlar ve Davud (as)'m hakemliğine muracat ederler.
Davud (as)'a bir koyunu olan "Bu 99 koyunu olan, beni akli yönden ikna
etmek
istiyor. Haklı gibi de
görünmek istiyor ben bunu kabul etmiyorum" der. Davud (as) da "herkes
hakkım gözetsin" diyor. "1 koyunun sahibi bir koyuna 99 koyunun
sahibide 99 koyuna sahip olsun" diyor.[20]
Günümüzün ekonomik
anlayışıda aynı, "verin şu küçük tasarruflarınızı holdingler, şirketler,
büyük patronlar marketler açsınlar büyük kuruluşlar kursunlar." Necib
Fazıl bunu güzel ifade ediyor; "Allah'ın on pulunu bekleye dursun on kul,
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul" İşte bu ekonomik zulümdür.
Bunun kaldırılması adaletin getirilmesi bize düşen görevdir.[21]
21- Herşeyin
hazineleri bizim katımızdadır. Biz onları ancak belli bir ölçü içinde
indiririz.
Herşeyin hazinesi
bizim yanımızdadır. Ayın, güneşin, suyun, havanın hazinesi bizim katımızdadır.
Biz bunu belirli oranda indiririz. Nereye Ne kadar yağmur ihtiyaçsa, oraya o
kadar yağmuru indirir.[22]
22-
Rüzgârları aşılayıcılar olarak gönderdikde gökyüzünden su indirdik ve onunla
sizi suladık. Onun hazinedarı siz değilsiniz. Biz rüzgarları aşı olarak
göndeririz.
Rüzgarın aşı yaptığını
ayeti kerime 1400 sene evvelinden vermiş günümüzdede ilim adamları bunu bize
anlatıyorlar. Meyve ağaçlarının çiçeklerinin aşılanması ve diğer çiçeklerin
aşılanması rüzgarın esmesi arıların bir çiçekten öbür çiçeğe konması ile
aşılanma meydana gelir. Allah Teala "rüzgarları aşı olarak (aşıyapan)
gönderdik ve gökyüzünden yağmurlar indirdik. Onunla sizi sularız." Gökten
inen yağmurla biz sulanmıyoruz demeyin, çeşmelerimiz ve göllerden gelen sular
yağmur suyudur. Memleketimizdeki kaynak suyunun dağların altına inip oradan
tekrar yeryüzüne pınarlar şeklinde çıkmasıdır ve onları yağmurları depolayan
siz değilsiniz yerin altında depolayanda, gökyüzünde bulutlarda depolayan da
Allah'dır ve istediği yerede istediği kadar indirendir. O Allah[23]
23- Şüphesiz
biz, elbette biz öldürürüz biz diriltiriz ve biz varis oluruz. (Herkes ölür biz
kalırız)
Diriltende öldürende
biziz. İnsanları dirilten ve öldüren odur. Tekrar bu dünyadan götüren odur.
"Herkesin varisi de benim" diyor yani herkes ölür rabbim kalır.
Rahman suresindede "herkes fani, celal ve izzet sahibi Rabbinin zatı bakidir"
buyurmakta.
Varis kelimesi ölenden
sonra kalana denir. Bütün insanlar ölür Allah (cc) yine baki olarak kalır yani
varis odur.[24]
24- Sizden
önce geçenleride bildik, sizden sonra gelecek olanlarıda bildik.
"Biz sizden önce
geçenleri de biliriz." Yani şu anda biz varız ya dünyada, bizden Hz. Ademe
kadar geçenlerin hepsini şu kadar yaşadı şu kadar ameli var şeklinde hepsini
bilir; kıyamete kadar gelecek olanlarında ne zaman nasıl ve ne şekilde ve
nerede geleceğini bilir.
İmansızlar bu noktada
şu itirazı yapıyorlar "benim gelip imansız olacağımı biliyordu, beni bu
dünyaya niye getirdi" diyor. Bizde böyle insanlara şunu deriz, "madem
bu dünyaya gelmek istemiyorsanız gidin bir eczaneye bir şişe zehiri alıp içiniz
bakalım" o zaman gidecekler mi? Tabiki bunu da yapmazlar. Bir şişe zehir
içmek kafirlere günah olmaz, zira onların küfrü günah olarak onlara yeter.
Onları cehenneme götürmeye imansızlıkları yeterde artar bile. Müslümanın zehir
içmesi intihar etmesi büyük günahlardandır.
Peki diğer bir açıdan
bakarsak, dünyaya getirmeseydi de direk "Ben seni dünyaya getirsemde,
getirmesemde sonu hep aynı olacaktı" diyerek cehenneme gönderseydi. O
zaman insan, olurmu yarabbi senin varlığını ve birliğini nasıl tanımam"
diye itiraz ederdi.
Yeryüzüne gelip,
ahirete gidince günahları önüne getirilecek şöyle bir bakıp itiraz edeceğini
haber veriyor Allah cc. İşte o zaman insanın elini konuşturur, ayaklarını
konuşturur neler yaptıklarını anlatırlar.
Allah geçmişide bilir,
geleceğide bilir de niye insanları bu dünya sahnesine getirir? İnsanların
ahirette yapacakları itirazı gidermek için Orada "yarabbi beni dünyaya
getirseydin orada salih kulun olurdum." dedirtmemek için.[25]
25- Şüphesiz
onları toplayacak olan
Rabbindir. O hikmetle
hükmedendir, herşeyi bilendir.
26- Muhakkak
biz insanı kuru çamurdan, değişken balçikdan yarattık.
Biz insanı Kuru
çamurdan yarattık, "şekli, karılmış olmaktan değişmiş çamurdan
yarattık" kurumuş ama pişmemiş çamur. Vurulduğu zaman ses getiriyormuş
mesela köyde kerpiç yapardık, çamuru kararlardı da birkaç gün kendi haline
bırakırlardı iyice özleşmesi için. İşte o özleşme esnasında biraz şekilde
değiştirir, rengide değişir. Hz. Ademi "Biraz siyaha çalan rengi değişik
bir çamurdan yarattık.[26]
27- Cin'ni
de daha önce, nüfuz edip zehirleyen ateşden yarattık.
"insanoğlunu
yaratmadan Önce, cinleri dumanı zehirleyici bir ateşten yarattık, yani cinni
ateşten inşamda topraktan yarattı Allah cc.
Adamın biri hocaya
gelmiş şeytan ateşten mi yaratıldı? "evet" demiş. Adam tekrar, hoca
o zaman ateş ateşi cehennemde nasıl yakacak"? demesi üzerine hoca biraz
düşündükten sonra, yerden bir toprak keseği (parçasını) almış adamın başına
vurmuş, adamada "başını acıttı mi? der, oda "evet" deyince bak
topraktan yaratılana toprak nasıl acı veriyorsa ateşten yaratılanada ateş aynı
şekilde acı ve elem verir" değil mi der.[27]
28- Hani
Rabbin meleklere demişti: "Ben kuru
çamurdan, değişken balçıkdan bir beşer yaratacağım."
Bu ayetlerin tefsiri
için Bakara suresi 30-37. ayetlerinin tefsirine bakınız.[28]
29- "Onu
düzeltip ruhumdan üflediğim
zaman ona secdeye kapanın"
30- Bütün
melekler topluca ona secde ettiler.
31-Ancak
İblis secde edenlerle birlikte olmaktan kaçındı.
32- (Allah:)
"Ey İblis sana ne oluyorki secde edenlerle beraber olmadın" dedi.[29]
33- (İblis:)
" Kuru çamurdan, değişken balçıkdan yarattığın bir insana ben secde
edemem" dedi.
"Simsiyah rengide
değişmiş, çamurdan yaratılmış birine, secde edemem dedi." İblis, şeytanın
Allah'ın rahmetinden kovulmasının sebebi yalnız secde etmemesi değil; eğer
Öyle olmuş olsaydı bir müslü-man bir vakit namazı geçirmiş olmakla cehennemi
boylar. Ebediyyen cehennemde yanmış olması gerekirdi. Fakat af edileceğine dair
birçok hadis var. Namazımızı kaza edebiliriz veya tevbe edebiliriz. Zaten bu
surenin sonundada af edileceğine dair ayet var.
Şeytanın inadı secde
etmemesinde değil, O secde etmemesinin gerekçesinde. "Ben, topraktan
yaratılana mı secde edeceğim!! ben ateşten yaratıldım. Burada 'Allah'ın
emrinden, kendi aklının üstünlüğünü' ortaya koyuyor. İnadı şeytanın buradadır.
İçki içen birisi,
içtiği zaman günaha girer. "Niye içiyorsun günah değil mi?" dediğin
zaman "Allah affetsin ne yapayım" diyor.
Bir de hiç içki
içmeyen bir kişi ki "20. asırda yaşıyoruz, bu yasak olur mu? mideme
dokunuyorda onun için içmiyorum" dedimi bu adam imansız, kurtuluşu yok
cehenneme gider. Zira Allah'ın içki içmeyiniz emrini beğenmediği ve kendi
aklını beğendiği kendini ilah kabul ettiği için. Böyle insanların affedilme
şansı yoktur. Fakat daha sonra tevbe istiğfar eder tekrar şehadet getirirse
başka, bu inancı taşıdığı müddetçe bu kişinin affı yoktur.[30]
34-35
(Allah) Dedi ki: "Çık oradan şüphesiz sen kovuldun" "Şüphesiz
kıyamet gününe kadar la'net senin üzerinedir."[31]
36-40-
(İblis:) "Öyle ise onların dirilecekleri güne kadar bana mühlet ver."
dedi. (Allah:) "Haydi sen vakti belli güne kadar mühlet
verilenlerdensin" dedi. (İblis:) "Ey Rabbim, senin beni azdırman
karşılığında bende onlara yeryüzünde (isyanı, inkârı) güzel göstereceğim ve
hepsini azdıracağım." "Ancak onların içinden ihlaslı kulların hariç"
Bu ayetleri tefsir
ederken alimlerimiz güzel ifade kullanmışlar. "Allah (cc) şeytanı senin
yüzünden kovdu, sende tutub da şeytanla dost olma." Bu şuna benzer, üç
kişiden ikisi kendi aralarında üçüncü arkadaşı için kavga edib de kendisi için
kavga edilen üçüncü kişinin diğeriyle dost olup kendisi için diğeriyle kavga
edenin ortada kalması gibi bir şeydir. İşte bu seferde Allah'a karşı harp ilan
etmiş oluruz.
Bugün şeytanlaşmış
insanlarda, kitaplarında, gazete ve dergi köşelerinde haram olan şeyleri öyîe
süsliiyorlarki, mesala: Bir kadın kocası sağ iken kaç kişi ile zina ettiğini
kitap halinde yayınladı, kocasıda kalp sektesinden gitti. Kadın fuhşunu öyle
süslüyor ki ona bu durumu şeytan ilham ediyor. Ona bu işi öyle süslüyor ki
"yazda başkalanda bundan istifade etsin" şeklinde kalbine vesvese
veriyor. Ancak bu vesvese Allah'ın salih kullarına geçerli olmaz. Allahu Teala
da buyuruyorki;[32]
41- (Allah)
Dediki: "İşte bana doğru olan dosdoğru yol bu (ihlaslı kullarımın yolu)
dur."
"Bu yol bana gelir.
İslam yolu bana gelir. Bu yol dosdoğrudur vede bana gelir. Bana gelmek
istiyorsan islam yolu üzerinde ol. İmansızlarla beraber cehenneme gidecekseniz
ki benim ona rızam yoktur. O da benim yolumun dışıdır."[33]
42-
"Şüphesiz benim kullarım üzerinde senin otoriten yoktur. Ancak sana uyan
azgınlar hariç"
Şeytanın insan
üzerinde saltanatı yoktur. Bu ayet bunun delilidir. Şeytanın çarpmasından da
korkmayın "Euzu besmeleyi" çektikmi şeytanın işi bitmiştir. Ayette
Allahu Teala "Benim kullarımın üzerinde senin hakimiyetin geçmez"
buyurmakta "ancak sana uyan azgınlar ve sapkın kişiler üzerinde senin
saltanatın vardır. Yani şeytanın oyuncağı olan insanlar vardır bu memlekette.....[34]
43-44-
Şüphesiz onların hepsine va'dolunan yer cehennemdir. Cehennemin yedi kapısı
vardır. Her kapı için onlardan (azgınlardan) taksim edilmiş pay vardır.
Onların varacağı
(onlar için vaad edilen) yer cehennemdir. Hepsinin gideceği yer oradır. O cehennemin
de 7 kapısı vardır. 7 kapısından kimlerin gireceği ayrı ayrı taksim edilmiştir.[35]
45-46- Muhakkak
müttekiler, cennetlerde ve pınarlardadırlar. Oraya güvenle selametle girin.
Muttakiler de
cennettedir ve orada baldan sütten ve hiç insana ağır gelmeyen içecekler
vardır. Oraya selametle giriniz. Her türlü zarardan emniyet içinde olacaksınız,
yani bu dünyada hastalıktan, fakirlikten, ihtiyarlamaktan, korkuyoruz. İşte bu
dünyadakilerin hiç biri orada olmayacak, kişinin gönlünün arzu ettiği şey
olacak orada.[36]
47-48-
Göğüslerin deki kini çıkarıp attık ve kardeşler olarak karşılıklı koltuklar
üzerindedirler. Onlara hiçbir zorluk dokunmaz. Onlar oradan çıkarılacakda
değillerdir.
Bütün cennettekiler
birbiriyle kardeşdirler. Karşılıklı koltuklara oturmuşlar, içlerinde kin ve
nefretdende eser olmayacak. Orada yorulma diyede birşey olmayacak. Cinsel
iktidarsızlık yok ve oradan çık-makda yok. O nimetlerin sonu gelirmi diye bir
endişede yok.[37]
49-
Kullarıma haber verki şüphesiz ben Gafur ve Rahiınİm.
"Kullarıma söyle
ben bütün günahları af edeceğim, müminlere merhamet ediciyim." Öyle ise
bu ayete göre günahlara devam etsekmi diye aklımıza gelebilir. Fakat hemen bir
sonraki ayettede Allah (cc): Şöyle buyurur:[38]
50- Ve benim
azabımda çok acıklı bir azabdır.
"Onlara haber ver
azabımda çok şiddetlidir." Korku ile ümit arasında yaşaması gerekir
müslümanın; "Cennete bir kişi gidecek deseler, o ben olabilirim,"
"cehennemede bir kişi gidecekmiş" deseler, "o ben
olabilirim" şeklinde hareket etmesi gerekir.[39]
51- Onlara
İbrahim'in misafirlerindende haber ver. Bu ayetlerin tefsiri için Hud suresi
69-81. ayetlerin tefsirine bakınız.[40]
52-54- Hani
misafirler onun (İbrahim'in) yanına girince "selam" demişlerdide
(İbrahim) "Biz sizden korkuyoruz" demişti. Onlarda: "Korkma biz
sana çok alim bir çocuk müjdeliyoruz"
demişlerdi. (İbrahim:) "Benimi
müjdeliyorsunuz?
İhtiyarlık bana gelip çatmışken siz benî ne ile müjdeliyorsunuz?" dedi.
Allahu Teala bu
surenin 51-54. ayetlerinde; daha önce "hud" suresinde geçtiği üzere
İbrahim (as)'a gelen meleklerle ilgili olayın bir başka kelimelerle ifadesini
burada veriyor. Bu, Kur'an-ı Kerim'in kendisine has bir özelliğidir. Aynı olay
çeşitli ifadelerle yeri geldikçe tekrarlanır. En çok tekrar edilen olaylarda
insan oğlunun en çok karşı karşıya gelebileceği olaylardır. Hangi olay fazla
tekrar edilmişse; o, olay insanların hayatında çokça tekrarlanan ve
müslümanların çokça karşı karşıya gelebileceği olaylardır.
Bu şuna benzer; biz
bazen çocuğumuza bazı uyanlarda bulunuruz. "Şu işi yapma bu işi yap,"
diye tembihte bulunuruz. Bunu bir defa tembih etmekle yetinmeyiz. Yeri
geldikçe defalarca sık sık aynı şeyleri tekrar ederiz.
İşte bu noktada
bazıları Kur'ana itirazda bulunurlar. Kur'an-ı Kerim'de yer yer lüzumsuz
tekrarların olduğu bunların abesle iştigal olduğu; yersiz bir tekrar olduğu
düşüncesindedirler. Mesela Rahman suresinin bir ayeti çokça tekrar edilmiştir.
İşte bunu; bir nakısa, eksiklik olarak addetmektedirler. Halbuki onların
mantığına göre hareket edilse yukarıda da belirttiğimiz gibi bir insan oğluna,
hanımına, arkadaşına; bababasma.... bir şeyin yasaklığını yapılıp veya
yapılmaması gerektiğini bir defa söylemesi gerekir. Fakat durum böyle değil bir
değil birkaç defa belki her karşılaşma ihtimali oldukça (sayı önemli değil)
tekrar etmek mecburiyetinde kalırız.
İşte Allahü Tealada
Kur'an-ı Kerim'inde bu şekilde yapmış önemli gördüğü olay ve emirleri çok çok
tekrar etmiştir.
Nedim'de şiirinde
Nedim: Ey Nedim Ey Nedim Ey Nedim, diye çok tekrarlamış kendiside bu tekrardan
rahatsız olunca.
"Hoştur
tekellümün dile Ey Nedim, Gulu-i şişede kul kulmusun nesin" diyerek kendi
sesini şişenin suyunu boşaltırken çıkarmış olduğu sese benzetmiş. İşte rahman
suresinde de, yukarıda zikrettiğimiz ayetle önce nimetleri sayıyor daha
sonrada, "onları nasıl yalanlarsınız." fermanını veriyor. Bu
nimetleri nasıl yalanlarsınız her sayılan nimetin arkasından bir tembih olarak
zikredilmiştir.
Melekler Hz. İbrahim
(as)'ın yanına insan suretinde gelirler ve ona "selam" derler.
İbrahim (as) da biz sizden korkuyoruz der. Meleklerde: Korkma biz seni çok
bilgili bir çocukla müjdeliyoruz yani senin çok bilgili değerli bir çocuğun
dünyaya gelecek diyorlar. İbrahim (as)'da: Şu benim ihtiyarlık halimde mi siz
bana çocuk müjdeliyorsunuz. Ben ihtiyar bir adamım. Hûd suresinde de İbrahim
(as)'ın hanımı diyorki; "Bu nasıl olur? ben ihtiyar ve de kısır bir
kadınım. Kocamda ihtiyar" dediğin de, melekler; "Sen Allah'ın emrine
teaccüb mü (hayret mi) edersin.?" diyorlar. Bu surede de[41]
55-
"Sana hakikati müjdeledik. Ümit kesenlerden olma." dediler.
"Biz seni bir
gerçekle müjdeliyoruz. Söylediklerimiz gerçektir. Senin bilgili alim bir
çocuğun olacak," yani İshak (as)ı müjdeliyorlar İbrahim (as)'a, sen
ümitsizlerden olma.[42]
56-
(İbrahim:) "Rabbinin rahmetinden sapıklardan başkası ümit kesmez"
dedi.
Rabbimin rahmetinden
ümit kesenler, sapkın insanlardır diyor. İbrahim (as); "Ben rabbimin
rahmetinden ümidimi kesmem fakat bir vakıa vardır. İhtiyar bir insanın ki,
hanımıda kısır, aynı zamanda yaşlı. Tefsircilerin ifade ettiğine göre, hanımı
90, Hz. İbrahim (as) da 100 veya 120 yaşlarında[43]
57-60-
(İbrahim) dediki: "Ey elçiler daha başka ne işiniz var?" (Misafirler
dedilerki: "Biz suçlu bir kavme (ceza vermek için) gönderildik."
"Lut'un ailesi hariç biz onların hepsini kurtaracağız" Yalnız
(Lut'un) karısı müstesna onun geride kalmasını takdir ettik."
Ey Allah'ın gönderdiği
melekler sizin işiniz nedir. Ne yapmak üzere geldiniz yalnız müjdelemek için
mi? geldiniz, yoksa başka bir iş içinmi geldiniz, biz suçlu o günahkar toplum
için geldik. Yani Lût (as)'ın kavmini helak etmek üzere gönderildik. Lût (as)'a
iman edenler müstesna onları biz koruyacağız korumakla görevlendirildik. Ancak
Lût (as) m ailesinden hanımı müstesna, o geride kalıp helak olanlardan
olacak."[44]
61-64- Bunun
üzerine elçi (melek)ler Lut ailesine geldiler. (Lût): "Siz tanınmayan bir
topluluksunuz" dedi. (Melekler) dedilerki: "Hayır, biz sana onların,
hakkında şüphe duyduğunu (azabı) getirdik" "Biz sana gerçeği
getirdik. Biz gerçekten doğru söylüyoruz"
Melekler Lût (as)'ın ailesine,
yani evine gelince Lût (as) "siz bilinmeyen bir insansınız siz kimsiniz
nereden gelip nereye gidiyorsunuz sizi tanımıyorum. Meleklerde biz sana seninle
çekişen kişiler varya onlarla çekiştiğin konunun tahakkuk etmesi için geldik.
Daha önceden Lût (as)ın kavmi "rabbin helak edecekse etsin"
diyorlardı ya işte sana itiraz eden adamların haklı olmadığını göstermek için
biz sana gerçekle geldik ve biz sana doğru söyleyenlerdeniz. Biz Allah'ın
vadini gerçekleştirmek üzere gönderildik.[45]
65-
"Gecenin bir kısmında aileni yürüt ve sende arkalarından git. Sizden
hiçbir kimse arkaya bakmasın ve emrolunduğunuz yere gidin."
Geceleyin sana iman
edenleri ve aileni yola çıkar götür ve onların arkasından yürü. Geriye kalanlar
olacak olursa sen onlarıda ileriye doğru it, helak olmasınlar. Şehirde
kalmasınlar ve onlardan hiç bir kimse geriye dönüp bakmasın, Allah'ın size
emrettiği yere kadar gidiniz.[46]
66-71- Ona
şu emri hükmettik ki: "Onlar sabaha çıkarlarken sonları kesilmiş
olacak" (Hepsi helak olacak.) Şehir halkı sevinerek (Lût'un evine)
geldiler. (Lût:) Dediki: "Bu benim misafirimdir. Beni mahcup etmeyin"
"Allah'dan korkun ve beni rezil etmeyin" (Şehir halkı:) "Biz
seni elaleme karışmaktan yasaklamadikmi?" dediler. (Lût:) "Eğer yapacaksanız
işte kızlarım" dedi. (Erkeklerle birleşmek yerine şehrin kızlarıyla
evlenmelerini teklif etti).
Biz hükmümüzü bu konuda
verdik, onların geride kalanlarının sonları sabaha yakın kesilmiş olacaktır.
Bundan sonraki 67, 68-69 ayetlerde de Allahu Teala melekler arasında geçen
konuşmayı hatırlatıyor şehir halkı bugünkü argo tabiriyle, ibne gurubu yani
ahlaksız gurub; doğruca Lût (as)'a gelirler ve birbirlerinede Lût (as)'ın evine
iki tane güzel adam gelmiş diye müjdeleyerek haber verirler.
Lût (as) da bunlar
benim misafirim beni onların karşısında rezil etmeyin. Benim evime kadar
gelip, benim evimde onlara tecavüze yeltenip, beni onlar karşısında rezil
etmeyin Allah'tan sakının der.
O ahlaksızlarda, biz sana
daha önce söylemedik mi bu insanlara karşı bizi yasaklama niye bizi, bu yaptığımız
kötü, ahlaksızlığımızdan alıkoyuyorsun diyorlar. Lût (as) da diyorki: İşte
benim kızlarım, yani benim kızım ve sizlerin kızlarınız; Allah erkek için kadın
yaratmıştır.
İşte o kadın ve
kızlarla evlenin, bunlarla o ihtiyacınızı giderin, eğer bir iş yapacaksanız,
cinsel ilişkide bulunacaksanız kızlarla, kadınlarla yapınız.[47]
72-73- (Ey
Rasûlüm,) ömrüne yemin olsun ki onlar sarhoşlukları içinde bocalıyorlardı.
Derken onlar güneşin doğma vaktine girerlerken gürültü onları yakalayıverdi.[48]
74- Üstünü
altına getirdik. Üzerlerine çamurdan pişmiş taşlar yağdırdık.
O ülkenin, altını
üstüne getirdik ve onların üzerine çamurdan yapılmış taşlar (ki pişirilmiş
tuğla şeklinde ateş gibi taşlar) yağdırdık onları helak ettik.[49]
75- Şüphesiz
bunda işaretten anlayanlara ibretler vardır.
76- Şüphesiz
o (şehrin harabeleri) yol üzerinde duruyor.
77-EIbette
bunda iman edenler için ibret vardır.
İbret alanlar için
bunların hepsi birer ibrettir diyor Allah (c.c). Buda dosdoğru bir yol ve
dosdoğru yola götüren bir metoddur ve burada da müminler için ibretler vardır.
Günümüzün imansız
kesimi, yeni tabiriyle ateistleri daha ziyade de yönetici kadroda olanlar
insanların dinden uzaklaşmaları için gereken bütün siyasi, askeri, ekonomik,
güçlerini kullanıyorlar. Zira insanlar, inançtan soyutlanınca istenildiği gibi
yönetmek mümkün olacaktır. O zaman insanlar sürü haline gelir ve birbirlerine
olan bağlantıları ki biz buna din bağlantısı diyoruz, o ortadan kalkar. Bu
bağlantı kalktımı artık kişiler arasında menfaat birliği-meydana gelir. O da
düzenli devam etmez. Bu bir leş etrafında toplanan köpeklerin birliği gibi
hepsininde amacı o leşten bir pay almaktır. Bu olmadığı zaman oradaki birlik
çabuk dağılır,
Yine aynı bir bağda
günümüzde futbol maçlarında görülmekte. Aynı takım için aynı sallarda bir veya
iki saatliğine biraraya gelirler, maç bittikten sonra bu bağlılıkta dağılır.
Kısacası ne ticari
bağlılık, ne siyasi bağlılık, din bağlığı kadar kuvvetli değildir. İnsanlar
arasındaki menfaat bağının en az olduğu yer dindir. Çünkü Allah tarafından
gönderilen bir iple bağlanıldığı için kuvvetli bir bağdır. Dünyada devlet,
ahirette de cennet çıkarı söz konusudur. Orası da bölüşmekle bitmeyen bir
nimettir.
Daha önce de
belirtildiği gibi kitap okumak isteyenlere, önce Kur1 an-ı Kerim'i okumalarını
tavsiye ederiz.
Kur'an-ı Kerim'de
geçen, Süleyman (as)'ın Belkis'in tahtını getirmesi, Yakub (as)'ın oğlunun
kokusunu duyması, birer hakiki olay olarak kurgu konusunu teşgil etmektedir.
Yine fikir planında
yeni birşey yoktur. Bugün fikir olarak ortaya atılan herşeyin Kur'anda bir
benzeri bir örneği mevcuttur. Mesela Musa (as) zamanında kavmi; Allah'ı açıkça
göstermedikçe biz sana inanmayız" diyorlar. Bugünün inşamda; "Tabanı
tuvarda deneyemediğim şeye inanmam" diyor her ikiside fikir alanında aynıdır.
İfade tarzı değişiktir.[50]
78-79-
(Şuayb'ın kavmi plan) Eyke halkı zalim idiler. Onlardanda intikam aldık.
İkiside (Lût kavminin ve Eyke halkının harabeleri) apaçık yol üzerindedir.
"Eyke" bir
şehrin adıdır. Şuayb (as)'ın peygamber olarak gönderildiği şehirlerden birisi,
oranın halkıda Şuayb (as)'a iman etmiyorlar. Hud suresinde de geçmişti. Orada
Şuayb (as) onlara "gelin Allah'ın emirlerine uyun yasaklarından sakının,
hukuk olarak Allah'ın hukukuna bağlanın, alış verişlerinizde terazilerinizi adaletle
tutun. Haksızlık yapmayın, sözlerinizi tutun, akidlerinizi yerine getirin"
dedi. Çünkü Şuayb (as) kavmi o gün için uluslararası ticareti elinde tutan bir
toplumdu. Her Peygamber gönderildiği toplumun hastalığım tedavi ediyor Şuayb
(as)ın kavmide ticaretle meşgul oldukları için o konuda fazla emir ve yasaklar
var.
İşte bu konuda, Şuayb
(as)ın kavmide, "senin namazın mı bizim malımızda istediğimiz gibi
tasarruf etmemizi engelliyor" diyorlar. "Biz malımızda istediğimiz
gibi tasarrufta bulunuruz, sen bunu engelliyorsun."
Günümüzde de aynı
şeyler söyleniyor kişi malında dilediği gibi tasarrufta bulunmalı"
derler. İslam hukuku mülkiyete saygı duyar, ancak mülk birinci planda
Allah'ındır. İkinci planda da kullarındır. Ona kullanma hakkını vermiştir.
Dilediği gibi tasarrufta bulunamaz ancak çizilen belirli kanunlar ve kurallar
dahilinde kullanır.
Bunun meşru olması
gerekir. Meşru olmayan yerlerde kullanmaya başladı mı (Nisa suresinin beşinci
ayetinin tefsiri geçmişti) islam sefih olan kimsenin malına el koyar bu islami
devlettedir. Onun adına bir kayyum malını yönetir, çoğalmasını sağlar, zira o
kişinin malını çar çur etmesi topluma zarar verir milli ekonomi dediğimiz
ekonomiye zarar verir.
İşte bugünkü bazı
ekonomistlerimiz de Şuayb (as)'ın kavminin dediğini aynen tekrar ediyorlar:
"Biz serbestlik taraftarıyız."
Allahu Tealada
"biz onlardan intikamımızı aldık, onlar helak oldular da onlardan sonra
gelenlere bir örnek oldular, örnekte öncü oldular" buyurur.[51]
80-84-
Gerçekden Hicr halkı da peygamberleri (Salihi) yalanlamışlardı. Biz, onlara
ayetlerimizi vermiştikde onlar ayetlerden yüz çevirmişlerdi. Onlar dağlardan
güvenli evler yontuyorlardı. Derken onlar sabaha girerken gürültü onları
yakalayıverdi. Kazandıkları onlara hiçbir fayda vermedi.
Hicr ahalisi ki; Tebuk
ile Medine arasına yerleşmiş çok eski bir toplum. Allah (cc) Onlarada peygamber
gönderir,ama Onlar; peygamberlerini yalanlarlar. "Biz Onlara ayetler
gönderdik ama Onlar ayetlerimizden yüz çevirdiler." Fakat Onlar güçlü
insanlardi,taşları oyarak kendilerine evler yapıyorlardı. Türkiyemizde de
Toroslann eteklerinde bu tip (taşları oymak suretiyle)yapılan evler
vardır.Geçmişten günümüze kadar gelebilmiş evler,Onlar san ki; Allanın
azabının başlarına gelmeyeceğini, helak olmayacaklarını zannediyorlardı.
Fakat Allah onları
taşlardan oyulmuş evlerinde bile helak ettiğini bu surede anlatıyor. Bunu şunun
için anlatıyor. İmansızlar, elindeki askeri güce, silah üstünlüğüne bakarlar,
(körfez savaşında da bu apaçık görüldü) dünyanın her tarafındaki mazlumların yüreklerin
deki cesareti yok etmek ve onlara korku salmaktı biz güçlüyüz silahımız
var" şeklinde propaganda yaparlar. İşte tam öyle biryerde Allahu Teala,
Hz. Peygambere;[52]
85-Biz
gökleri, yeri ve ikisi arasındakiler! hak ile yarattık. Kıyamet saati mutlaka
gelecektir. Şimdi sen güzel muamele et.
86-Çünkü
senin Rabbin o yaratandır, bilendir.
"Birgün gelir
kıyamet kopar, sen yine insanlara iyi muamele ef'buyuruyor. İnsanlara iyi
muamele edeceğiz yani imansızla harbe girmenin dışında bütün ilişkilerimiz
islami olacak her durumda islami münasebetlerimizi korumaya çalışmamız gerekir.
"İnsani münasebet" sözü pek hoşuma gitmiyor, hümanistlerin kullandığı
bir kelime ama, islami olmayan insani olamaz. Hümanistlerin insancıl anlayışı;
bir tek İsrailli veya bir İngiliz terazide bir Kefeye, Filistinlilerin de hepsi
bir kefeyedir. Biz münasebetlerimizin islami olmasına gayret gösterip,
insanlarında kültür yoluyla fethedileceğine inanacağız. Zira tabancayı tutan
bilek, bileği yönlendiren yürek, (akıl) aklıda (yüreğide) yönlendiren
kelimelerdir.[53]
87- Yemin
olsun ki sana tekrarlanan yediyi (fatiha suresini) ve şu Kur'an'ı verdik.
Burada Allah'ın,
kâfirin gücünü anlattıktan sonra, Hz. Peygambere "biz sana fatiha suresini
ve Kur'an-ı azimi verdik" demesinin kafirin gücünü anlatmasıyla alakası
nedir? derseniz. Rabbim bize şunu veriyor aslında; Peygamberin yanında ilk iman
edenler bir kadın (eşi) Hz. Hatice, Erkeklerden Hz. Ebubekir, çocuklardan Hz.
Ali ve kölelerden Zeyd (ra) var ama karşısında, Mekke devleti gibi putperest bir
devlet, Bizans gibi hıristiyan bir devlet, yine ateş perest İran imparatorluğu
ve Afrikaya hükmeden Habeş imparatorluğu var. Bunlar arasında Hz. Peygamber
bütün insanlığa peygamber olarak gönderilmiş.
Aynı durumu günümüze
göre değerlendirirsek, bir tarafta Rusya-Varşova Paktı, diğer tarafta Amerika
ve Nato Paktı, işte Allahu Tealada peygamberimize "biz. sanada fatiha
suresi ile Kur'an-ı verdik" diyor.
Ne demektir bu. Yasin
suresinin 2. sayfasını açarsak orada, İsa (as)'a iman etmiş 3 mümin insan,
Romaya islamı anlatmaya gelir ve o, üç insan Roma'nın müslüman olmasına sebeb
olur. Tabiki başlarından birçok olaylar geçer, hapishaneye atılırlar eziyetler
çekerler. Sonunda Roma'nın Hıristiyanlık dinini kabul etmesini -ki daha sonra
papazlar tarafından tahrif edilecek orası ayrı sağlamışlar. Bu olay şunu ifade
eder, tarih boyunca kalem hep silaha karşı gelmiştir. O üç insan Roma'nın
zulmünü adalete çevirmiştir.
İşte "Ey habibim
o insanlar silahlara sahip iseler sen de Kur'an'a ve Fatiha suresine sahipsin
sanada biz bu ikisini verdik" diyor. İşte bu işimizi gücümüzü bırakalım
Kur'an'a sarılalım anlamında değil, zaten Kur'an'a sanlsanız işinizi gücünüzü
bırakmazsınız. Ticaretinizi Kur'an'a göre yapar, insanları İslama davet için
çalışır, çalışan müslümanlar olursunuz. Zira Kur'an bunları emrediyor.
Ders verdiğim talebe
arkadaşlarıma diyorum ki, içinizden üç kişiyi seçsinler, validen başlamak
suretiyle, etkin olan yöneticileri ziyaret etsinler, talebelerin durumunu
anlatsınlar, talebelerin İslama dönüş hareketinden bahsetsinler, onlarında bu
çalışmalara katılmasını sağlasınlar. Gitsinler yeraltı dünyasının babalarıyla
görüşsünler. "Bana bak efendi, bu kadar servet edinmişsin, senin durumun
Hz. Ömer'e benzer, zira o da; hem Mekke hükümetinde parlementer hemde yeraltı
dünyasının babası idi. Onun müslüman olması ile çok şey değişmiştir. Bir
kurşunla gitmek yerine, eğer müslüman olursan tarihe yazılırsın" şeklinde
islamın tebliğ edilmesi gerekir.
Belki bunu kabul
etmeyebilir. Kabul etmezse etmesin; sözler çekirdekler gibidir. Çekirdek
toprakta nasıl yeşeriyorsa sözlerde aynı şekilde yeşerir çiçek verir meyveli
ağaca dönüşür. Belki çekirdek toprakta çürürde söz çürümez.
İşte Kur'an-i Kerim'i
okumanın anlamı budur. Tarihte Cengiz'in orduları Moğolistan'dan kalkıp İran
ve Türkiye'nin yarısını işgal ediyor, taş üstünde taş bırakmıyor. Fakat 50 yıla
kalmadan müslüman olmadık adam kalmıyor. Torunu Timur da islam dinine büyük
hizmetler yapmıştır. Gerçi Ankara'da Yıldırım Beyazıt'* dövdüğü için biz pek
sevmeyiz ama ilme aşık bir adam, büyük eserler yazdırmış, ulemayı Herat'a toplamış
ilim adamlarınında her isteğini vermiş diyelimki adama eserlerinin nakli için
300 devemi lazım hemen vermiş.
İşte orada bir araya
gelen alimler kendi aralarında hayli ilim alışverişi yapmışlar. İşte ölüden
diriyi, diriden de ölüyü çıkarır mealindeki ayetin tecellisidir bu. Müminden
kafir kafirden de mümini çıkarır.[54]
88- Sakın
onlardan bir kısmına verdiğimiz (dünyalık) şeylere gözlerini uzatma. Onlara
karşı üzülme. Müminlere kanatlarını indir.
Onlara çift çift
verdiğimiz ve dünyadan faydalandırdığımız şeylere gözünü uzatma, yani
imansızların elindeki imkanlara imrenme, onlara o imkanlar geçti diye sen
hüzünlenme sen, müminlerle beraber ol, onlara yumuşak davran, kanatlarını
onlara ger.
Bize düşen tekbaşımıza da
kalsak, "Allah vardır, birdir şeriki ve naziri yoktur." Biz bunu
demekle mükellefiz. Bu konuda demokrasiye inanmıyoruz. Bak bu kadar hıristiyan
profösörü, doçenti, bilim adamı teknikte ileri gitmişler böyle diyorlar, sen
onlardan akıllı mısın deseler. Belki ben onlar kadar akıllı değilim ama rabbim
bana bunu bu şekilde emrediyor vesselam İki olsaydı kavga ederlerdi, bunu
çocukluğumuzda bize iyi öğretmişler babalarımıza Öyle bir kültür verilmişki
kültürü bütün milletine mal etmiş ecdadımız. Bize "Allah kaç" diye
sorduklarında bizde "1" derdik. Nasıl bildin? 2 delilinden biri
"aklî," biri "nakli." Aklîsi nedir dedilermi "iki
olsaydı kavga ederlerdi" diye öğretmişlerdir. İşte bu çocuk aklına iyi
yerleşir onun benliğine iyi siner.
Allahu Teala Hz.
Peygambere, "sakın inanmayanların maddi güçlerine bakıpta acaba deme,
siyasi güçlerine bakıpda acaba deme, onlara heveste etme, etrafındaki az olan
inananlara bakıpta üzülme" diyor. Zira Hz. Peygamberin yanında kapkara
kupkuru Hz. Bilal Habeşi, kabilesi yok maddi gücü yok "sen onların üzerine
kanatlarını ger."
Nitekim Hz. Peygamber
onlara rahmet kanatlarımda germiş. İşte Hz. Peygamberin insanlara bakış açısına
uygun bir toplum meydana getirilsin inanınki dünyayı fetheder. Bugün bazı
kardeşlerimiz, bu toplum ile olmaz der, hemen suçu cemaate atar. Fakat biz hocalar
kendimizde kabahat bulmuyoruz, bu cemaati yönlendirecek hocaların olması
gerekir. Eğer biz bunları yönetecek durumda olmuş olsak peygamber efendimizin o
insanları yönettiği gibi o insanlara kanatlarını gerdiği gibi kanatlarımızı
gersek o insanlara vurmayın, bize vurun di-yebilsek o zaman kurtuluş olur. Bu
zulümden felaha erişiriz.[55]
89- Deki:
"şüphesiz ben apaçık uyarıcıyım"
"Ben apaçık bir
uyarıcıyım de." Ben sizi uyarıyorum, şu yolun sonu cehenneme gider şu
yolun sonuda cennete gider. Bir tel veya elektrik direğinde elektriğin olduğunu
bilen bir kişinin, "o tel'e veya direğe dokunmayın elektrik vardır"
şeklinde uyarması kimse gibi Hz. peygamberde bir uyarıcıdır. Uyarıcıya uymayan
nasıl yanarsa, peygambere uymayanda yanar.[56]
90-
(Müslümanları dağıtmak, isinim engellemek için aralarında görev) taksimi
yapanlara (daha önceki kavimlere) indirdiğimiz azap gibi (bir azabı hatırlat)
91- Kur'an'ı parçalayanları (bir kısmına inanırız,
bir kısmına inanmayız diyenleri uyar)
92- Rabbine
yemin olsunki onların hepsine soracağız.
93-
Yaptıklarının hepsinden (soracağız) "Daha önce kısımlara ayrılmış Yahudi
ve Hıristiyanlara, încil ve Tevratı verdiğimiz gibi. Biz sana Kur'an'ı ve
Fatiha suresini verdik. Onlar ki Tevrat ve İncili parçalara böldüler paramparça
ettiler."
Hıristiyanlık alemi
325'de İznik'de bir konsil toplayarak 300 İncilden 4 tanesini seçmişler
günümüze kadar bu dört incil gelmiştir.
İşte bu ayetleri Allahu
Teala şunun için söylüyor. Onlar parçaladılar siz parçalamaya yeltenmeyin.
Zira "Onu biz indirdik koruyacak olan da biziz" diyor. 1400 yıldan
beri bugüne kadar korunmuş, doğulu ve batılı bütün imansızlar hücum etmelerine
rağmen bu Kur'an'ı tahrif etmeleri mümkün olmamıştır.
1960 yılların
parlementerlerinden bazılarıda Kur'an'dan bazı sözlerin çıkarıp Atasının
sözlerinin konmasını teklif etmişti ama.... Diyelim ki böyle birşeyi yapıp,
bastırıp satmak istese, insanlar bunu almaz.
Kur'an-ı parçalamaya
kalkan kendini parçalar. Onların hepsi yaptıkları şeylerinden dolayı sorguya
çekilecek. Onlar, o günün (peygamber zamanındaki) yahudi ve hıristiy ani an,
bugünün Allah'a karşı harp ilan edenleri; işte bütün yaptıkları
düşmanlıklarından dolayı hesaba çekilecekler.[57]
94-
Emrolunduğunu açıkça bildir. Müşriklere aldırma.
"Emrolunduğunu açıkça
şöyle," sana gelen emirleri açıkça ifade et, fısıltı ile müslümanlık
olmaz. İslamın emirlerini herkesin yanında, her durumda kimseden korkmadan,
çekinmeden açıklamak gerekir. "Aman şunları söylemeyelim aramızda Ajan
olabilir." demiyelim. Olursa olsun, ister Mossat ister CİA ajanı olsun,
önemli olan açıklamaktır. Belki o da islamı öğrenmek için can atıyor, onda da
can var, o da bir ananın kuzusu.
Hz. Peygamber
"şuna ayıb olur bu alay eder" demeden, Allah'ın varlığını ve
birliğini oradaki insanlara hiç kimseden çekinmeden açıkladı. Bugün bizde bunu
camilerin minarelerinden günde 5 defa ilan ediyoruz.
"Müşriklerden de
vazgeç" cümlesi meallerde "yüz çevir" olarak verilmiş, yüzçevir,
onlara iltifat etme, islamı götürme, islamı onlara tebliğ etme anlamında değil.
Onların işkence ve iftiralarını hesaba koyma, onlara karşı içinden kin tutma.
Onlara selam verilmez, günaydın merhaba denebilir, islamı münasebetler
dahilinde hareket edilir. Her fırsatıda değerlendirip onlara islam tebliğ
edilir.[58]
95- Alay
edenlere karşı biz sana yeteriz.
Şahsen bana
Cumhurbaşkanlığı, Genelkurmaylık gibi makamlar kart verip, telefon verip,
istediğin gibi konuş deseler, daha değişik bir konuşma olur.
Halbuki bunlar bizim
gibidir. İnsanın böyle güven vermesine Önem veriyoruz da. Bu ayette Allah(cc);
"O alay edenlere karşı ben yeterim" diyor... buna pek o kadar önem
vermiyoruz gibime geliyor. Peki hocam Allah yardım eder diyorsunuzda işte bu
arkadaş 2 yıl hapis yatıyor. Sebebi ise şu islami hizmetinden dolayı
diyeceksiniz.
Kişinin islami
hizmetinin ne zaman ve ne şekilde olacağı belirli olmaz. Gönenli Mehmet hoca
Denizli'de 6 ay hapis yatar, orada kendi isteği iîe idamlıklar koğuşuna gider
ve orada hayli dini tedrisat yapar. Denizli çevresinde onun yetiştirdiği birçok
ilkokul mezunu imam vardır. İşte o imamların yetişmesi için o hoca efendinin
oraya girmesi gerekir.[59]
96- Allah la
beraber başka ilah
edinenler yakında (gerçeği)
bilecekler.
"O peygamberi
alaya alan insanlar ki Allah'tan başka ilah edinenlerdir." Dinimizi şu
anda alaya alanlar, Allah'ı kabul etmeyenlerdir. Ateistim diyen gavurlardır.
Dinsiz değillerdir, din olarak filanın kanunu, ekonomi olarakta falanın
ekonomisini kabul edeceklerdir.
Düne kadar Rusya
koministlik kitabını kabul ediyordu Gorbaçov yırtıp alıverdi. Şimdide Amerikaya
ne olur bir kitap yazıver diyorlar.
Yakında onlar
bilirler. Onlara, ne boş insanlar olduklarını dünyada da anlayacaklar,
ahiret'te zaten anhyacaklar.[60]
97- Yemin
olsun biz biliyoruzki onların söylediklerine senin göğsün daralıyor.
"Biz biliyoruz
onların dediklerinden yüreğin sıkılıyor." Tabiki Hz. Peygamberde bizim
gibi bir insan, söylenenlere rabbim üzülme diyor ama üzülecek kalp vermiş.
Efendimizin yüreği sıkılıyor. Rabbimde "biz bunu biliyoruz"
buyuruyor. Bundan rahatlamanın yolu:[61]
98- Sen
Rabbinin hamdi ile teşbih et ve secde edenlerden ol.
"Rabbini hamd
ederek teşbih et ve secde edenlerden ol." Namaz kıl, namaz insanı
rahatlatır. Biz belki bunu hissedemeyiz ama Hz. Peygamber en sıkıntılı anlarında
Bilali Habeşi'ye "Ezanı okuda şu namazı kılalım" dermiş.[62]
99- Yakın
(ölüm) sana gelinceye kadar Rabbine ibadet et.
Günümüzde bazı sahte
tarikatlar bu ayeti de delil getirerek; "yakini bilgi gelinceye kadar
rabbine ibadet et, yakini bilgiyi elde ettikten sonra ibadet yapmaya gerek
kalmaz" diyorlar. Bu ayette; yakından maksat ölümdür. Ölümün gelinceye
kadar ibadet et demektir. Onun için hasta yatağında yatan adam gücü ve şuuru
yerinde ise namazını kılacak. Şöyle hastaydı böyle hastaydı, abdest alacak
durumu yoktu olmaz. Teyemmüm yaparak yine de namazını kılmalıdır.
Bu ayette sadece namaz
zikredilmiyor (kulluk ibadet) zikr edilmiş (ibadet kulluk) deyince de; Allah'ın
kanunlarını tanımak, islamın beş esası ve diğer bütün emir ve yasakları da
içine girer.
İslamda; Türkiye'de
olduğu gibi köşeyi dönünceye kadar kanunlara riayet ondan sonra riayet etmeme,
milletvekili olduğu zaman dokunulmazlığı vardır gibi birşey yoktur. Herkes
ölünceye kadar kanunlara riayet edecek, kulluk görevini ve ibadetlerini yapacak,
peygamberler dahil hiç kimsenin dokunulmazlığı diye birşey söz konusu değildir.[63]
[1] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/271-272.
[2] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/272.
[3] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/272-273.
[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/273.
[5] Bakara 1124
[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/273-275.
[7] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/275.
[8] Tefsir-u ibni badis s;31,
Beyhaki şuab-ül iman 2/413 babün Fi Tazim-il Kur'andan naklen
[9] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/275-276.
[10] Enam 19
[11] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/276-277.
[12] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/277.
[13] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/277-279.
[14] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/279.
[15] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/279-280.
[16] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/280-281.
[17] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/281.
[18] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/282.
[19] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/282-283.
[20] Sad 22-24
[21] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/283-284.
[22] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/284.
[23] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/284-285.
[24] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/285.
[25] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/285-286.
[26] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/286.
[27] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/286.
[28] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/287.
[29] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/287.
[30] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/287-288.
[31] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/288.
[32] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/288-289.
[33] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/289.
[34] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/289.
[35] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/289-290.
[36] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/290.
[37] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/290.
[38] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/290.
[39] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/290-291.
[40] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/291.
[41] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/291-292.
[42] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/292.
[43] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/292-293.
[44] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/293.
[45] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/293-294.
[46] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/264.
[47] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/264-265.
[48] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/295.
[49] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/295.
[50] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/295-296.
[51] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/296-297.
Hud 84-95
[52] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/297-298.
Hud 61-68
[53] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/298-299.
[54] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim
Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/299-300.
[55] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/300-301.
[56] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/301.
[57] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/301-302.
[58] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/302-303.
[59] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/303.
[60] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/303-304.
[61] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/304.
[62] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/304.