Medine'de nazil
olmuştur 120 Ayettir[1]
(1) Ey iman
edenler! Sözleşmelerinizi yerine getiriniz, İhramlı iken avlanmayı helâl
görmenin dışında, size (Kur'an'da haramlığı) okunanlar hariç bütün davarlar
helâl kılındı. Allah dilediği gibi hükmeder.
İnsanın gönlünden
geçenler dili yoluyla dışarıya çıkınca sorumluluk başlar. Dilinize dikkat
ediniz. Yumruğunuzun etkisi kolunuzun ulaştığı yere varabilir. Dilinizden çıkan
ise dünyayı dolaşabilir. Sizden bin sene sonra gelene faydalı veya zararlı
olabilir.
Dilden çıkan söz yaydan
çıkan ok gibidir. Geriye dönüşü yoktur. Hayır sözü atarken dikkatli olunmalı.
Çünkü ok yalnız atıldığı yeri etkiler. Söz ise değdiği yeri etkilediği gibi o
yerin özelliklerini taşıyan her yere dokunur.
Onun için ey iman
edenler, akidlerinizi yerine getiriniz. Alışveriş akdi, barış akdi, nikah
akdi, borç akdi, emanet, vekalet, kefalet gibi her türlü sözlerinize sadık
kalınız,
"Behime"
arabın dilinde yırtıcı olmayan hayvanlar için kullanılır. Yırtıcı hayvanlar
için "es-siba' " kelimesini kullanır. Bu surenin üçüncü ayetinde
yırtıcı hayvanların haramlığını bu "es-siba' " kelimesiyle ifade
etmiştir.
Arapçayı bilmeyen,
Kur'an okumasını öğrenmeyen kişiler, meal okuyarak, okuduğu meali yazan
muhteremi mezheb imamı edinerek, "Kur'anda haramlığı yazılı olanlar
dışında herşey helâldir" diyorlar.
Bunlardan biri bana
gelerek En'am suresinin 145 nci ayetinin mealim okuyor. Kendisine "bundan
sonra çalışmana gerek yok. Tuvalete gitme. Pisliğini camdan bir kaba çıkar
sonra ye" dedim. Haram yiyemem demedi, "içim almaz" dedi. Ben
de ona "benim içim de domuzu almıyor ama bir hıristiyanın içi alıyor ve
severek yiyor. Sen de pisliğe alışırsın" deyince durakaldi.[2]
(2) Ey iman
edenler! Allah'ın nişanelerine, haram aya, (Receb, Zilka'de, Zilhicce,
Muharrem) kurbanlıklara, boyunlarına gerdanlık takılmış kurbanlık hayvanlara,
Rablerinden hoşnudluk ve fazlını isteyerek mescidi haramı ziyaret edenlere
hürmetsizlik etmeyin. İhramdan çıktığınızda avlanınız. Sizi mescidi haramdan
engelleyen topluma olan düşmanlığınız haddi aşmanıza sebeb olmasın, iyilik ve
takvada yardımlasınız, günah ve düşmanlıkda yardımlaşmayımz. Allah'dan sakının,
Allah'ın cezası şiddetlidir.
Bizler, Allah'a,
Rasulüne, kitaplarına iman eden insanlar olarak Allah'ın yarattıklarına saygı
gösteririz.
"Yaradılmışı hoş
gördük, Yaradandan ötürü."
Bütün iller Allah'ın
ili, bütün kullar Allah'ın kuludur. Ayları yaratan Allah bunlar içinden dördü
haram, yani daha fazla saygı gösterilmesi gereken ay olarak belirlenmiştir.
Bunlar Recep, Zilka'de, Zilhicce ve Muharrem aylarıdır.
Bu haram aylarda taa
Hz. İbrahim'den beri harp edilmemeye dikkat edilmiştir. Biz buna dikkat
ettiğimiz gibi diğer ay ve günlerde de haksızlık yapmakdan, haksız yere kan
dökmekten kaçınacağız.
Allah için kurbanlık
yapılan hayvanlar dahi diğer hayvanlardan farklıdırlar. Onlara da önem
veriniz.
Avlanmak mübahdır.
Ancak ihramlı iken canlı bir hayvan öldürülmez, yeşil koparılmaz.
İslâm toplumunun ileri
gelenlerinin hac esnasında topluca eğitimden geçmesidir. Canlı öldürülmeyecek,
yeşil kop anim ayacak. Günümüz çevrecileri konuşarak öğretirler. İslâm dini
ise önce öğretir. Sonra tatbiki eğitimini yaptırır. Sizi mescidi haramdan
kovanlara birgün mescidi harama gelirlerse bu sefer siz kovmayın. Hele iman
ederek gelirlerse onları kardeş olarak karşılayın.
Tevbe suresinin 28 nci
ayetinde müşriklerin pis olduğu, bu yıldan sonra mescidi harama yaklaşmaları
yasaklandıktan sonra kâfirler Mekke'ye alınmamışlar.
Günümüzde buna yalnız
nüfus cüzdanı ve pasaport üzerinde dikkat ediliyor. Adı müslüman adıysa,
gerekli vizeleri de almışsa, Mekke'ye gidip mescidi harama da girebilir. Bu
adam isterse Amerika'nın emirlerini Allah'ın emirlerine tercih eden ve ona azad
kabul etmez bir köle olan yetkili bile olsa farketmez.
Allah'ımız
"iyilikde yarışın, takvada yarışın" diyor. Uluslar arası siyasette
İslâmın sesini duyurmada, eğitimi İslâmileştirmede, üniversiteyi işgalcilerden
kurtarmada, okulların hepsini Kur'an-'a uygun hale getirmede, insanlarımız
arasındaki sevgiyi geliştirmede, maddi imkanlarımızı dağıtmada yarışalım.
Yoksa rüşveti ben
senden fazla aldım, ben üç köşe döndüm, dört köşe oldum gibi kötülükde yarışı
yapmayalım.
Rabbimiz Nisa
suresinin onuncu ayetinde yetim malı yiyenler, karnına ateş doldurmuş olur
diyor. Karnına ateş doldurma konusunda yarış yapan insan göremezsiniz. Ama
haram yiyenler bunu yapıyorlar.[3]
(3) Leş,
kan, domuz, Allah'dan başkası adına kesilenler, boğulmuş, (taş, sopa gibi
şeylerle) vurularak öldürülmüş, düşerek ölmüş, boynuzla, süsülerek ölmüş,
yırtıcı hayvanların parçalamasıyla ölmüş - ölmeden kestikleriniz müstesna olup
- putlar üzerine kesilenler ve fal oklanyla kısmet aramanız size haram kılındı.
Bunlar fasıkliktir. Bugün kâfirler sizin dininizi (söndürmekten) ümidlerini
kesmişlerdir. Onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün size olan nimetimi
tamamladım ve din olarak size Islâmı beğendim. Kim açlık içinde olursa günaha
meyletmeden bunlardan yiyebilir. Allah afvedicidir, merhametlidir. Ayeti
kerimede haram kılınanların bir kısmı bize bildiriliyor.
Leş: Kendiliğinden
ölen, boğularak öldürülen veya ölen, elektrik şokuyla öldürülen, başına birşey
vurularak öldürülen hayvanların eti yenmez. Ancak elektrik şoku hafifçe,
öldürmeyecek kadar verilir, sonra kesilirse eti yenir. Hayvan zorluk
çıkarmasın diye yapılır.
Kan: Hiçbir şekilde
yenmez. Kan verme ve alma bunun dışındadır. O tedavi içindir.
Mekkeliler cahiliyye
döneminde kanı bağırsak içine doldurup güneşde kurutup yerlermiş. Bu
yasaklanıyor. Günümüzde ise kanı hayvan yemlerinin içinde kullanıyorlar. Bu
yemi yiyen hayvanlar yenir.
Dibine gübre dökülen
ve gübreyle büyüyen domatesi, biberi yediğimiz gibi kan karışımıyla yapılan
yemleri yiyen hayvanlarda yenir.
Fıkıh kitaplarımızda
temizleme yolları anlatılırken, kimyasal değişime uğrayan haram helâl olur der
ve misal olarak Tuz gölüne düşen domuz, tuz olunca helal olur der.
Bindörtyüz sene önce
haram kılınan kumarın dünyadaki zararmı bilmeyen kalmadı. Bunlar şeytanın
pisliğidir. Pislikden uzak durun.
Bu din eksiği ve
fazlalığı olmayan tam ve mütekamil bir dindir. Allah böyle ifade ediyor.
İnsanlık tarihi de buna şehadet ediyor. İnsanlar İslâmın dışında mutluluk
aramak üzere bindörtyüz senedir her sene kanun yaparlar, kanun bozarlar. Daha
kanunu yaparken karşıdakiler tenkid ederler. Kararnamelerle tamir etmeye
çalışırlar. Ama her kanun, ve kararname onları yapanları bağlar.
Kur'an-ı Kerim'in ise
beğenilmeyen, çağımıza uymuyor denilen bir ayeti yoktur.
Allah ancak İslâm
dininden razıdır. Günümüzde Batılıya yaranmak için ağzını dağıtanlar Kur'an'ı
ve bu ayeti yeniden okusun. Al-i İmran suresinin 19 ncu ayetini "Allah
katında din, İslâmdır" ayetini yeniden okusunlar.
Suya düşen yılana
sarılır gibi, aç kalan yukarda yenmesi haram kılınan şeylerden başka yiyeceği
bulunmayan kişi ihtiyacını giderecek kadar yiyebilir.[4]
(4) Sana,
kendilerine nelerin helâl kılındığını soruyorlar. Deki: Temiz ve güzel olan
şeyler size helâl kılındı, Allah'm size öğrettiği şekilde yetiştirdiğiniz
yırtıcı av hayvanlarımı! tuttukları helâl kılındı. Sizin için tuttuklarını
yeyiniz ve (yırtıcı hayvanı gönderirken) üzerine Allah'ın adını anınız.
(Bismillah deyiniz) AHah'dan sakının, Elbette Allah'ın hesabı çabuktur.
Allah'ın razı olduğu
bu İslâm dini bize kapı çalmanın adabından devlet yönetmeye kadar herşeyi
öğretmektedir.
Avı nasıl yapacağız?
Av hayvanını nasıl eğiteceğiz? Eğitilmiş hayvanı ava gönderirken Bismillah
diyeceğiz. Bütün bunlar öğretiliyor. Çünkü hayatımızın bir parçasıdır ve hukuki
boşluk bırakılmamıştır.
Fakihlerimiz ayet ve
hadisler doğrultusunda, Kitabu-s-Sayd başlığı altında maddeler halinde
yazmışlar.[5]
(5) Bugün
size, temiz ve güzel olan şeyler helâl kılındı. Ehli kitabın yemeği de size
helâldir. Sizin yemeğiniz de onlara helâldir. İffetli mü'mine kadınlar ve
sizden önce kendilerine kitap verilenlerin, iffetli kadınları, mehirlerini
verdiğiniz zaman -zina yapmadan, gizli dost edinmeden- size helâl kılındı. Kim
imanı inkâr ederse ameli boşa gider. O ahirette ziyan edenlerdendir.
Temiz ve güzel olanlar
helâldirler. Üçüncü ayeti kerimede haram kılınanlardan başka bir yemeği ehli
kitapdan biri hazırlasa yemeği yenir.
Hristiyan veya yahudi
komşunuz yemeğe davet etse, domuz değilse, koyun, sığır, tavuk gibi hayvanlar kesilerek
hazırlanmışsa onların yemeğinden yenebilir. Yahudi veya hristiyan bir kadınla
müslüman bir erkek evlenebilir. Ancak müslüman bir kadın, müslüman olmayan bir
erkekle evlenemez.
Bu durum Allah'ın
emridir. Aynı zamanda insana saygı vardır bu emirde. Müslüman bir kız, yahudi
bir erkekle evlense ölünceye kadar inancına saldırı olacaktır. Çünkü yahudiler
Hz. Muhammed'e ve onun getirdiği Kur'an'a iman etmezler.
Ama hristiyan veya
yahudi bir kız müslüman bir ailede hiçbir zaman rahatsız olmaz. Çünkü kocası ve
ailesi Hz. Musa'ya ve Tevrat'a, Hz. İsa'ya ve İncil'e iman ediyorlar. O
peygamberlerin adı anılsa salavat getiriyorlar.
Hz. Ömer zamanında
müslümanlar hristiyan kadınlarına rağbet edip müslüman kadınları bekâr kalınca
Hz. Ömer geçici olarak bu izni askıya almış.
Günümüzde bir kısım
insanlarımızın daha da ileriye giderek gayri müslim kadınlara rağbet ederek
eşlerini ihmal etmeye başladıklarını duyuyoruz.
Bakara suresinin 221
nci ayetinde gördükki, kâfirin kraliçesinden müslümanlardan her hangi biri daha
hayırlıdır. Bunu böyle bilelim. Zinadan, dost hayatından kaçınalım. "Kör
ile yatan, şaşı kalkar", kâfiri dost edinenin küfre düşmesi daha çabuk
olur. O zaman da amellerimiz boşa gider. Allah korusun Amin.[6]
(6) Ey iman
edenler! Namaza kalktığınızda yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi
yıkayınız. Başlarınızı mesnediniz. Topuklara kadar ayaklarınızı yıkayınız.
Eğer cünüpseniz temizleniniz. Eğer hasta olsanız veya yolculuk üzere olsanız
veya tuvaletten gelmişseniz veya kadınlarınıza yaklaşmışsanız, su da
bulamamışsanız, temiz bir toprağa teyemmüm ediniz, yüzlerinizi ve ellerinizi o
toprakla mesnediniz. Allah size zorluk çıkarmak istemez. Ancak sizi temizlemek
ve şükredesiniz diye nimetini tamamlamak ister.
Bu ayeti kerimede
abdestin dört farzı bildirilmekte. Eller yıkandıktan sonra yüz yıkanır. Yüz:
Yukarıdan saçların bittiği yerden çenenin altı ile kulak yumuşaklarının
arasıdır.
Dirsekler dahil olmak
üzere kollar yıkanacak. Baş meshedilecek, Mezhepler arasında mikdarında ihtilaf
vardır. Hanefilere göre başın dörtte birini meshetmek farzdır, ve ayak
topuklarına kadar yıkanacak.
"Ve
ercüleküm" kelimesindeki kıraat farklılığından hareketle şiiler,
ayaklarını yıkamak yerine meshetmeleri peygamber efendimizin ve ashabın
uygulamasına uygun değildir.
Ancak Şiilerin bu yanlışını
esas alarak onlara karşı Amerika'nın veya bir diğer kâfirlerin yanında yer
almak da bizim yanlışımızdır.
Cünüplükten
temizlenmek için ağzımızı, burnumuzun içini ve bütün vücudumuzu su ile yıkamak
hanefilere göre farzdır. Bir kişi hasta olur, suyu kullanamazsa veya suyu
kullanması hastalığını artırırsa abdest alacağında veya cünüplükten
temizleneceğinde teyemmüm eder. Yolculuk anında eğer su bulamazsa teyemmüm
eder.
Rabbimiz teyemmümü de
tarif ediyor.
Elleri toprağa vurarak
önce yüzümüze sürüyoruz. Sonra ikinci defa toprağa veya toprak cinsinden bir
şeye vurarak sol elimizle sağ kolumuzu, sağ elimizle sol kolumuzu meshederiz.
Allah'ın dini kolaydır. Yaşanması da kolaydır.
"Toprakla
temizlik olur mu?" diyenlere efendimizin Buhari'de rivayet edilen
"mü'min pis olmaz" sözüyle cevap veririz. Biz Allah'ın huzuruna
hazırlanıyoruz. Abdest, gusul veya teyemmüm bizi ruhen hazırlayan faktörlerdir.[7]
(7) Allah'ın
size olan nimetini hatırlayın. Bir de "işittik, itaat ettik"
dediğinizde sizi bağladığı sözleşmeyi hatırlayın. Allah'dan sakının. Elbette
Allah sinelerdeki sırları bilir.
"Nimet kelimesi
Kur'an-ı Kerim de din, dostluk, devlet, doğruluk ve yiyecek maddeleri
manalarında kullanılmıştır.[8]
Medine'de Allah'ın
lütfettiği devleti hatırlayın.
Birbirinize düşman
iken kalblerinizi birbirine bağlayan, beyaz insanla siyah insanı aynı safda ve
sofrada birleştiren, fakirken zengin eden, zelilken aziz eden, eğriyken
doğrultan, İslâm nimetini hatırlayın.
Ruhlar aleminde Rabbin
varlığını, birliğini, yaratıcı, yaşatıcı ve yönetici olduğunu ikrar
etmiştiniz, dünyaya gelince şehadet getirerek İslama biat ederek işittik ve
itaat ettik dediniz. Bunu unutmayın ve Allah'ın sevgisini kaybetmekten
sakının.[9]
(8) Ey iman
edenler! Allah için adaleti ayakta tutup gözetenler olunuz. Bir topluma olan
kininiz sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Adil olunuz. Bu takvaya daha yakındır.
Allah'dan sakının. Elbette Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
Allah için hakkı
yerine getiriniz. Allah için kıyama kalkınız. Allah için adaletle şahid olunuz.
Meclislerde,
meydanlarda, salonlarda, kışlalarda, dairelerde, karakollarda Allah'ın
varlığı, birliği, eşi ve benzerinin olmadığı, her yerde hazır ve gözetici
olduğunu ilan ederek şahid olunuz.
İnsanı insana kulluk
yaptırmak için çalışanlara karşı mücadele verin ve bu yoldaki çalışmalarınızı
kanınızla imzalayarak şehid olarak şahid olun.
Nisa suresinin 135 nci
ayetinde ifade edildiği gibi hakimliğiniz veya şahitliğiniz kendi aleyhinize,
anne ve baba ve akrabalarınızın aleyhine bi-îe olsa adaletten ayrılmayınız.Bir
kavme olan kininiz sizi adaletsizliğe sevketmesin. Efendimiz(s.a.v.) Mekke'yi
fethettiği zaman daha Önce kendisine her türlü kötülüğü yapanları,
arkadaşlarını şehid edenleri, fahişelik, sarhoşluk, hırsızlık yapanları afvederek
İslâmi kanunlara uymasını istedi.
Takvaya en yakın hâl,
adil olma halidir. Adaletimizle ibâdetimiz denk olmalıdır.[10]
(9) İman
edip ameli salih işleyenlere mağfiret ve büyük mükâfat olduğunu Allah vadetti.
Adaletten sonra, iman
edenlere Allah'ın va'dinden haber veriyor. Adaletimiz iman ettiğimiz Kur'an'ın
adaleti olmalıdır. Kur'an'a göre davranırsak Allah katında mükâfatım
fazlasıyla göreceğiz inşallah.[11]
(10)
Ayetlerimizi inkâr edip yalanlayanlar cehennem yaranıdırlar.
Kâfir olup kendi
haline yaşayanlar vardır. Bir de hem kâfirdir, hem de küfrünü ilan edip onun
yaygınlaşmasını isteyenler vardır.
Küfrünün, zehrinin
yayılmasını isteyenler karşılarında güneş gibi apaçık olan İslâmi çamurla
kapatmaya, zehirli nefesleriyle söndürmeye çalışırlar ama, her üfürüşlerinde
cehennemdeki alevlerini artırırlar.
Adaletten bahseden
ayetten sonra zikredilmesi, kâfirin en iyi niyetlisinin bile adil olamıyacağma
işaret eder. Çünkü insanın aklı bütün akılları yönetecek ve en doğruyu bulacak
kapasitede değildir. Eğer öyle olsa idi şimdi hiçbir sorun kalmazdı.[12]
(11) Ey iman
edenler! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani bîr topluluk ellerini
size uzatmak istemişti de Allah onların ellerini sizden alıkoymuştu. Allah'dan
sakının. Mü'minler ancak Allah'a tevekkül etsinler.
Efendimizi öldürmek
üzere uzanan elleri Allah (c.c.) dermansız hale getirmiştir. Küıncı tutacak
gücü kendisinde bulamamıştır. Bazı eller de efendimizin arkadaşları tarafından
kırılmıştır.
Eğer biz, Efendimizi
kendimize örnek alır, onun imanı ve amelini yaşamaya çalışır, bütün gücümüzle
çalışır ve bütün varlığımızla Allah'a güvenir ve tevekkül edersek Allah, İslâm
düşmanlarının yüreklerine korku salar. Yürek korkarsa bilek titrer.[13]
(12) Allah,
beni israil'den söz almıştı. Onlardan oniki kumandan seçtik. Allah, onlara
"ben sizinle beraberim" dedi. Eğer namazı kılar, zekatı verir,
peygamberlerime iman eder, onlara yardımcı olur, Allah için güzelce borç
verirseniz elbette sizin günahlarınızı örterim ve elbette sizi altından
ırmaklar akan cennetlere koyarım. Bundan sonra sizden kim inkâr ederse doğru
yoldan sapmış olur.
Allah (c.c.) İsrail
oğullarından aldığı sözleri, onlara verdiği nimetleri Kur'an-ı kerimde birçok
yerde tekrarlar.[14]
Burada İsrail
oğullarının oniki komutanına ve onların şahsında hepsine birden "ben
sizinle beraberim" diyor.
Hz. Musa'dan emir alan
ve Tevrat'a göre hareket eden on iki komutana "Ben sizinle
beraberim" diyor.
Günümüz komutanları da
Kur'an'a göre hareket ederlerse Allah onlarla beraber olur. Böylece bir atom
bombasıyla günahsız çocuklar, ihtiyarlar, kadınlar Japonya'da öldürülmezler.
Filistin'de, Bosna'da,
Keşmir'de, Afrika'da, Amerika'da her sene milyonlarca insan imansız komutan ve
yöneticilerin dünyevi çıkarları uğruna öldürülmezler.
Rabbimiz cennete giden
yolun, namazı kılmak, zekatı vermek, peygambere iman edip onun getirdiği dine
yardım etmek, borçlulara yardım etmekden geçtiğini bildiriyor.[15]
(13)
Sözlerini bozdukları için onlara la'net ettik ve kalblerini ka-tilaştırdık.
Kelimeleri yerlerinden değiştirirler. Kendilerine yapılan nasihattan paylarını
unuttular. Onların hıyanetini sen bilirsin. Onlardan çok azı hıyanet etmez.
Onları afvet ve yüzünü çevir geç. Muhakkak Allah iyilik yapanları sever.
Geçmişte ve günümüzde
insanların en katı kalblisi yahu dilerdir. İnsanları toplu halde canlı olarak
büyük ateş çukurlarına atanlar onlar.[16]
Günümüzde kadınları
çocuklarıyla beraber Filistin'de hapse atıp, burada söylenmesi bile insanları
rahatsız eden işkenceleri uygulamışlardır.
Bütün bunlar katı
kalblilikden kaynaklanır. Katı kalblilik de, Allah'a verilen sözü bozmadan
geçer. Allah'a verdiği sözden dönen yahudi, insanlara verdiği sözü hiç
önemsemez. Allah'ın kitabını tahrif eden yahudi, dünyadaki olayları haber
ajanslarıyla duyururken tam tersinden vermekten çekinmez.
Bütün yahudiler hain
midir? Sorusunun da cevabı var bu ayeti kerimede: "Onlardan çok azı
hıyanet etmez." buyuruyor. Peygamber efendimiz kendi döneminde yaşayan
Muhayrık isimli yahudiyi "Yahudilerin en hayırlısı Muhayrıkdır"
diyerek öğmüş.[17]
(14) Biz nasarayız"
diyenlerden söz aldıkda, onlar kendilerine apılan nasihattan paylarını
unuttular. Biz de kıyamete kadar aralama
düşmanlığı ve kini salıverdik. Allah yakında yaptıklarını onlara aber
verecektir.
Hz. İsa aleyhisselam
"Allah yolunda benim yardımcılarım kimler-ir?" dediğinde Havariler,
"Biz Allah yolunda yardımcılarız" demişlerdi
Burada da "biz
nasarayız" diyenlerden söz aldığını, ancak sözlerin-en döndüklerini haber
verir. Rabbirniz "İsa'nın yardımcılarıyız diyenler" züyle haber
veriyor, yani onlar İsa'ya yardım edenler değil, yardım edi-oruz diyenlerdir
diyor.
Sözlerinden donen, nasihati
unutan bu insanlar guruplara ayrıldılar, irbirlerine düşman oldular. Ayasofya
camiinin tarihini yazanlar, Ayafya kilise olarak görev yaparken iki defa
yakıldıktan sonra bugünkü aliyle taşdan yeniden yapılmış. Daha sonra
yakılamanıış, ama içinde bir atışma anında üçbin beşyüz başka mezhepden
hristiyan boğazından kelerek öldürülmüştür.
Bugünkü hristiyanlar
birlikte hareket ediyorlar. Ancak bunlar müslü-iana karşı birlik oluyorlar.
Yoksa kendi aralarında paramparçadırlar, aşr suresi 13 ncü ayette, Rabbimiz
"onları birlikte zannedersin, kalbleri ıramparçadır" buyurur.
Bunların
birliktelikleri leş başında toplanan köpeklerin birlikte olman gibidir.[18]
(15) Ey ehli
kitap, sizin kitapdan gizlediğinizin bir çoğunu size açıklamak ve bir çoğundan
da geçivermek üzere size peygamberimiz gelmiştir. Size, AHah'dan bir nur ve
apaçık bir kitap gelmiştir.
Papazlar ve hahamlar
zaman içinde İncil ve Tevrat'tan bazı ayetleri Kralların emirleri doğrultusunda
halkdan gizlediler. Bazı ayetleri yanlış yorumladılar.
Kur'an-ı Kerim ise bu
ümmete faydalı olacakları açıkladı. Önlerini aydınlattı. Bize düşen görev o
haham ve papazların yaptığını yapmamaktır. Allah'ın ayetlerini para, makam,
şan, şöhret karşılığında satmamaktır.[19]
(16) Allah,
rızasına uyanları o kitapla selamet yollarına ulaştırır, onları karanlıklardan
Allah'ın izniyle aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru yola iletir.
Allah'dan bir nur olan bu
kitap küfrün, koministlik, kapitalistlik, faşistlik......istliklerin çeşidinden
İslâmın aydınlığına çıkarır. Allah'ın razı olduğu dine uyanları selamın yoluna
ulaştırır. Selam: Allah'ın (c.c.) güzel isimlerinden biridir. Daru-s-selam:
Cennetin ismidir.
İslama uyan Allah'ın
yolunda yürür, dünyada selamete erer, barışa kavuşur.Ancak cennete ulaşır.[20]
(17) Yemin olsunki "Meryem oğlu Mesih Allah'ın
kendisidir" diyenler, muhakkak küfretmişlerdir. Deki: "Eğer Allah
Meryem oğlu İsa'yı, annesini ve yeryüzündekilerin hepsini helak etmek istese
kim Allah'a karşı bir şeye sahip olabilir? Göklerin, yerin ve her ikisi,
arasındakilerin hükümranlığı Allah'a aittir. O, dilediğini yaratır. O herşeye
gücü yetendir.
Bazı müslümanlarımız
Hrıstiyanlara "kâfir" kelimesinin kullanılmasını hoş karşılamazlar.
Hatta fikirlerini hakkı batılla karıştırdıkları dergi ve gazetelerinden de ilan
ederler.
Kur'an-ı okusalardi
birçok ayette yahudi ve hristiyanlara "kâfir" kelimesinin
kullanıldığını göreceklerdi.
Hristiyanların
"Meryem oğlu Mesih, Allah'ın kendisidir" dedikleri, için kâfir
olduklarım Kur'an haber verir. Bugün papazların kilisede okudukları Yuhanna
İncil'i 1/14 nde "ve kelâm beden olup inayet ve hakikatle dolu olarak
aramızda sakin oldu. Biz onun izzetini, Babanın biricik oğlunun izzeti olarak
gördük" cümlesi de aynı şeyi tekrarlamakta.
Allah (c.c.) Meryem
validemizi öldürüyor, Hz. İsa'yı göğe kaldırıyor, kimse engelleyemiyor. Yine
papazların okuduğu matta 16/16 da "sen hay olan Allah'ın oğlu
Mesihsin" diyor.
Biz ise "Lem
yelid ve lem yûled" doğmadı,
doğurmadı diye iman ve ikrar ediyor ve bu ayette ifade edildiği gibi göklerin
ve yerin mülkiyeti de hükümranlığı da Allah'a aittir. İçlerinden birini oğul
edinmeye ihtiyacı yoktur. O zaman sormak gerekir, niçin kız edinmedi. Biz
bütün oğullar ve kızlar Allah'a aittir diyoruz.[21]
(18) Yahudi
ve hristiyanlar "biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz" dediler.
Deki: "öyle ise günahlarınızdan dolayı Allah size niçin azap ediyor?
Hayır, siz onun yarattıklarından bir beşersiniz. O dilediğini afveder,
dileğine azap eder. Göklerin, yerin ve herikisi arasın-dakilerin hükümranlığı
Allah'a aittir. Ve dönüş onadır.
Bakara 80'de
yahudilerin "Biz cehennemde sayılı günlerde kalacağız" dediklerini,
yine Bakara 111 de "cennete ancak yahudi ve hristiyanlar girecektir"
dediklerim, burada da "biz Allah'ın oğullan ve sevgilileriyiz"
dediklerini haber veriyor.
Dost dostun dediğini
tutar. Sevgili sevdiğinin işaretini emir kabul eder. Sevdiğinden çok basit bir
mendil gelse onu dürer, büker kalbinin üstüne kor.
Bunlar Allah'ın
gönderdiği peygamberleri öldürdüler, kitapları tahrif
ettiler. Allahda
onları maymuna, domuza çevirerek azap etti. Madem Allah'ın oğulları idiniz
niçin size azap etti?
Allah (c.c.) bunları
bildirerek bunların bencilliğini kendi peygamberlerini öldürdüklerini, Allah'ın
kitabını bile değiştirdiklerini haber vererek bugünkü yahudi ve hristiyanlara
karşı bizi uyarıyor..[22]
(19) Ey ehli
kitap, Peygamberlerin gönderilmediği bir zamanda "bize cenneti müjdeleyen
ve cehennemden sakındıran bîr peygamber gelmedi" demeyesiniz diye size
açıklaması için elçimizi gönderdik. İşte size cenneti müjdeleyen cehennemden
sakındıran gelmiştir. Allah herşeye gücü yetendir.
Allah (c.c.) Rahman ve
Rahimdir. Rahmeti ile bizlerin bu dünya salonundaki imtihanınıza yardımcı
olsun diye peygamberler göndermiş.
İmtihanda başarılı
olalım diye kopye çekerek hayatımıza yön vermek üzere kitabını indirmiştir,
"Biz bilmiyorduk,
bize peygamber gelmedi" denmemesi için Allah (c.c.) Peygamberlerini
gönderir. Yirminci asırda ise O son peygamber, Muhammed (s.a.v.)'in getirdiği
kitap ve sünneti aramızdadır. Kur'an ve sünneti bilen peygamber varisleri de
İslâm dinini bütün dünya dillerine terceme ederek görevlerini yerine
getiriyorlar.[23]
(20) Hani,
Musa kavmine "Ey kavmim, Allah'ın sîzin üzerinizdeki nimetini hatırlayın,
aranızdan peygamberler gönderdi, sizleri yöneticiler kıldı ve alemlerden hiç
kimseye vermediğini size verdi.
Firavun'un Rablık
iddiası yaptığı, İsrailoğullarımn erkek çocuklarını Öldürdüğü, yaşayanları köle
gibi çalıştırdığı bir zamanda Allah (c.c.) Hz. Musa'yı gönderir ve iman
edenleri kula kullukdan Allah'a kulluğa davet ederek, yönetim kadrolarına
getirir. Çölde en tatlı suyu içirir. Kudret helvası ve bıldırcın etiyle
besler.
Bizde günümüzde bu
ekonomik, siyasi, ticari, kültürel sefaletten, esaretten ancak Kur'anla
kurtulup yöneticiler olur, dünyanın nimetlerinden yararlanarak cenneti hak
ederiz.[24]
(21) Ey
kavmim, Allah'ın sizin için yazdığı mukaddes yer'e girin, sırtınızı dönüp
kaçmayın, yoksa zarara uğrayanlara dönersiniz.[25]
(22) Dedilerki:
"Ey Musa, orada zorba bir kavim vardır. Onlar oradan çıkmadıkça biz oraya
katiyyen girmeyiz. Eğer onlar oradan çıkarlarsa, biz gireriz.
Hz. Musa, kavmine
Kudüs'e girmelerini emreder. Kavmi ise yıllarca firavunun zulmü altında
pısırık, korkak, ürkek bir şekilde yetişmeleri sebebiyle Hz. Musa'ya itirazda
bulunurlar. Orada çok güçlü zorba bir millet vardır. Onlar orada oldukça biz
oraya girmeyiz. Eğer onlar, oradan çıkarlarsa biz gireriz dediler. Hz.
Musa'nın mucizelerini gördükleri halde yine de korkularından kurtulamıyorlar.
Günümüzde iki bin sene
sonra, Osmanlı hasta yatağında yatarken bile Kudüs'e giremeyen bu yahudiler,
daha sonra İngiltere, Amerika ve Fransa'nın desteği ile Kudüs'ü işgal ederler.[26]
(23) Allah'in
kendilerine İslâm nimetini verdiği, A ilah'dan korkan iki er kişi şöyle
dediler: "Onların üzerine kapıdan giriniz. Oraya girince de siz muhakkak
galip geleceksiniz. Eğer iman ediyorsanız, yalnız Allah'a tevekkül ediniz.[27]
(24)
Musa'nın kavmi "Ey Musa, onlar orada kaldıkça bir oraya
hiçbir zaman
girmeyiniz. Sen ve Rabbin gidiniz ve onlarla harbedi-niz. Biz burada
oturacağız" demişlerdi.[28]
(25) Musa:
"Rabbim, ben kendim ve kardeşimden başkasına sahip değilim. Bizimle fasık
kavim arasını ayır" dedi.[29]
(26) Allah
buyurdu: "O mukaddes topraklar onlara kırk yıl haram kılınmıştır. Onlar
Tih çölünde şaşkın, şaşkın dolaşacaklardır. Fasık kavim içinde üzülme.
Bu yahudiyle anlaşma
yapılamaz. Yapılırsa anlaşmaya bağlı kalması beklenemez. O zorba yahudi toplum
arasından ancak iki kişi Musa aley-hisselamın tarafını tutup halkı iknaya
çalışıyorlar ama ikna edemiyorlar.
Musa aleyhisselam
Rabbine yöneliyor ve kendisi ile kardeşine sözünün geçebileceğini, bu fasık
toplumla arasının açılmasını ister.
Bugün üçbuçuk milyonluk
yahudi, Avrupa ve Amerika1 daki batılı ülkelerin, Rusya'nın ve Çin'inde
desteği olmasına rağmen, hersene Amerika'dan milyarlarca dolar para gelmesine
rağmen, en modern silahlara sahip olmasına rağmen, sapan taşıyla atış yapan
bir avuç müslüman yiğit karşısında çaresiz kalıyor.
Kudüs, Hz. Musa
zamanında Tevrat'a iman edenlere aitti. Bugünde Hz. Musa'ya, Tevrat'a, Hz.
İsa'ya, İncil'e, Hz. Muhammed'e ve Kur'an'a hepsine birden iman eden
müslüir.anlara aittir.
Kudüs için kıyam
başlamıştır. Karşı tarafda zorba Amerika olsa da eninde sonunda müslümanlar
Kudüs'e sahip olacak ve tüm insanların ziyaretine açılacaktır.
Musa aleyhisselama
uymamanın, zalim, zorba toplumdan korkmanın cezası olarak Tih çölünde kırk sene
şaşkın şaşkın dolaşmışlardır.
Biz de Kur'an
yönetiminden ayrıîalıdan beri şaşkın şaşkın bu dünyada dolaşıp duruyoruz. Ne
batılı oluyoruz, ne de müşlüman olabiliyoruz.
Yüzümüzde sakal,
başımızda fötr. Mankenler kilot defilesinde podyuma besmele çekerek çıkarlar.
Siyasiler parlamentoda
çiğ köfte yedikten sonra üzerine Amerikan viskisi içip çiftetelli oynuyorlar.
Ceza yasasını
İtalya'dan, Medeni hukuku İsviçre'den, usul hukukunu Almanya'dan alan, ona göre
yaşayan ve yalnız cenazesinde İslama göre namazı kılman şaşkın bir millet
yapılmaya çalışıldık.
Allah'a çok şükürki
halkımız hep müşlüman kalmayı başardı. Şimdi Kur'an'a göre yaşamanın
mücadelesini veriyor.[30]
(27) Onlara
Adem'in iki oğlunun gerçek haberini oku. Hani ikisi de Allah'a kurban
sunmuşlardı, birinden kabul edildi, diğerinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul
edilmeyen (Kabil) "Seni muhakkak öldüreceğim" deyince, Kardeşi
"Allah ancak sakınanlardan kabul eder"[31]
(28) Eğer
sen, beni öldürmek için elini uzatırsan, ben seni öldürmek için elimi
uzatmayacağım. Ben alemlerin Rabbi Allah'dan korkarım.[32]
(29) Dilerim
hem benim günahımı, hem kendi günahını yüklenir cehennem halkından olursun.
Zalimlerin cezası işte budur.[33]
(30) Nefsi
ona kardeşini öldürmeyi teşvik etti. Onu öldürdü de zarara uğrayanlardan oldu.[34]
(31)
Kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermek üzere, Allah toprağı eşeleyen
bir karga gönderdi. "Yazıklar olsun bana, kardeşimin cesedini gömme
konusunda şu karga kadar olmaktan aciz mi kaldım" dedi ve pişman
olanlardan oldu.
Güçlüden korkup kaçan,
zayıfı ezen, yakan, çarmıha geren bu yahu-diye Adem'in iki oğlunun arasında geçen
olayın anlatılmasını ister Rab-bimiz.
Haksız kardeş, haklı
kardeşini öldürmeye teşebbüs eder. Allah (c.c.) haklı kardeşin kurbanını kabul
etmekle haklılığını ortaya çıkarmasına rağmen, zalimlerin "güçlü olan
haklıdır" mantığına sığınarak kardeşim öldürür.
Kardeşinin cesedini ne
yapacağım bilemeyince karga ona kılavuzluk yapar. Kılavuzunun karga olduğunu
görünce pişmanlık duyar.[35]
(32) Bundan
dolayı İsrail oğullarına şöyle yazdık: Kim adam öldürmeyen, yeryüzünde
bozgunculuk çıkarmayan bir adamı öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir.
Kim de bir cam diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibidir. Elçilerimiz
onlara apaçık delillerle geldiler. Bundan sonra da onlardan bir çoğu israf
ettiler.
Haksız yere akıtılan
bir damla kan terazinin bir kefesine konsa, öbür kefesine de dünyanın bütün
altım, gümüşü, incisi, mercanı konsa, bir damla kan ağır gelir.
Haksız yere bir adam
öldüren kişi bütün insanlığı öldürmüş gibidir. Yani yahudiler kendilerinden
olmayanın kanını helâl kabul ederken Tevrat'a da inanmadıklarını, tahrif
ettiklerini gösteriyorlar.
Müslümanlar;
doğulular, batılılar, dünyanın herhangi bir yerinde haksız yere birtek insan
öldürüldüğünde bu saldırının bütün insanlara yapılmış olduğunu kabul ederler.
Aslında bu ayeti
"Birleşmiş Milletler" binasının kapısının üzerine yazıp her dile
terceme etmeli.
Bosna'da bir milyon
müslüman hunharca öldürülürken sırplar daha fazla öldürsünler diye müslümanlara
silah ambargosu koyup, supların eline silah veren hristiyan batı bu hareketiyle
inşaallah torunlarının müslüman olmasına sebep olur.
Çünkü gelecek nesil
dedelerinin bu günahı altında ezilirler. Ezilmemek için müslüman olurlar.[36]
(33) Allah'a
ve Rasulüne harp açanların, yeryüzünde bozgunculuk yapmak için çalışanların
cezası ancak ya öldürülmeleri, ya asılmaları, ya ellerinin ve ayaklarının
çaprazlama kesilmesi veya yerlerinden sürülmeleridir. İşte bu, dünyadaki
rüsvaylıktır. Ahirette ise büyük azab vardır.[37]
(34) Ancak
siz onları ele geçirmeden önce tevbe edenler müstesna. İyi bilinki Allah
afvedicidir, merhamet edicidir.
Meşru' Müslüman bir
devlete baş kaldırıp silaha sarılanların cezasından haber veriyor.
Ayette "Allah'a
ve Rasulüne harp açanlar" deniyor. Allah'a karşı harp açılamaz. Rasulü de
dar-ı ukbaya intikal ettiğine göre, harb Kur'an'ın ve sünnetin tatbikatına
karşı yapılır.
İşte bu tür insanlar
silaha sarılırlar ve pişman olmadan önce yakalanırlarsa suçlarına göre
cezalandırılırlar. Adam öldüren öldürülür. Burada devletin afvetmesi veya
öldürülenin varislerinin afvetmesi söz konusu değildir. Çünkü hukukullah
vardır. Allahda cezayı bildirmiştir.
Eğer hem adamı
öldürmüş hem de malım almışsa, öldürülür. Sonra asılarak teşhir edilir.
Eğer adam öldürmemiş,
fakat mal çalmışsa, çaprazlama sağ eli ile sol ayağı kesilir. Bunlardan
hiçbirini yapmamış, yalnız müslümanlara gözdağı vererek korkutmuşsa hapsedilir.
Günümüzde bir kısım
Hümanist bu ayetin hükmünü ağır bulup ten-kid ediyordu. Ancak bir kısım
terörist bazı evleri basıp çocukları öldürüp, bankaları soymaya başlayınca bu
teröristleri gizlendikleri inlerinde topluca imha etmeli diye yazılar
yazıyorlar.
İslâm devletine
başkaldıranlar yakalanmadan önce pişman olup teslim olurlarsa hukukullah
düşer. Yani ayette bildirilen cezalar uygulanmaz. Ancak kul hakkı baki kalır.
Şahıslara karşı işlenen suçlar şahıslar tarafından afv edilmezi erse
cezalandırılırlar. Afvedilirlerse hiç birşey lâzım gelmez.
Günümüz ithal hukukda
ise şahıslar yok kabul edilirler. Devlet afvet-mişse şahısların yapacak birşeyi
yoktur.[38]
(35) Ey iman
edenler! Allah'dan sakının, Ona vesile isteyin, Onun yolunda cihad yapın ki kur
tu lasınız.
İman, gönüle giren
çekirdek gibi kök salar. Takva ise onun dalları gibidir. O dallarda amel ve
ihsan çiçekleri açması ise Allah'ın sevgisini, rızasını kazanmaya vesiledir.
Gül, güzelliğini arz
ederken güzel kokusu ile sinekleri yanına yaklaştırmaz. Ona zarar vermek
isteyenlere karşı da dikenlerini kullanır.
Müslüman gül gibidir.
Amel çiçekleriyle iyi niyetli insanları kendine çeker. Art niyetliler ondan
hoşlanmaz. Öldürmek için gelenlere karşı da cihadını yapar.[39]
(36)
Muhakkak o kâfirler varya, eğer yeryüzünde olanların hepsi ve bir o kadarı daha
onların olsa da kıyamet gününün azabından kurtulmak için fidye olarak verseler
onlardan kabul edilmez. Onlar için acıklı azap vardır.[40]
(37) Ateşden
çıkmak isterler. Halbuki oradan çıkacak değiller. Onlar için devamlı azap
vardır..
Allah'ı, Rasulünü,
kitabını inkâr edenler bütün mal varlıklarını değil, bütün dünyanın servetini,
bir o kadarını da fidye olarak verse cehennem azabından kurtulamaz.
Kur'an'a göre hayatını
düzenleyen bir mü'min ise bir tek lokmasının yarısını fakire verse, cehennemden
kurtulup cennete girmesine sebep olur.
Kâfirler hiçbir zaman
cehennemden çıkamazlar. Bu ayet, "Kâfirlerin cehennemde ebedi yanmasına
aklım yatmıyor" diyen müslümanlarımızın gönlüne bir küpe olsun.[41]
(38)
Hırsızlık yapan erkekle, hırsızlık yapan kadının ellerini Allah'dan bir ceza
olarak kesiniz. Allah Azizdir, Hakimdir.
Şeriat insan içindir.
Önce insanın canını korur, insan öldürmeyi yasaklar. Aklı korur, uyuşturucuyu
yasaklar, nesli korur, zinayı yasaklar, malı korur, hırsızlığı yasaklar. Dini
korur, dini engelleyecek dinsizliği ve onun pisliklerini yasaklar.
Ergenlik yaşına
gelmiş, aklı başında bir insan zaruret hali yokken, bir şahsa ait ve korunmakta
olan değerli bir maldan on dirhem gümüş değerinde bir malı çalarsa hırsız
kauaı edilir.
Ayette belirtilen
cezanın uygulanması için fakihler öyle şartlar ileri sürmüşlerki nerede ise el
kesme cezası uygulanamaz haldedir. Efendimiz de Had cezalarını şüphelerle
kaldırın, buyurmuş.
İslâmda kötülüğü
önlemenin çeşitli yollarından birisi vikai tedbirler (önleyici tedbirler)
ikincisi cezai tedbirlerdir.
Vikai tedbirler
alınmadan cezai tedbirlere başvurulmaz. İslâm hukukunun genel kaidelerinden
biri "Nimet külfete göredir, ganimet garamete göredir."
İslâm devletinde,
vatandaşını korumaya gücü yetmeyen onu cezalandırmaya da hakkı yoktur. Ülke
dışında haram olan şeyleri yeyip içeni İslâmi bir mahkeme cezalandıramaz.
Fıkıh (Hukuk)
kitaplarımızda hırsızlık cezasının uygulanabilmesi için şu şartların hepsinin
bulunması gerektiğini yazmışlar.
1- Hırsız
akıllı olacak (delinin eli kesilmez)
2- Baliğ
olacak (çocuğun eli kesilmez)
3- Çalınan
şey mal olacak.
4- Çalınan
şeyin değeri on dirhem (iki koyun karşılığı) değerinden az olmayacak.
5- Açıktan
değil gizlice çalınmış olacak.
6- Çalınan
mal gizlenen korunan mallardan olacak.
7- Hırsızın
çaldığı malda zerre kadar hissesi olmayacak.
Bu hukukçularımız
devletin vikai tedbirleri aldığını herkese iş veya aş'ın verildiğinin nazarı
itibara alarak bu şartları koymuşlar.
Yoksa Hz. Ömer (R.A.)
vikai tedbirler alınmadan, vatandaşların karnı doyurulmadan cezai müeyyidelere
gitmeyi yasaklamış ve açlık nedeni ile hırsızlık yapan birini cezalandırmamış,
açlık kıtlık yıllarında valilerine gönderdiği tamimde hırsızlık suçlarından
dolayı el kesilmemesini emretmiş[42]
Peygamber (s.a.v.)
Medine'ye varınca Mekke'den Medine'ye göç eden muhacirlerle Medine yerlisi olan
Ensar'ı birbirleri ile kardeş yapmış, evlerini ve mallarını iki kardeş gibi
kullanmışlar.
Devletin ganimet
gelirlerinin zenginler arasında dolaşıp durmaması için yetimler, yoksullar ve
yolda kalmışlara dağıtılmasını ister Rabbimiz.[43]
Hz. Ömer asgari
ücretin asgarisi olarak kendi maaşını ölçü kabul etmiş. Ondan sonra sahabenin
hizmet derecesine göre devlet bütçesinden verilen maaşı arttırmıştır. Öleceğine
yakın "fırsatını bulursam Allah Ra-sulünün ve Ebu Bekir'in yaptığı gibi
ücretleri eşit yapacağım demiştir'[44]
Bütün müslüman
vatandaşların birbiriyle kardeş olduğu, en az maaş alanın devlet başkanmınkine
denk maaş aldığı bir toplumda hırsızlık olmaz.
Devlet başkanı ile
dağdaki çobanın midesinin aynı olduğu kabul edilen bir sistemde hırsızlık
olmaz.
Eğer olacak olursa, bu
da hırsızın kendi ikrarı veya adil iki erkek şahidin şehadeti ile sabit olursa,
yukarda belirlenen 7 şartm yanında açlık zorunluluğu da yoksa, o zaman Kur'an-ı
Kerim'in Maide suresinin 37. ayetine göre hırsızlık yapan erkekle hırsızlık
yapan kadının yaptıklarına karşılık bir ceza ve Allah'tan (başkalarına) ibret
olması için ellerinin kesilmesini emreder. "Zaruri ihtiyaçları devlet
tarafından karşılanan akıllı, baliğ bir insan bunu yaparsa, bu, toplum
vücudundaki kanserli bir organ gibidir. Tedavisi mümkün olmayınca kesilmesi
gerekir" der İslâm dini.
Malı çalınan kişinin
dava etmeme hakkı vardır. Malı çalınan kişi dava ettikten sonra affetme hakkı
yoktur. Bu durumlarda hakimin affetme yetkisi de yoktur.
Ancak günümüz hukukuna
"şüpheden sanık yararlanır" diye geçen ve peygamberimizin diliyle
"şüphelerle had cezalarım kaldırınız." Hadisi şerifine uygun olarak
şüpheleri sanığın lehine olarak kullanır.[45]
(39) Kim
zulmettikten sonra tevbe eder, durumunu düzeltirse, şüphesiz Allah, onun
tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah bağışlayandır, esirgeyendir.
Zulümden sonra pişman
olan, pişman olmakla yetinmeyip bozduklarını düzelten, kırdıklarını tamir
edenleri Allah afveder.[46]
(40)
Bilmezmisinki göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'a aittir. Dilediğine azap
eder, dilediğini afveder. Allah herşeye gücü yetendir.
Yaratılmışların en
akıllısı insan. İnsanların hepsi bir olsalar güneşi bir santim ileriye
ilemezler. İnsan sayısından fazla olan yıldızlara söz geçiremezler.
Kendi kanlarında
yaşayan canlıların sayısına, faydalı mikroplarla zararlı mikropların
savaşlarına hakim değiller.
İçimize ve dışımıza Allah
hakimdir. Kanımızda kalbimizde, saçlarımızda, tırnağımızda Allah'ın tabiat
kanunları geçerli. Öyle ise niçin hayatımıza onun ilahi kanunlarını
uygulamıyoruz? Allah (c.c), hayatında İslâmı uygulayanları afveder, kâfirlere
ise azab eder.[47]
(41) Ey
peygamber, kalbleri iman etmediği halde ağızlarıyla "iman ettik"
diyenlerle küfür içinde koşuşturanlar seni üzmesin. Bir de yahudilerden yalana
kulak verenler, sana gelmeyen diğer bir toplum için casusluk yapanlar seni
üzmesin. Onlar kelimeleri yerlerinden değiştirirler. "Eğer size şu
(lehinizde hüküm ) verilirse alın, şu (lehinizde hüküm) verilmezse
almayın" derler. Allah birinin fitneye düşmesini isterse sen Allah'a karşı
hiçbir şey yapamazsın. İşte onlar, Allah'ın kalblerini temizlemek istemediği
kişilerdir. Onlar için dünyada rüsvaylık vardır. Ahirette de onlara büyük azab
vardır.
Bakara suresinin 8-13
ncü ayetlerin de tarifi yapılan hasta kalbli münafık insanlar, Efendimizin
huzurunda "iman ettik" diyorlar, ayrılınca da inkâra devam ediyorlar.
Küfrün karanlığının
yaygınlaşması için koşuşturuyorlar. İnsanların cehenneme doğru aceleyle
koştuklarını gören Efendimiz bu duruma üzülüyor. Rabbimiz üzül meme sini
istiyor.
Bugün haber
ajanslarını elinde tutan yahudi hep yalan haber uydurmakla meşgul. İslâm
düşmanları lehine müslümanlar aleyhine casusluk teşkilatıyla öğünüyor.
Müslümanların
arasındaki ırk, bölge, mezhep, dil farklılıklarından hareketle düşmanlık tohumu
ekmeye çalışıyor.
Bütün bunlara karşı
üzülmeden, onların sözüne kulak vermeden binanın tuğlaları gibi birbirimizi
tutarakdan bu İslâm binasını korumamız gerekir.
Yalancının mumu
yatsıya kadar yanar. Yahudinin casusluk teşkilatı kendisinin yıkılmasını
hızlandırıyor.
Afrika'dan ve Rusya'dan
İsrail'e nakledilen yahudilerin, İsraildeki yahudilerin iğrenç hareketlerinden
sonra müslüman olmaları yetkilileri çılgına çeviriyor.[48]
(42) Onlar
yalana kulak verirler, haram yerler. Eğer sana gelirlerse aralarında hükmet
veya yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir şekilde zarar
veremezler. Eğer hüküm verirsen aralarında adaletle hüküm ver. Şüphesiz Allah
adaletle hükmedenleri sever.
Bütün dünyada büyük
çaplı rüşvetlerin arkasında hep yahudi bulunmaktadır. Para karşılığında
yalancı şahid olurlar. Yalan haber yayarlar. Parayı verenin istediği doğrultuda
kamuoyu yoklaması yapıverirler.
Hakimler ise rüşvet
alırlar, mahkum iseler rüşvet verirler. Hep güçlünün yanında, zayıfın karşı
sındadırl ar.
Hayberli bir zengin
yahudi zina ettiğinde, cezalandırmak istemedikleri için Tevrat'a baş vurmamışlar,
efendimize gelmişler. Efendimiz de Recme karar verdi. Tevratta Recm olduğunu
itiraf ettiler.
İslâm devletine tabii
olmayan yahudilerin müracaatları durumunda hüküm verip vermeme hususunda
Efendimizi serbest bırakmıştır. Ancak hüküm verilirse adaletle hüküm
verilmesini emrediyor.[49]
(43) İçinde
Allah'ın hükmü olan Tevrat yanlarında iken sana nasıl hükmettirirler? Sonra
bunun arkasındanda yüz çevirirler. Onlar (Tevrata da) iman etmemişlerdir.
Tevrat'a iman ettiğini
söylediği halde, inanmadığı peygamberin hükmüne müracaat eden yahudinin
Tevrat'a da iman etmediğini haber veriyor Rabbimiz.
Günümüzde Kur'an'a
iman ettiği halde Kur'an'a karşı koyulmuş kanunlara müracaat edenlerin
dikkatine okunur bu ayet.[50]
(44) İçinde
hidayet ve nur olan (yol gösteren ve aydınlatan) Tev-ratı şüphesiz biz
indirdik. Allah'a teslim olan peygamberler o tevratta yahudilere hükmederler.
Allah'ın kitabını korumakla görevli olan alimler ve Rabbaniler de onun Allah'ın
hükmü olduğuna, şahitlik yaparak o kitapla hükmederler, insanlardan korkmayın
benden korkun. Azıcık para karşılığında ayetlerimi satmayın. Kim Allah'ın
indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendisidirler.
Peygamberler ve
onların yolundan yürüyen ilim adamları kitabın ahkamını korumak ve onunla
hükmetmekle görevliler.
Papazlar, kırallardan
korkarak veya para karşılığı Allah'ın ayetlerini yanlış yorumlayarak, veya
Tevrat'tan çıkararak kâfir olmuşlardır.
Allah'ın indirdiğiyle
hükmetmeyenler kâfirlerdir. "Bu ayet yahudiler ve hristiyanlar hakkındadır
bizi ilgilendirmez" diyenler iyi bilsinlerki o mantıkla hareket edilirse
Kur'an'da bizi ilgilendiren ayet bulunmaz.
Çünkü ayetlerin bir
kısmı yahudiler hakkında, bir kısmı hristiyanlar hakkında, geri kalanda
peygamber efendimiz zamanındaki insanlar hakkındadır.
Tefsircilerimiz
Kur'an'ın ayetlerinden "sebebi nüzul ayeti tahsis etmez" kaidesini
çıkarmışlardır.
Günümüzde de gücü
yettiği halde Allah'ın indirdiği Kur'an-la hük-metmeyenîerin, kâfir olduğunu
haber verir.[51]
(45)
Tevratta onlara cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş, ve
yaralara kısas yazdık. Kim afvederse bu günahlarına keffaret olur. Kim
Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar zalimlerin ta kendisidirler.
Göz veya kulak hiçbir
fabrikada seri olarak üretilmez. Hiçbir toprak-da bitmez. Ancak Allah
tarafından yaratılır. Onun içindirki gözün karşılığı ancak göz olabilir. Bir
göze karşılık bütün dünya verilse azdır. Birinin canına kasdeden kendi canını
düşünsün. Birinin gözünü çıkarmak isteyen kendi gözünü hatırlasın.[52]
(46) Onların
izinden Meryem oğlu İsa'yı ondan önce gönderilen Tevrat'ı tasdik etmek üzere
gönderdik. Ona, içinde hidayet ve nur (doğru yolu gösteren ve aydınlatan) olan
ve ondan önce gönderilen Tevrat'ı tasdik eden, müttakiîere hidayet ve nasihat
olan İncil'i verdik.[53]
(47) İncil
ehli, Allah'ın onda indirdikleriyle hükmetsin. Kim Allah'ın indirdiğiyle
hükmetmezse, işte onlar fasıklann ta kendisidirler.
Hz. Musa'dan sonra Hz.
İsa'yı, Tevrattan sonra İncil'i indiren Allah İncil ehline Allah'ın
indirdiğiyle hükmetmesini aksi takdirde fasıklardan olacaklarını bildirir.
Buradaki "fasık" kâfirler için kullanılan "fasik" dır.
Hz. İsa'dan sonra Hz.
Muhanımed'i, İncil'den sonra Kur'an-ı gönderen Allah Kur'an'a göre
hükmetmeyenlerin de fasık kâfirler olduğuna işaret eder.[54]
(48) Biz,
sana kitabı hak ile kendinden önceki kitabı tasdik etmek ve onu korumak üzere
indirdik. Onlar arasında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve hakdan yüz çevirerek
onların heva (kanun) larına uyma. Sizden herkese bir şeriat ve yol verdik. Eğer
Allah dileseydi, elbette
sizi birtek ümmet
yapardı. Ancak size verdikleriyle imtihan etmek için (şeriat ve yol) verdi öyle
ise hayırlara koşun. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O, size çekiştiğiniz şeylerin
doğrusunu haber verecektir.Kur'an-ı Kerim de kendinden öncekileri tasdik etmek,
ahkamlarını korumak için indirilmiştir. Kur'an'a uymamız ve ona karşı çıkarılan
kanunları reddetmemiz emrediliyor.
Bakara 145 de
peygamber efendimize "Eğer bu ilim geldikten sonra onların nevasına
(kanunlarına) uyarsan o zaman sen de zalimlerden olursun" diyor. Eksik
terazinin başına en dürüst adamı koysanız değişen bir-şey olmaz. Haksızlık
devam eder.
Şeriatlar arasında
imani konularda fark yoktur. Ancak hukuki konularda zamana, zemine ve
insanların yapılarına göre imtihan sorularında değişiklik olmuştur.[55]
(49)
Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet, onların heva (kanun) larına uyma.
Allah'ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni saptırmalarından sakın. Eğer
yüz çevirirlerse bilki Allah, onların günahları sebebiyle onları cezalandırmak
ister. Şüphesiz insanlardan bir çoğu elbette yoldan çıkmıştır.[56]
(50) Onlar
cahiliye kanunlarının» istiyorlar? Şüphesiz iyi bilen bir toplum için AHah'dan
daha güzel hüküm veren kim vardır.
Mantık oyunlarıyla
aklımızı çalarak ve çelerek Allah'ın kanunlarından ayırarak kendi kanunlarına
döndürmek isterler. Onlar cahiliye kanunlarını isterler. Çünkü haksız kazanç
peşindeler. Kanun koyanlar kaymak yiyerek geçinmişler tarih boyunca. Onun için
peygamberlere karşı duranlar, genellikle yönetimde söz sahibi insanlardan
olmuştur.
İnsanın gözünün görme
gücü, işitme frekansı olduğu gibi aklımnda bir sınırı vardır. Kanun koyucuların
en iyi niyetlileri dahi kendi akıllarından bir kafes yapıp sonra halkı o kafese
veya kalıba sığdırmaya çalışıyorlar. Sığmayanları da jandarma ve polis gücüyle
zorla kalıba dökmeye, kafese tıkmaya çalışıyorlar. İşle zulüm budur.
Kanunun bir
maddesinden Reisicumhur, başbakan, bakan şikayet ediyor, "Biz yapmak
istiyoruz ama kanun müsait değil" diyorlar.
Dünyayı yarattığında
herşeyi yerli yerinde yaratan Allah'ın, tabiat kanunları ilk yaratılışda nasıl
taze ve canlı ise bugünde taze ve canlı olduğu gibi, Teşrii kanunu da öyle taze
ve canlıdır. Ondan daha güzel hüküm koyan yoktur.[57]
(51) Ey iman
edenler! Yahudi ve hristiyanlari idareci dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin
dostu ve idarecisidir. Sizden kim onları idareci dost edinirse muhakkak o,
onlardandır. Allah zalim toplumlara yol göstermez.
Ayet gayet açık.
Yahudileri ve hristiyanlan dost ve yönetici edinmeyeceğiz. Binlerce yıllık tarih
bunlara güvenin olmadığını gösterdi.
Peygamberlerini
öldüren insanları mı başımıza geçireceğiz.
"Efendim bu günkü
yahudiler ve hristiyanlar farklı" diyenlere cevabımız: Kitaplarında
dedelerinin cinayetlerini okurken onaylıyorlar mı? Cevap evetse bunlar da aynı
ruhu taşıyorlar demektir. Cevap hayirsa o zaman bunlar yahudi veya hristiyan
sayılmazlar. 1993 senesinde Yunanistan'ın Atina şehrinden İstanbul'a gelerek,
huzurumda şehadet getirerek müslüman olan Ressam kadın "İncil'de gördüğüm
çelişkiler, papazlarda gördüğüm tutarsızlıklar, beni hristiyanlıktan
uzaklaştırdı" demişti.
Onlar birbirlerinin
dostudurlar.
Buradaki "dost
edinmeyiniz" den kasıt dükkan veya ev komşunuz yahudiyle konuşmayın, çay
içip, ikramda bulunmayın anlamında değildir.
Peygamber efendimiz
"Yahudilerin en hayırlısı Muhaynkdir" buyurmuş.[58]
Onları devlet başkanı,
vali, hakim, komutan yapmayın anlamındadır.
Kim onları bu
makamlara getirirse onlardan sayılır. "Kişi sevdiği ile beraberdir"
buyurur Efendimiz.[59]
(52)
Kalblerinde hastalık bulunanların "Bize bir belâ gelmesinden
korkarız" diyerek onların (yahudi ve hristiyanların) arasında
koşuşturduklarını görürsün. Umulurki Allah bir fetih veya kendi katından bir
emir getirir de içlerinde gizlediklerine pişman olurlar.[60]
(53)
(Münafıklar açığa çıkınca) iman edenler "Bütün güçleriyle mü'minlerle
beraber olduklarına yemin edenler bunlarını? derler. Bütün amelleri boşa gitmiş
ve zarara uğrayanlardan oldular.
Medine'de
müslümanların fazla güçlü olmadıkları dönemde münafıklar, hem yahudi ve hristiyanlarla
hem de mü slü mani arla hoş geçinmeye çalışıyorlar. Terazinin dili gibi kim
ağır basarsa o tarafa meylediyorlar.
Şu günlerde
müslümanlarda da güçlenme görülünce yıllardır Allah demeyi bile yasaklayanlar,
meydanlarda Kur'an-ı Kerim'i öpüp başlarına koyuyorlar.
Akşamlan ise
başkalarına "inanmayın biz onları aldatıyoruz" diyorlar. Bunlar
kendilerini kandırıyorlar.
Rusya, Çekoslavakya'yi
işgal ettiğinde, Rusya'ya yardım eden onbeşbin Çekoslavak aydınına madalya
vereceği yerde, hepsim kurşuna dizmiş ve "Milletine hayrı olmayanın bize
hiç hayrı olmaz" demiş.
Münafıklık bir
hastalıktır. İlacı imandır.[61]
(54) Ey iman
edenler! sizden kim dininden dönerse Allah öyle bir kavim getirirki Allah
onları sever, onlar da Allah'ı sever- Mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere
karşı güçlü ve onurludurlar, Allah yolunda cihad yaparlar ve kınayanın
kınamasından korkmazlar. Bu, Allah'ın bîr lütfudur, onu dilediğine verir.
Allah'ın lütfü boldur, O herşeyi bilendir.
Allah, dinini kıyamete
kadar koruyacaktır. Bu koruma işini de insanlarla yapacaktır. Bir millet
topyekün dinden dönseler, din ortadan kalkmaz. Allah yeni bir toplumu getirir.
Onlar da o dine inanır. Allah onları sever onlar da Allah'ı severler.
Allah'a olan itaatları
sevgiye dayalıdır. Seven sevdiğinin bir dediğini iki ettirmez. Hemen yerine
getirir.
Mü'minler bir sevgi
toplumu meydana getirirler. Medine'de Ensar ile Muhacirler arasında meydana
geldiği gibi mallarını da birbirlerine ikram ederler. Birbirlerine karşı uysal,
yumuşak başlı olurlar. Ancak bu güzel toplumu dağıtmak, dinden uzaklaştırmak,
fitne tohumları atmak isteyenlere karşı güçlü ve onurlu olurlar.
Müslümanım demekden ve
İslâmi yaşamakdan çekinmezler. Aleyhlerinde söylenen ve söyleneceklerden
korkmadan İslâmı açık bir dille açıklarlar.
İslâmın diğer
insanlara da ulaşması için canlan ve mallarıyla cihad ederler.
Batı ülkelerinde
İslâmın hızla yayılması, yeni toplumların bu İslâm kervanına katılacağının
işaretidir. Biz dinimize sahip olalım.[62]
(55) Sizin
dost ve idareciniz, Allah Rasulü ve rükû ederek namaz kılıp zekât veren
mü'minlerdir.[63]
(56) Kim
Allah'ı Rasulünü ve iman edenleri dost ve yönetici edinirse, şüphesiz
Hızbullah işte o galip gelenlerdir.
Allah (c.c.) bizim
dost ve yöneticilerimizin Allah, onun Rasulü ve namazını kılan, zekâtını veren
mü'minler olduğunu bildiriyor.
Kâfire yaranmak için
müslüman kardeşine müslüman olduğunu çaktırmayan, ona yardım elini uzatmayan,
insanlarımız dikkat etsinler iman, kalb ile tasdik, dil ile ikrardır. İkrarı
olmayanı biz müslüman saymıyoruz.
Bakara 221 nci ayette
mü'min bir kölenin müşrikden daha hayırlı olduğunu haber verir.
Yani Rusya devlet
başkanı ile Amerika devlet başkanı gönül terazinizin bir kefesine konulsa,
öbürünede makamı, parası olmayan bir mü'min konsa mü'min ağır basmalıdır.[64]
(57) Ey iman
edenler! sizden önce kitap verilenlerden dininizi oyun ve eğlenceye alanlarla
kâfirleri dost ve yönetici edinmeyin. Eğer iman ediyorsanız Allah'dan sakının.[65]
(58) Namaza
çağırdığınızda onu oyun ve eğlenceye alırlar. Bu, akılsız bir toplum olmalarındandır.
Dinimizi alaya alan,
hicveden, karikatürize eden kim olursa olsun, ister yahudi, ister hristiyan,
isterse putperest ataist veya ateist olsun, onları dost ve yönetici
edinmeyeceğiz.
Ezanımıza karşı
mücadeleyi tarih boyunca verdikleri gibi, bu asırdada Türkçe okutarak, bazı
yerlerde sesin kısılmasını emrederek, gereksiz olduğunu söyleyerek hafife,
alanları başınızın üstüne çıkarmayın.[66]
(59) Ey ehli
kitap, sizin bizi cezalandırmanız, ayıplamanız "biz Allah'a iman ettik
bize indirilene, daha önce indirilene de iman ettik, sizin çoğunluğunuz yoldan
çıkmıştır" dememîzdendir.[67]
(60) Deki:
"Allah katında yeri bundan daha kötü olanını size haber vereyim mi?
Allah'ın lanet ettiği ve üzerine gazap ettiği, ve onlardan bir kısmını maymun,
hınzır ve tağuta (azgın kul'a) kul yaptı kişilerin yeri daha kötü, yolu daha
sapikdır.
Bugün müslümanların
bir suçu var o da iman etmiş olmalarıdır. Ondan dolayı Filistin'de, Keşmir'de,
Sudan'da, Bosna'da, doğuda ve batıda ıüslümanlar cezalandırılıyorlar.
İnsanların en kötü durumda
olanı maymuna çevrilen yahudiler, hınzıra çevrilenler ve kul'a kul olanlardır.[68]
(61) Size
geldiklerinde "iman ettik" derler. Halbuki onlar küfür-girip küfürle
çıkarlar. Onların gizlediklerini Allah daha iyi bilir.[69]
(62) Onların
bir çoğunu günahda, düşmanlıkda ve haram yemede yarıştıklarını görürsün. Ne
kötü şeyler yapıyorlar.[70]
(63)
Rabbaniler ve bilginler, onları günah sözlerden ve haram yemekden engellemeli
değilmiydi?. Ne kötü şeyler yapıyorlar!
Gül bahçesine
istemeyerek giren sineğin pis girip pis çıktığı gibi, bu kâfirler de müslümana
şirin görünmeye çalışır ama kâfir girer, kâfir çıkar- Günah işlemede, haram
yemede, düşmanlıkta yarışırlar.
Bugün fuhuşevi açmak,
köşe dönmek, fakirleri soymak rüşvet alma ve verme büroları açmak kâfirlerin elinde
İstanbul'un vergi
rekortmeni de fuhuştan para kazanan bir hristiyan bayan. Diğer hristiyan,
yahudi ve onlara benzemeye çalışan "adı osmanlı ruhu yunanlı"
insanlar da onunla yarış yapıyorlar.
Hahamlar, papazlar ve
bilginler de buna engel olmadıkları gibi günahlarını çıkartarak suça ortak
oluyorlar.[71]
(64)
Yahudiler; "Allah'ın eli bağlıdır, cimridir" dediler. Onların elleri
bağlandı ve söylediklerinden dolayı lanete uğradılar. Hayır, onun iki eli
açıkdır, cömerttir. Dilediği gibi infak eder. Sana indirilen, onlardan bir
çoğunun azgınlığını ve küfrünü artırır. Kıyamete kadar biz onların arasına
düşmanlık ve buğz bıraktık. Harp ateşini her yakışlarında onu Allah söndürdü.
Onlar yeryüzünde bozgunculuk için koşarlar. Allah bozguncuları sevmez.[72]
(65) Eğer ehli
kitap iman edip sakınsaydı, elbette biz onların günahlarını örter ve elbette
nimetleri bol cennetlere koyarız.[73]
(66) Eğer
onlar Tevrat'ı İncil'i ve kendilerine Rablerinden geleni ayakta tutsalardı,
elbette üstlerinden ve ayaklarının altından yerlerdi. Onların içinde orta yolu
takip eden (Hz. Muhammede ve ona indirilene iman eden) bir ümmet vardır.
Onlardan birçoğu ise ne kötü şeyler yapıyorlar.
Yahudiler yaptıkları
kötülükler sebebiyle bir çok zorluklarla karşılaşınca "Allah'ın eli
bağlandı" diyerek suçu Allah'a atıyorlar.
Allah, kendi hatalarım
bildirmek üzere indirdiği ayetlerini işittikleri zaman düşmanlıkları artıyor.
Rabbimiz onlara eğer
Tevrat'a, İncil'e ve Kur'an'a göre amel ederlerse yerden ve gökten gelecek
nimetlerle karşılaşacaklarını haber veriyor.
Yetmiş senedir batı
ekonomisini öğrenip uygulamaya çalışanlar, batıdan her geçen gün biraz daha
geride kalıyorlar.
İleride olan batı ise
geride kalanlardan önce batıyor. Sistemin gereği olarak uyuşturucu kullanımı
ilk okula kadar bulaşmış, AİDS hastalığı, parlamenterlerle, sanatçılardan halka
sirayet ediyor.
Hastalık bu sistemin
en önünde olanlara bulaşıyor.
İçlerinde orta yolu
takip etmek isteyen iyi niyetli düşünürleri de var. Onlar bizim düşman evindeki
dostlarımızdır. Önce onları İslama kazanarak tedavi edip onlarla diğerlerini
kurtaracağız.[74]
(67) Ey peygamber, Rabbinden sana indirileni
apaçık tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, onun elçiliğini yapmamış olursun. Allah
seni
insanlardan korur.
Şüphesiz Allah kâfirleri doğru yola iletmez.
Rasullük risaletin
getirdiğini açıkça duyurmakla olur. Mü'min olmak da iman ettiği şeyleri yaşayıp
diğer insanlara açıklamakdan geçer.
Düşmanın çokluğundan
korkma, Allah rasulünü korumuş, onun ümmetini de korur, ölürse şehid olur
korunur. Kalırsa mücahid olur korunur.
Mü'mine kimse zarar
veremez. Ancak iki iyilikten birini yapar.[75]
(68) Deki:
"Ey ehli kitap, Tevrati, İncili ve Rabbinizden size indirileni ayakta
tutmadıkça sîz hiçbir şey üzerinde değilsiniz. Elbette sana indirilen, onlardan
bir çoğunun azgınlığını ve küfrünü artır. Sen o kâfirler için üzülme.
Dünyaca ünlü
siyasileri, düşünürleri, sanatçılar!, sanayicileri kabirlerinin içinde bir mum
yakamazlar. Ölüm ötesine ışık tutamazlar.
Öyle ise bunlar hiçbir
şey değiller. Hiç bir şey üzerinde değiller. Sonu gelmez senelere göre, seksen
senelik hayatın aydınlatılıp, uzun olan yolculuğu karartmak akıl kârı değil.
Öyle ise Allah'dan
indirilenle iki dünyamızı aydınlatalım.[76]
(69) Şüphesiz
iman edenler, yahudiler, sabiiler ve hristiyanlardan kim Allah'a ve ahiret
gününe iman eder ve ameli salih işlerse onlar için korku yoktur. Onlar
üzülmezler de.
Mü'min, yahudi,
hristiyan, sabii, her ne olursa olsun Allah'a ve ahire-te iman eder, ameli
salihi de işlerse işte o cennete gider.
Ameli salihi ise, onu
kabul edecek olan Allah (c.c.) belirler. En son olarak ameli salihin nasıl
olacağını Kur'an-ı Kerim'inde belirlemiştir.
Batıya şirin görünmek
için eski papazların yaptığı gibi ayetleri yanlış yorumlayanlar, bu ayeti
tahrif etmek için epeyce yorulmuşlar.[77]
(70)
Şüphesiz biz İsrail oğullarından söz aldık ve onlara peygamberler gönderdik.
Ne zaman bir peygamber onlara nefislerinin hoşlanmadığı bir şeyi getirse bir
kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürüyorlar.[78]
(71) Bir
belânın gelmeyeceğini sandılar. Görmediler işitmediler, sonra Allah onların
tevbesini kabul etti. Sonra onlardan bir çoğu yine görmediler ve işitmediler.
Allah, yaptıklarını görendir.
Karanlık gecede
kendisine kandil getiren adamı öldürüp kandili söndüren gerizekalı gibi bu
yahudiler de iki dünyalarını aydınlatacak ayetlerle gelen peygamberleri
öldürdüler. Zararı kendilerine oldu, kör gibi kalakaldılar.
Bela gelmeyeceğini
sandılar. En büyük belâ imansız kalmaktır. Ondan sonra gelen belâlar
imansızlığın kendine çektiği küflü çivi gibi öldürücüdürler.[79]
(72)
Andolsunki "Meryem oğlu Mesih, Allah'ın ta kendisidir" diyenler
kâfir oldular. Mesih "Ey İsrail oğulları, benim Rabbim ve sizin Rabbiniz
olan Allah'a ibadet ediniz. Kim Allah'a ortak koşarsa, Muhakkak Allah ona
cenneti haram kılar ve onun yeri ateşdir. Zalimlerin yardımcıları yoktur"
demiştir.[80]
(73)
Andolsunki "Allah üçün üçüncüsüdür" diyenler kâfir oldular. Birtek
ilahdan başka ilah yoktur. Eğer söylediklerine bir son vermezlerse onlardan
kâfir olanları acıklı azap şüphesiz dokunur.[81]
(74) Halâ
Allah'a tevbe edip ondan af talebinde bulunmayacaklar mı? Allah afvedicidir,
merhamet edicidir.
İsa aleyhisselam
"Rabbim ve Rabbiniz Allah'a kulluk yapın" dediği halde "Allah,
Meryem oğlu Mesihdir" dediler ve kâfir oldular. "Allah üçün
üçüncüsüdür" dediler kâfir oldular.
Eğer tevbe etmezlerse
yaptıklarına son vermezlerse Allah'ın azabı onları yakacak.
Biz Hz. Adem'in
çocukları olarak bu insan denen kardeşlerimizi ateşden koruyalım. Kör bir adam
ateş çukuruna doğru yürürse bütün işimizi bırakır onu kurtarırız.
Yahu! biz ahirete iman
ediyoruz. Cehenneme iman ediyoruz. Bu imansızlar, körler gibi ateşe doğru her
nefesde yaklaşıyorlar. Allah aşkına bunlara kurtarırken kendimizi de
kurtaralım.[82]
(75) Meryem
oğlu Mesih ancak peygamberlerdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir.
Onun annesi (Allah'ın ayetlerini) tasdik eden bir kadındır. İkisi de yemek
yerler. Bak, onlara ayetleri nasıl açıklıyoruz. Sonra yine bak nasıl da
çeviriliyorlar.
Meryem oğlu Mesih ilah
değildir. Ancak Allah'ın rasulüdür. Annesi dosdoğru bir kadındır. Burada
yahudilerin Meryem validemize attıkları iftiraya cevap da vardır.
Hem yeyip içen nasıl
ilah olabilirki? Meryem de, İsa da yeyip içen insanlardı.[83]
(76) Deki:
"Allah'dan başka size zarar ve fayda veremeyenlere mi kulluk yapıyorsunuz?
Her şeyi işiten ve herşeyi bilen o Allah'dır.[84]
(77)
Deki:"Ey ehli kitap, haksız yere haddi aşmayın. Daha önce sapıtan, bir
çoğunu sapıttıran ve doğru yoldan sapan toplumun hebası (kanunları) na
uymayın. Yiyen, içen, çarşıda gezen, nefes alıp veren, hastalanıp ölenden ilah
olmaz. Öyle birinin koyduğu kanunlarda canı gibi, teni gibi zamanla eskir.
Bunlar kendilerine bir fayda veya zarar veremezlerki, başkalarına zarar veya
fayda verebilsinler.
Allah'ın kanunlarım
çiğneyerek haddi aşmayın. Birileri haddi aşarak kendi kanunlarına sizi zorlarsa
sakın onlara uymayın. Sonra ateş yakıverir.
Bu dünyada yoldan
çıkanların peşinden uçuruma arabamızı sürmediğimiz gibi, Allah'ın yolundan
çıkanların da peşinden gitmeyin:
Daha önce de birkaç
defa "Ya ehlel kitap" diye başlayan ayetlerde açıkladığımız gibi:
Allah (c.c.) Yahudi ve Hıristiyanlara hitap ederken bizim; "Ey ehli
kitap" dememizi istiyor. "Deki ey kitap ehli!"
Yani hakaret değil,
gönüllerini alıcı bir hitabettir bu. Siz ki, kitabı tanıyorsunuz. Kitap
hakkında bilginiz var. Tahrif edilmiş de olsa, İncil ve Tevrat okuyorsunuz.
Yani kitap hakkında pek acemi değilsiniz, kitabı biliyorsunuz. Ey kitap ehli!
Kitab'a sahip olanlar! Kitabı sevenler! "Haksız yere dininizde haddi
aşmayın" diyor.
Arabın dilinde (ğulüv)
yani (La tağlü) kelimesinin Arapça aslı olan (ğulüv) kelimesi: Arabın dilinde;
(Okun yaydan çıktıktan sonra, hedefine doğru süratle gitmesine denilirmiş)
Şimdi o gün, ok için
kullanılırsa, bugün için merminin veya kurşunun silahdan veya namludan çıktıktan
sonra suratla hedefine doğru gitmesine (ğulüv) diyor Arap. Burada da Rabbim;
"Haksız yere dininizde haddi aşmayın" derken: haklı yerde dininizde
hizmet ederken, kurşunun namludan çıkıp hedefine giderken gösterdiği sürati siz
de gösteriniz manası da vardır.
İmansız kesim haksız
yolda namludan çıkmış kurşun gibi gidiyor. Rabbim de "yapmayın bunu"
diyor. "Dininizde haksız yolda namludan çıkmış kurşun gibi, yaydan çıkmış
ok gibi gitmeyiniz"
Peki bunun karşıtı.
Haklı yolda iseniz, İslam dini üzerinde iken, tuttuğunuz yol da eğer o dinin
emir ve yasakları doğrultusunda ise: o zaman siz de namludan çıkmış kurşun
gibi, yaydan çıkmış ok gibi gidiniz, manâsı vardır. Bu ayeti kerimenin
zımnında.
"Sapıtmış,
kendileri sapmış, başkalarını da saptırmış insanların nevasına tabi
olmayınız" diyor.
Hevayı tarif ederken;
âlimlerimiz arapça olarak şöyle "Kulluma elha-ke an Rabbike fehüve
hevake" diye tarif etmişler. "Seni Allah'dan alıkoyan herşey
hevadır" diyorlar. Burada da sapıtan ve başkalarını saptıran insanlar:
Allah (c.c.)'ün emirlerine itaattan insanları alıkoyup, kendilerine itaata
yönlendiriyorlar. Yani, bu kişiler, (feylezoflar) Allah'ın emirlerine muhalif
olarak kanun koyan kişiler. Bunlar da kendi nevalarından koyuyorlar. Yani:
benim aklım bunu uygun görmüş diyor, onu yapıyor ve insanların önüne sunuyor.
Uymayanın başını vururum diyor. İşte bu adam kendisi sapmış, başkasını da
sapıtmış insandır. Allah (c.c.)'de bu tür insanların hevasına sakın uymayınız,
diyor.
Peki uyulursa ne
olur?.. Bir tarafta Allah'ın ahkamı, öbür tarafta Allah'ın ahkamına harp ilan
etmiş insanların ahkamı. Bir insan, Allah'ın ahkamını bırakır da, insanların
koyduğu; Allah'ın kanunlarına karşı koyduğu ahkama uyarsa ne olur?..[85]
(78) İsrail
oğullarından kâfir olanlar Davud ve Meryem oğlu İsa'nın diliyle lanet
olundular. İşte bu isyan etmeleri ve haddi aşmaları sebebiyledir.
Ve tefsirlerde bunu,
"Benî İsrail maymuna dönüştürüldü, İsa (a.s.v.)'a o gün için isyan edenler
de, hınzıra dönüştürüldü" diye tefsir etmişler. Niçin? Allah'a ve Rasulüne
isyan etmeleri sebebiyle olmuştur.
"Allah kanun
koymuş ama, bizim de kırallarımiz v'ar" demeleri sebebiyle. Allah'ın
emirlerini değil, kirallanmn emirlerini tutmaları nedeniyle, bu cezaya
çarptırılmışlar. "Haddi aşanlar olmaları sebebiyle veya onlar böylelikle
haddi aştılar" diyor Allah (c.c.)[86]
(79)
Yaptıkları kötülükten vazgeçmiyorlardı ne kötü şey yapıyorlardı.
Yani bir toplumda bir
kısım insanlar kötülük yapıyor, diğerleri o kötülüğü engellemiyorlar. İşte
bundan dolayı onlar, Allah'ın lanetine uğradılar. "Yaptıkları ne kötü şeydir" diyor
Allah (c.c.)
Bu ayeti kerimenin
tefsirinde, müfessirlerimiz birçok hadisi şerifi ard arda sıralayıvermişler.
Hani bir ayeti kerime vardır. "Öyle bir fitneden korunun ki, o fitne
gelecek olursa veya fitne sebebiyle azap gelecek olursa (Allah tarafından azap
gelecek olursa) yalnız fitneyi çıkaranlara dokunmaz azap." Yani bu şuna
benzer: Mahallede herkesin evi var. Herkesin bağı var. Herkesin bahçesi var,
çoluğu çocuğu var. Bu insanlar çok dikkatlidirler. Evlerindeki bacalarına,
sobalarına, gazlı ocaklarına dikkat ediyorlar.. Ama bir tanesi buna dikkat
etmiyor. O insanın dikkatsizliği nedeni ile onun evi yanarsa,. o evin
komşuları da tedbir alınamadığı takdirde hepsi birden yanar.
Ateş şöyle; "Yahu
dikkatsizlik gösteren bu adam, ben bunun evini yakayım. Şu dikkatli adamların
evini yakmayayım" demez. Ateş gelecek olursa hepsini birden yakar.
Allah (c.c.) de
"O fitneden korunun ki, o fitneden dolayı bir musibet gelecek olursa,
yalnız o fitneyi çıkaranları yakmaz. Ona gücü yettiği halde mani olmayanlara
da azap isabet eder."
Hani anlatırlar. Tabi
ayet veya hadis olarak görmedim. Ama bazı menakıb kitaplarında anlatılır. Lût
(a.s.v.)'ın kavmi arasında Lût (a.s.v.)'a iman etmiş, gecelerini ibadetle
geçiren çok salih insanlar vardı. Ama Lût (a.s.v.)'a yardım etmekten
kaçınıyorlardı. İman etmişler. Emredilenleri yerine getiriyorlar. Yasaklara
riayet ediyorlar. (Ferdi plânda yalnız.) Bunu yapıyorlar. Fakat Lût (a.s.)
diyorki; "Gelin şu pislikle uğraşan adamlara, bizzat elimizle, dilimizle
mani olalım" dediğinde: Orada peygambere yardım etmiyorlardı,
Derken, Allah'ın azabı
geldiğinde hepsi birden helak oldu derler. Ama bu ayeti kerimeler daha açık bir
şekilde bize bu olayı aktarıveriyor. Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'ında
"Benî İsrail'in isyana daldığını, alimlerin engellemek isteyip fakat
engelleyemediğini, sonra alimlerin o kötülük yapanlarla içli dışlı olmaya
başladıklarını ve onların haramlarından onların da yemeye başladığını, sonra da
hep beraber isyana daldıklarını ve Allah'ın lanetini hak ettiklerini"
haber veriyor.
Hani bu şuna benzer.
Günümüzde de değerli insanlarımız var. Pis işlerle uğraşan birisine, yaptığı
işin yanlışlığını anlatmak için ya evine, ya dükkanına veya bürosuna gidiyor. O
da diyor ki; aman ne güzel söyledin. Allah razı olsun. Biz bu pisliğin içine
daldık. Bizi kurtaracak adam lazımdı, iyi ki geldin diyor. Aman sen hergün
buraya uğra. Oğlum! Ali abine bir çay söyle, yemek söyle. Derken; baktı ki;
yemek tatlı, çay tatlı. Büro da güzel. Hergün gidiyor ve itibar görüyor.
Zamanla sineğin
tastaki bala dalışı gibi. Yavaş yavaş önce ayaklan, sonra kanatlan girer.
Kurtulacağım dese de kurtulamaz gayri. O onun içerisinde boğulur gider, ya.
İşte Peygamber Efendimiz (a.s.v.) buna işaret ediyor.
Evvela, kötülük
yapanları engellemek isterler. Onların yanına varırlar. Onların yediğinden
yerler, içtiğinden içerler. Birgün gelir, onlar da onun gibi oluverirler.
Günümüzde; Bizim
elimize gelen tefsir kitapları, fıkıh kitapları, genelde devlet yönetiminde görev
almamış alimlerin kitaplarıdır. Şu anda okunmakta olan en değerli eserler
yazan, mesela İmam Ebu Hanife Hz'leri, İmam Safi Hz'leri, İmam Malik ve İmam
Ahmed bin Hanbel Hazretleri. Bunlar 4 mezhebin imamları, devlette görev
almamış insanlar. Zorlanmışlar. Hatta İmam-ı Azam Hz'leri hapishanede dayak
yiyerek şehid olmuş. Ondan sonra gelen tefsir ve hadis kitapları da aynıdır.
Günümüzde görüyoruz
ki, belirli makam veya mevkide ücret alan kişiler, o insanların gayri meşru
işlerine bazen kılıf bulma ihtiyacı hissedip, fetvalar veriyorlar. Mesela bu
körfez meselesinde, Suud bir tarafta ulemayı topluyor. 400 tane ulemayı
sıralıyor arka arkasına. Ben haklıyım diyor. Saddam da topluyor. Onun 400'üne
karşı 500 tane toplamış o da. O da ulamış ulemayı ard ardına. Onlar da demişler
ki; Sen haklısın.
Her iki taraftan az
çok bazı isimleri biliyoruz. Oraya gideni de. Buraya gideni de. İslam
aleminde. Genelde bir kısmı ordan yararlanan, bir kısmı da burdan yararlanan,
ulemamizdır. Ama ulemamız bu karara muhalefet şerhi koymuştur, çok sevdiğimiz
insanlar. "Ben bu olaya şu nedenlerden dolayı bu fetvaya
katılmıyorum" diye sevdiğimiz saydığımız, eserlerini okuduğumuz bazı
alimler, ben bu fetvaya katılamıyorum diye iki tarafa da muhalefet şerhini
koyan değerli alim insanlar da bulunmuştur.
O zevata bakıyorum,
oralardan maaş almayan insanlar. Yani alın teriyle geçinen insanlardır onlar.
Onun için Peygamber Efendimiz bizim zayıf tarafımıza dikkat çekiyor.
"Evvela iyi niyetlerle gidersiniz, sonra onlarla beraber yemeye ve içmeye
başlarsınız. Sonra da onların yaptıkları kötülüklere göz yumarsınız"
diyor.
Ayeti Kerime'de de
"Onlar yapılan bir kötülüğü engellemezler" buyruluyor.[87]
(80) Onların
çoğunu kâfirleri dost yönetici edindiklerini görürsün. Kendileri için
nefislerinin yapıp gönderdiği ne kötü şeydir. Allah onlara gazap etmiştir ve
onlar azabın içinde ebedi kalıcıdırlar.
Hani insan birine bir
hediye takdim ediyor. Hediye takdim ederken hediyesinin gücünün, kendi gücüyle
orantılı olmasına dikkat eder. Bir, kendi gücüyle orantılı olmasına bir de
karşıdakinin makamı, mevkii, unvanı, diploması her neyse hoşlanıp
hoşlanmayacağını da nazarı itibara alarak takdim eder. Ama hediyede gaye; karşı
tarafın gönlünü almaktır. Sevgiyi muhabbetini karşı taraftakine bildirmeye
vasıta yapmaktır.
Peygamber Efendimiz de
"Karşılıklı hediyeleşiniz. Birbirinize karşı sevginiz artar" diyor.
Şimdi burada Rabbim,
insanın kendisine karşı takdim ettiği hediyeden bahsediyor. "İnsanların
yaptıkları kendilerinedir. Ve onlar kendilerine ne kötü şeyler takdim
ediyorlar" diyor.
Hani biz kendimizin
dışında, eşimize, babamıza, annemize, dostlarımıza, kardeşlerimize,
yakınlarımıza, komşularımıza birşey takdim ederken güzel olmasına dikkat
ederiz. Halbuki kendimize takdim ederken ise, kötü şeyler takdim ediyoruz.
Rabbim onu ifade ediyor. "Kendilerine ne kötü şeyler takdim
ediyorlar" diyor.
Öyle ya. Bu dünyada
yaptıklarımızın karşılığını, ahirette ya ateş olarak veya çiçek olarak Allah
(c.c.) bizim karşımıza dikiverecektir. Öyleyse ateşi ellerimizle yakıp,
ağızlarımızla üflememeye dikkat edelim. "Allah onlara gazap etmiştir.
Ebedi azap da onlar içindir" diyor Allah (c.c.)
Neden dolayı?
Kendilerine kötülük yaptıklarından dolayı. Kendilerine kötü şeyler takdim
ettiklerinden dolayı. Kâfir insanları kendilerine dost ve yönetici
edindiklerinden dolayı, yapılan kötülüklere mani olma gücü olduğu halde, mani
olmadıklarından dolayı ve peygamberlerine isyan edip, haddi aşmalarından
dolayı Allah (c.c.) onlara gazap etmiştir. Onlar da ebedi ateştedirler, diyor
Allah (c.c.)
Demek ki; Hani
Allah'ın gazabını anlatırken bazı batılılar, Rabbi ta-
nıtırken Allah (c.c.)ü
tanıtırken gazap olarak tanıttırıyor genelde. Hani (ilahların gazabı) gibi
romanlar bile yazıvermişlerdir.
Allah (c.c.) Kur'an-i
Kerim'de sayacak olursak, gazapla ilgili ayeti kerimeler çok azdır. Ama
rahmetiyle ilgili, (Gafur) sıfatı, (Rahman) sıfatı, (Rahim) esmai hüsnaları,
(Halim) esmai hüsnası Kur'an-i Kerim'de çokça zikredilmektedir.
Hadis-i kutside
kendisini bize tanıtırken; "Gazabımı rahmetim geçmiştir. Rahmetim
gazabımı geçmiştir" diyor Allah (c.c.)
Peki bu azaba ve bu
gazaba müstehak olmaları kendiliklerinden kaynaklanıyor. Yapmamış olsalar
bunları, Allah (c.c.)de onlara o azabı vermeyecek, onlara gazap etmeyecektir.
Hemen ayet-i kerimesinde devam ediyor:[88]
(81) Eğer
Allah'a, peygambere ve ona indirilene iman etselerdi onları dost ve yönetici
edinmezlerdi. Ancak onlardan bir çoğu fasıklardır.
Demek ki insanın
fasıklıktan kurtulabilmesi ve kâfirleri ;dost edinmekten uzaklaşabilmesinin
yolu; Allah ve rasulünü dost bilip, kılavuz olarak, rehber olarak Kur'an-ı
Kerimi almasıyla mümkündir.
Eğer Allah ve rasulünü
dost edinmez, kendisine de yol gösterici olarak Kur'an'ı rehber edinmezse
mecburen insanoğlu peşinden gidecek birini bulurmuş. Öyle ya, Türkiye'de bunun
numunesi görüldü. Allah'ın kitabı Kur'an-ı Kerim kapatıldı. Topyekün insanlar
değil millet olarak kapatmadı ama, bazı etkili ve yetkili kişiler Kur'an-ı
Kerimi kapattılar. Ahkamını ortadan kaldırdılar. Bu sefer meydan boş kalmıyor
hemen. Derhal Allah'a iman yerine bir başkasını ikame ediyorlar.
Allah'a imandan
bırakılıyorsunuz ama buyurun buna iman edeceksiniz. Allah'ın kelamı ortadan
kaldırılıyor, bu sefer o adamın veya o kuruluşların sözlerini: Buyurun buna
göre hareket edeceksiniz deniliyor. Allah (c.c): o kâfirleri dost edinmemenin
yolu Allah'a, onun rasulüne ve ona indirdiği kitabına imandan geçiyor.
Yani bir insan şunu
diyemez: "Ben Allah'a da inanmam, Peygambere de inanmam, kitaba da
inanmam. Ama kâfirleri de kendime dost ve yönetici edinmem" diyemez bir
adam. Çünkü böyle bir insanın görülmüşü yok. Günümüzde de böyle bir adam yok.
Mutlak surette:
(Bakara suresinde geçmişti) ayet-i kerimede; "Onlar Allah'ın kitabı
Tevrati elleriyle şöyle arkalarına atıverdiler" buyrulur. Peki atıverdiler
de kitapsız mı kaldılar. "Şeytanın okuduğuna tabii oluverdiler." Bu
sefer adım adım şeytanı takip ettiler ve şeytanın vahyine uydular, vesvesesine
uydular" diyor Allah (c.c).
Bu sefer bizim
karşımızda 3 grup insanın olduğuna dikkat çekiyor 82. ayet-i kerimede.
Müslümanın karşısına
dikilen 3 grup insan vardır. Yani yeryüzünde 2 grup insan vardır. Müslümanlar,
müslüman olmayanlar. Müslüman olmayanlar da kendi aralarında 3 gruba
ayrılırlar. O, 3 grubu da Rabbim bu 82. ayet-i kerimesinde şöyle haber veriyor:[89]
(82) Elbette
mü'nıinlere karşı düşmanlık da insanların en şiddetlisi olarak yahudileri ve
birde müşrikleri bulacaksın. Mü'minlere sevgi bakımından en yakın olarak
"Biz nasârayiz (hristiyanız) diyenleri bulacaksın. Bu, onların arasında
keşişler ve rahipler olmasındandır. Şüphesiz onlar kibirlenmezler.
"İnsanların
düşmanlık bakımından müslümanlara en katısı, en şiddetlisi, yahudilerdir.
Sonra müşriklerdir." Halbuki bize Türkiye'de şu öğretildi: Müşrikler
denilince komünislerdir. Veya budistlerdir. Hani Hind'in budistleri ve Rus'un
komünistleri, bunlar müşriklerdir. Rabbim, halbuki müslümanlara; insanlar
arasında en şiddetli düşman; 1. derecede Yahudiler, 2. derecede müşrikler
diyor.
Halbuki bize düne
kadar, (Hani sirk varmış. Şehrin meydanına gelmiş adam. Cambaz ipin üzerine
çıkmış, gösteri yapıyormuş. Şehirde de ilk defa sirk seyrediliyor. Kadın- kız-
çoluk çocuk dolmuşlar oraya seyrediyorlar. Meydanda böyle. Çok kalabalak, sıkı
da bir debdebe. Birisi gelmiş kadının birisinin arkasına durmuş. Kadına
sarkıntılık yapacak. Kadın tam anlıyor sarkıntılık yapıldığını arkasını
dönecek; "Aaa! Cambaza bak cambaza" diyormuş. Kadın çok heyecanlı
yerinde cambazın. Cambaza dönermiş, O yine devam eder. Kadın rahatsız oluyor,
tam dönecek. "Aaa! cambaz düşecek" diyormuş. Adam yine yaptığı
kötülüğe devam ediyor.
Şimdi Türkiye'de
Yahudilerle- hırıstiyanlar bir olmuşlar. Birgün bu millete; Aaa! Komüniste bak
komüniste. Komünistler geliyor. Diye diye bu hale getirdiler bizi. Halbuki
Türkiye'de saysan, "Ben gerçekten komünistim" diyen toplam 50.000
kişiyi bulmaz. Yani inananı. Böyle okuyup inanan bin kişiyi geçmez. Onların
peşinden giden gönül verenler de 50.000'i geçmez durumda insanlar.
Bir şehirde ki: Hocam
işte bizi komünist yapan bu adam, demişlerdi. Benim vaiz olarak gittiğim bir
yerde. Düzelenler; "Hocam bizi komünist yapan, üniversitedeki profesörler
değil, işte bu adam" dediler. Onun yanına da gittiydik. Aynı benim gibi
müslüman. Ama komünistliği de benimsiyor ayrı. "Hocam katiyyen gavur
olduğumu kabul edemem ben, ama komünistiz biz" diyor. Müslüman da ayrıca
bu arada.
Yani Türkiye'nin
garipliği bu. Fakat o tür garibanları bize gösteriver-diler. Bu geliyor dediler
ama asıl gelen başkası. Asıl bizim işimizi bitiren başkasiymiş. Rabbim de bu
ayet-i kerime'de, (Şimdi ne yapacaklar, ne gösterecekler bize bilmiyorum.)
birinci derecede yahudiler, ikinci derecede katı düşman müşriklerdir. Yani
illaki Moskova'nın konünistlerine, yahut Hindistan'ın Budistlerine gitmek yok.
Türkiye'de bir adam,
" Allah'ın indirdiği kitap, kardaşım o kitap 1400 sene evvel inmiş kitaba
mı uyalım, yoksa şu bizim ağabeyimizin sözüne mi uyalım. Ben buna uyarım"
diyorsa bu adam da müşriktir.
Peki bu 3'ünün
içerisinde bize en yakını "Mü'minlere bunlar içersinde sevgi bakımından,
biz (Nasârayız) diyenlerdir." Yani Hıristiyanlığında samimi
olanlardır" diyor. Nasârayız diyenler: hani Hz İsa (a.s.) sormuş. (Daha
önce geçmişti Bakara Suresinde tahmin ediyorum) "Allah'ın dini konusunda
bana kim yardım eder?" diye sormuş Hz. İsa (a.s.), o kendisine gerçekten
inanmış iman etmiş olan insanlar dediler ki: "Allah'ın dinine yardım eden
bizleriz" demişler. Ondan dolayı onlara (Nasâra) denir. Yani Hz. İsa'ya
onun getirdiği İncil'e ve Allah'a (c.c.) gönülden iman etmiş, mal ve
canlarıyla, bütün varlıklarıyla, ona yardım eden insanlara (Nasâra) deniyor.
Gerçekten biz
(Nasâra)yız diyenler, günümüz de bize en yakın olanlardır. Buradan şu
yanılgıya düşmeyelim yalnız, Hocam, Almanlar Hıristiyan, İngilizler
Hıristiyan, Fransızlar Hıristiyan, Belçikalılar, Hollandalılar Hıristiyan.
"Yani demek ki bize yakın olan bunlarmış" değil. (Biz nasârayız)
diyenleridir. Bize en yakın olan. Ben 1.5 sene kaldım Fransa'da. İşçi olarak.
Benim gördüğüm birçok
Fransız nüfus kütüğünde Hıristiyandır. Hıristiyan bir aileden doğmuş ama,
ateisttir. Yani samimiyetle İncil'e inanan ve kiliseye giden ve Hz. İsa
(a.s.v.)'a inanan insan ben görmedim. Bir tane papaz gördük. Papazla görüştük.
O da bir alemdi tabii ki. Çoğunluk demiyeyim. Yani oranlamasını bilmiyorum.
Yani şu kadarıdır diyemem. Fakat ateist çoktur. Çok ateist vardır. Yani
inanmıyor. Hıristiyanlığa da inanmıyor, İsa (a.s.v.)'a da inanmıyor. Allah'a da
inanmayan birçok insan var.
Peki yönetici kadroda
var mı? Yönetici kadroda da vardır. Yani İncil'e el basarak göreve başlayan
insanlar arasında da var. Peki ama niye basar o zaman? Eee gelenek görenek
öyle. Sonra da devlet hayatında, bir devletin .devlet olabilmesi için bağlı
olacağı bazı şeyler vardır. Hani, dil-birliği, dinbiriiği sağlaması, insanların
örf, adet ve geleneklerine saygılı olması; yani toprak bütünlüğü, din
bütünlüğü, dil bütünlüğü gibi şeylere sahip olması gerekir. Her ne kadar iç
dünyasında bunları kabul etmese bile, eğitimde-öğretimde, siyasal bilgiler
fakültesinde onlara bunlar öğretilir.
İnanmasan bile, eğer
bir toplum kaplumbağaya tapıyorsa, onların kaplumbağasına hürmet ve saygı
gösterecen ve o insanları öyle yönetecen, diye yetiştirirler adamları.
Rabbim, o
hıristiyanları biraz açıyor bize. (Niye o insanlar bize yakın. Onun
gerekçesini anlatıveriyor Rabbim.) "Onların arasında vardır."
(Gıssis) Türkçeye keşiş diye geçmiş. Keşişi kullanırız herhalde değil mi?
Kerem ile Aslı'nm
sevdasında, Ash'nm babası bir keşiştir. Onun için de Kerem onun arkasında
dolanır durur. Yani Hıristiyan ilim adamı. Keşiş. Türkçe Keşiş. Belki (Gıssis)
den geçmiş. Gıssis-Keşiş. Birbirlerine yakın kelimeler. Yani telaffuzda yakın
kelimeler. Türkçe Keşiş diye geçmiş lugatçılarımız.
"Çünkü onların
içinde İncil'i ve Tevrat'ı çok iyi bilen Keşişler ve de bu dünya nimetlerinden
kendisini sırf Allah rızası için uzak tutan (Ruhban) lar vardır."
"Ve onlar kibirlenmezler de" diyor. Yani şimdi müslü-manlara en yakın
Hıristiyanlar ama; o Hıristiyanların özellikleri var.
Tevrat'ı ve İncil'i
çok iyi bilen ve bu dünya nimetlerinden istifade etmeyeceğim diye manastıra
çekilen rahipler var ve onlar kibirlenmezler, diyor. Ve yine devam ediyor daha.[90]
(83)
Peygambere indirilenleri işittiklerinde hakkı tanımalarından dolayı gözlerinden
yaş aktığını görürsün. Onlar: "Ey Rabbimiz, biz iman ettik, bizi
şahidlerle beraber yaz" derler.
"Peygambere indirileni
işittiklerinde (Yâni Peygamber Efendimize indirilen bu Kur'an'ı işittiklerinde)
"Haktan o bilmiş olduklarım görünce gözleri yaşla dolar" diyor.
Bunlar bize en yakını.
Peki ama nerde bulalım şimdi bunu. Yani Almanya'da o kadar Kur'an
okuyanlarımız, açıklayanlarımız var. Yalnız Almanya'da 3000 tane cami'de
Kur'an-ı Kerim okunuyor. Bu Kur'an'ı dinleyip de ağlayan bir papaza, bir
keşişe henüz rastlanmamıştır.
Yani bize yakın
olanları budur. Yine onlar diyorlar ki; (Rabbena-âmenna) "Ey bizim
rabbimiz, biz iman ettik." "Biz iman ettik bu Kur'an-ı Kerime.
Dinledik ve iman ettik. Bu Kur'an-ı Kerime, bizi de şahitlerden yaz."
Yani, Allah'ın var olduğu, bir olduğu Muhammedin onun rasulü olduğu, Kur'an-i
Kerimin Allah kitabı olduğuna şahitlik yapanlardan kıl bizi ya Rabbi"
diye dua edenler bize en yakın olanlardır.
Bazı arkadaşlarımız:
Hani biz hep sarhoşu kötüleriz. Sarhoşu ayıplarız. Efendim sarhoşun biri içki
içermiş. Ee niye içen bunu kardeşim. Kur'an-ı Kerim'de "Namaza
yaklaşma" diyor. "Ben de o emre uyuyorum, içiyorum" demiş. Haa
Niye namaz kılman? demiş adama. O da demiş ki: (Namaza yaklaşmayın) diyor Allah
demiş. Peki devamını okusana demiş. Ben hafız değilim demiş. Devamında;
"Sarhoşken namaza yaklaşmayın " diyor Rabbim. O sarhoşun mantığı
olarak çok duyulmuş bir söz. Burada yine bizim müslüman sarhoşlar da aynı
takdiği kullanıyor. Hoca!.. Avrupadaki hıristiyanlaıa (Gâvur) diyemezsin. Onlar
bizim yakın dostlarımızdir. Hele hele imansızlara karşı. Ne buyuruyor Rabbim;
"Onlar size sevgi bakımından en yakın olanları Hıristiyanlardır"
diyor Allah (c.c.) Maide Suresinin 82. ayet-i kerimesinde.
Kardeşim ayeti
tamamla. Ayeti devam et. Devamında ne diyor."Onların içerisinde Tevrat'ı
İncil'i gayet iyi bilen ve kendini tamamen ibadete veren ve de kibirlenmeyen,
ve de Kur'an-ı Kerim ayetlerini dinlediğinde gözleri yaşla dolan, iman
eden" ve Rabbine: Ya Rabbi! bizi de İslâmın şahitleri yap diyenlerdir
size yakın olanlar" diyor Allah (c.c.)
Bu kısmını da oku dedin
mi? "Valla hafız değilim, bana bu kadarı pa-' pagan gibi
ezberletildi" diyor o kadar. (Daha devam ediyor onların sözü.)[91]
(84) Biz ,
Rabbimin bizi saîihler arasına katmasını umup dururken, bize ne oluyor da
Allah'a ve bize hak olarak gelene iman etmeyelim.
Böyle diyen kişilere:
Yani Allah'a iman eden, Kur'an'a iman eden, Ya Rabbi! salih kullarınla beraber
bizi cennetine koy diyen, Kur'an'ı okuyunca ağlayan, ve Rabbine iman eden,
kibirlenmeyen ve Tevrat'ı incil'i gayet iyi bilen ve müslüman olmadan önce
ruhbanlığına devam eden bu insanlara, müslüman olunca,[92]
(85) Allah
onlara bu sözleri sebebiyle içinde ebedi
kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler verdi. İşte iyilerin
mükafatı budur.[93]
(86) İnkâr
edip ayetlerimizi yalanlayanlara gelince işte onlarda cehennemin
arkadaşlarıdırlar.
Şimdi yukarlarda
ruhbanlardan bahsettiydi. Burada; daha Önce (Ha-did Suresi) nde geçmişti.
Ruhban'ııı tarifi, Hadid suresinin son sahifesiy-di. Orada dünyadan el etek
çekmiş insanlar gayet samimi olarak yalnız. Hani dağlarınızda, özellikle
Anadolu'da olanlar bilirler. Dağların en zirvesinde olur manastırlar.
Manastıra çekilen bir papaz orada ancak yaşayabileceği kadar yer. Yemeklerin
tatlısını yemez. Yalnız bir çorbayla yetinir veya bir-iki zeytin tanesiyle
geçinir.
Çiçek koklamaz. Çünkü
dünya nimetleridir diye. Kadın sevmez dünya nimetidir diye. Halâ da devam
ediyor kadın sevmedikleri. Fransa'da bizim uyanık bir arkadaşımız biraz gönül
vermiş, papaza, Yabancı dil öğreneceğim diyor. Kimse öğretmiyor. SeVimli bir
arkadaş. Kur'an'ı filan güzel bilir. Arapçası da böyle çat pattır. İyidir.
Hafif şöyle yumuşak
muamele ettim, diyor. Ulen bir tane Türkü Hıristiyan yapacağım diye, benimle
ilgilendi papaz der. Derken bir ilkokul öğretmeni. Bana da baya ders vermek
üzere gönderdiler.
Milli eğitim
gönderiyor. Kadına ek ücret veriyorlar. Tek bana Fransızca derse veriyorlar.
Bir sene devam etti. Belirli bir seviyeye geldikten sonra, kadmı aldılar. Papaz
bizzat kendisi, gönülden geldiğini söyledi,fi-lan. Ondan sonra teklifte bulunmuş
buna. O da demiş ki: Valla bizim bur-da hocamız var. Yakın bir şehirde. Onunla
görüşün, benim huzurumda konuşun hanginiz haklı ise ben o tarafa geçeyim der.
Neyse gittik. Adamın
evi kilisenin bitişiğinde. Bu katolik olduğu için
evlenmeyenlerden. O
günlerde tahmin ederim yaşı 35. Yani genç birşey-di. 30-35 veya 35-40
yaşlarındaydı görüntüsü. Sene 1974.
Onların kapıdan
girdim, gösterdiği yere oturdum. O kapıyı örttü. Baktım ki boydan-boya kapının
arkasında Fransızların o çok ünlü artistinin çok müstehcen bir fotoğrafı. Ama
kapı büyüklüğünde. Nerdeyse kapıyı kaplıyor. Seks yıldızı filan diye
tanıttıkları kadının fotoğrafı. Ooo! dedim güzel.....
Hadid Suresinin
tefsirinde geçmişti. 27. ayet-i kerimesinde, "Ruhbanlığı icad ettiler.
İsa (a.s.v.) peşinden giden insanlar, ruhbanlığı icad ettiler. (Bid'at icad
ettiler) (Fakat çok iyi niyetlerle yaptılar bunu.) Allah'ın rızasını kazanmak
için yaptılar ama ona da riayet edemeyiverdiler. Rab-bim fıtrata karşı
gelmemizi yasaklıyor bir kere.
Mesela bu ayet-i
kerimenin tefsirinde, Mevdudi merhum çok güzel misaller vermiş. Kendi
kitaplarından. Yani Hıristiyanların tarih boyunca yazdığı kitaplardan örnekler
vermiş. Rabbim yasaklamadığı halde, kendilerine yasaklayan bu adamlar,
kilisenin içerisinde binbir rezalet yapma mecburiyetinde kaldılar. Çünkü
fıtratlarında olan şeyi gemleme tarafına gittiler. Buna da muvaffak olamadılar,
Rabbim ona işaret
ediyor zaten, Allah (c.c.) bize (Ruhbanların durumunu anlattıktan sonra)
yöneliyor ve diyor ki.[94]
(87) Ey iman
edenler, Allah'ın size helal kıldığı temiz şeyleri haram kılmayın ve haddi
aşmayın. Allah haddi aşanları sevmez.
Helallar sayılmaz
diyoruz. Çünkü helallar sayılacak olursa Kur'an musaf olarakyetmez Erik,
kayısı, elma helaldir. Mısır, buğday helaldir diye yeryüzündeki bütün
nimetlerin sayılması gerekir.
Bazen sorarlar. Hocam
şu helal mi? Helal diyorum ben. Kitapta yerini göster hocam, diyor. Peki elma
helal mi? Gülüyor. Eee ne gülen? Helal hocam. Göster bakayım bir. Elmanın
helalliğini göster bakayım. Yok. Haram olanlar bildirilir, geri kalanlar
helaldir. Haram olanlar da azdır. Az olanlar bildirilir, çok olanlar; mesela,
kitaplarınızda fıkıh kitaplarında (orucu bozanlar) bildirilir. Orucu
bozmayanlar yazılmaz.
Fıkıh kitaplarında
(orucu bozmayanlar) başlığı var da, şüpheli olanları açıklar. Şüpheli. Aslında
(orucu bozmayanlar) maddesi olmaz. Niye? Oturmak orucu bozmaz. Yürümek orucu
bozmaz. El kaldırmak orucu bozmaz. Göz kırpmak orucu bozmaz. O zaman 3000
ciltlik kitap yazmak lâzım. Orucu bozmayanlar diye.
Orucu bozanlar
bildirilir. Bir de orucu bozar mı, bozmaz mı diye şüphe edilecek olanlar var.
Onlar da bildirilir. Geriye kalan orucu bozmaz. Şimdi size de bir soru
sorulsa, Hocam şöyle yapmak orucu bozar mı? denildiğinde: kitapta orucu
bozanlar arasında yazılmıyorsa orucu bozmaz o, bitti.
Siz dedinizki,
bozulmaz kardeşim. Kitapta yerini göster. Olmaz ki. Göz kırpmak orucu bozar mı?
Bozmaz. Ee öyleyse kitaptan göster yerini dersiniz.
"Allah'ın helâl
kıldıklarını haram kılmayınız" Bir başka ayet-i kerimede de "Kimmiş
Allah'ın helâl kıldıklarını haram kılanlar" diyor. Yani azarlama ifadesi
vardır. "Haddi de aşmayınız." "Allah haddi aşanları sevmez"
buyuruyor Allah (c.c.) Haddi aşmak ne demektir. Yani smırı geçmek demektir bu.
Sınır da Rabbimin koyduğu (Helâl ve haram) çizgisidir.
Haram çizgileri belli.
Bunu aşmayacaksınız. Aşmak şöyle dursun. Bir Hadisi Şerifde; "Haram
çizgisinin yakınında da olmayın" diyor, Peygamber Efendimiz. Hani diyor,
koyunlarınızı güderken; bir otlağa gidiyorsunuz, fakat bir adamın onun yakınında
da ekini var. Veya bir orman ki, yasaklanmış bir yer. Oranın yakınına kadar
sürünüzü götürseniz onların girmesine engel olamazsınız. Çobanlar ne yaparlar.
Sınıra biraz uzak
tutarlar. Komşunun
ekinine girmesin diye.
Yok efendim çizgi
vardır. Ben çizgide tutarım koyunu, çizgide koyunu tutamazsınız bu sefer.
Keçiyi hiç tutamazsın zaten. Onun için Rab-bim; "Zinaya
yaklaşmayınız." Kur'an'da zina yapmayınız diye ayet yok. Yaklaşmayın
diyor.
Velinin birine
sormuşlar. Efendim demişler; Böyle yaşı tam, güzelliği tam bir sevgiliyle aynı
evde geceleme zorunda kalsanız, o da size doğru meylet se, elinizi değmeden
sabah edebilirmisiniz? demişler Şeyh Sadi (gülistan)mda diyor bunu.
O da demiş ki; Allah
beni öyle bir duruma düşürmesin demiş. Allah'ın veli kullarından birinin
dediği bu.
Onun için: bazı
insanlar bu tür günahlara daldığında, ayıplamayın. Ya Rabbi! Onu da bizi de bir
daha böyle bir duruma düşürme, diye dua ediniz. Ayıplamak olmaz.
Haddi aşmak, smıra
yaklaşmakla başlar. Biz sınıra yaklaşmayalım. Karşı karşıya geldiğimizde; ben
kendime güvenirim, demeyin. İslam Enstitüsünde okurken hiç konuşmayan bir
arkadaş vardı. 4 seneyi bitirdi gitti, hiç konuşmazdı böyle. Bir garip oğlandı.
Ona soruyorlar birgün.
Yahu demişler. (O günlerde de mecliste millet vekili alınıp satılıyordu.)
Panayır gibi. 5 milyona satılmış. Gazetelerde 10 milyona satılmış diye yazılıp,
isimler veriliyordu. Nazif e soruyorlar, Yahu Nazif 10 milyona sen dinini satan
mı? diyorlar. Yatılıydı onlar. O demiş ki;
-Valla satmam diyemem.
Çünkü 10 milyonla imanımı karşı karşıya hiç görmedim ben demiş.
Sonra gördüğümde, ulen
Nazif dedim. 4 sene durdun durdun da, 4 sene sonra durnayı gözünden vurdun.
Kimsenin söyleyemeyeceği sözü ettin dedim. Öyle ya, bak bugün bile tekrar
ediyoruz. 4 sene konuşulanların hiçbir lafını tekrarlamıyorum ben. Ama Nazif
in birtek sözü tekrar ediliyor.
"Söz de silah
gibidir" demişler. Öyle kolay kolay atışı yapılmaz. Tutulur tutulur tam
zamanında atılır.[95]
(88)
Allah'ın rızik olarak verdiklerinden helal ve temiz olarak yiyin ve iman
ettiğiniz Allah'dan sakının.
Allah'ın size rızk
olarak verdiklerinden, helal olarak yiyiniz ve de temiz olarak yiyiniz."
Bir yediğimiz helal olacak. Birde temiz olacak, diyor. Bu adamlar bize
temizlik Öğretmeye çalışıyorlar. Müslümana temizlik Öğretilmez. Müslümanm
yapısı temizdir.
Müslüman günde 5 defa
elini yüzünü yıkayan adamdır. Müslüman, peygamberin emrine uyarak dişlerini
fırçalayan insandır. "O Allah'dan sakının ki siz o Allah'a iman
ediyorsunuz." İman ettiğiniz Allah'dan sakınınız, diyor Allah (c.c.)[96]
(89) Allah
sizi kasıtsız yeminlerinizden hesaba çekmez. Ancak bilerek yaptığınız
yeminlerden hesaba çeker. Bilerek yapılıp bozulan yeminin keffareti: Ailenizi
doyurduğunuz yemeğin orta hallisiyle on fakiri doyurmaktır veya on fakiri giydirmek
veya bir köle azad etmektir. Kim bunları bulamazsa üçgün oruç gerekir. İşte
yemin ettiğinizde yeminlerinizi bozmanın cezası budur. Yeminlerinizi koruyun.
Şükredesiniz diye Allah ayetlerini size işte böyle açıklar.
Allah (c.c.) 87. ve
88. ayet-i kerimelerinde: "Allah'ın helal kıldıklarını haram kılmayınız.
Haddi aşmayınız. Yani helalları haram kılmak da haddi aşmak olduğu bildirilmiş
oluyor.
Allah'ın helal
dediğine haram demek veya haram dediğine helal demek haddi aşmak oluyor.
Allah'ın temiz olarak, helal olarak yarattıklarını da yeyiniz, dedikten sonra:
İnsanların hayat boyu çokça karşı karşıya kaldıkları ve çokça tekrarladıkları
yeminin ahkamını bildiriyor Allah (c.c).
Yemin eskiden beri
devam edegelen ve bütün milletlerin hayatında olagelen şeydir. Yemin etmek
günah değildir. Çünki Kur'an-i Kerim'de Allah (c.c.) bizzat kendisi yemin
ediyor.
Birçok ayet-i kerimede
Allah (c.c.) o anlatacağı şeyin önemine dikkat çekmek üzere yeminler etmiştir.
Kur'an-i Kerimin Arapça olarak indirildiğini anlatırken, Rabbim, (anlayasınız)
ifadesini kullanıyor. "Anlayasınız diye böyle (arapça olarak)
indirdik" diyor ya. Bizim kullandığımız kelimeleri ve tâbirleri kullanıyor
Kur'an-ı Kerim'de. Anlamamız için. Demek ki; insanoğlu yemin ediyor.
Hz. Adem'den günümüze
kadar, insanlar sözlerini kuvvetlendirmek için yemine başvurmuşlardır. Zaten
yeminin İslam hukukundaki tarifi de; kişinin birşeyi yapmak veya yapmamak için
sözünü kuvvetlendirmek
üzere kullandığı
kelimelerdir, diye tarif edilmiş.
Sözünü kuvvetlendirmek
için. Yapacağı veya yapmayacağı şeyde kararını kuvvetlendirmek üzere
başvurduğu yola (yemin) diyoruz..
1- Bir,
yemini mün'akidedir. O şu işi geleceğe yönelik olarak yapacağım. Vallahi ve
Billahi o işi yapacağım. Allah'ın isimlerini kullanarak: (Vallahi ve Billahi)
(verrahmani verrahimi) de olur. İsimlerinden, esmai hüsnasmdan herhangi
birilerini kullanarak, Allah'a dayanarak, Allah'ın adını anarak; "Şu işi
yapacağım veya yapmayacağım" diye yapmış olduğu yemine: (yemini münakide)
derler. Bunu yerine getirmesi zaruridir. Yani yapacağım demişse yapmalıdır.
Yapmayacağım demişse yapmamalıdır. Ancak, eğer yapmayacağım dediği şeyler,
dinen doğru değilse, mesela; "Vallahi babam ve annemle bundan sonra
konuşmayacağım veya kardeşimle
konuşmayacağım veya komşusuyla (hani kızmışlar, vallahi seninle bundan
sonra konuşmam) demişse müslüman bu yemini bozmalıdır.
Çünkü küs kalması, yemini
bozmasından daha büyük bir sorumluluk getireceğinden bu yemini bozması
gerekmektedir. Fakat yaptığı yeminler meşru ise; mesela vallahi bundan sonra
içki içmeyeceğim, zina etmeyeceğim, sigara içmeyeceğim gibi yeminler etmişse
buna riayet etmesi gerekir. Buna (yemini münakide) diyoruz. Geleceğe dönük bir
işi yapma veya yapmama konusunda kişinin yemin etmesine: (yemini münakide)
deniliyor. Ve ayet-i kerimede kelimesinden almışlar, yeminin bir çeşidide:
2- (Yemini
Lağv)dır. Bunu da şöyle tarif etmişler. Kişi yalan söylemek kasdıyla değil,
doğru söylüyorum zannıyla, "Vallahi ben onu gör-ı müştüm" geçen sene,
veya duymuştum gibi yemin ediyor. Fakat sonradan öğreniliyor ki bu yanlışmış.
Fakat kişinin kasdında
yalan yok. Bile bile bu yemini yapmıyor. Yalan dâ söylemiyor. Böyle zannediyor
idi. Bundan dolayı keffaret de gerekmez. Sorumluluk da gerekmez demişler.
3- Bir de
(yemini ğamus)) vardır ki; (Ğamus) Arabın dilinde (batmak) yani suya batmak
manâsmdadır. (Yemini ğamus) ise kişinin yalana batmasını gerektiren yemindir.
Günaha batmasını gerektiren yemindir. O da: görmediğini bildiği halde (vallahi
ben onu gördüm) yalan söylüyor. (Billahi ben onu aldım.) almadı aslında.
(Billahi söyledim) aslında söylemedi. O biliyor yalnız. Söylemediğini bildiği
halde. Yaptığı halde yapmadım diyor. Yapmadığı halde yaptım, diyor. Bu konuda
yemin ediyor ve bu adam için keffaret gerekmiyor.
Bu adamın istiğfardan
başka yolu yoktur. Yani Rabbine yönelip istiğfardan, af dilemeden başka yolu
yoktur, demişler. Burada hukuku belirtilen yemin (yemini münakide) dir. Yani
geleceğe yönelik olarak (vallahi ve billahi) şu işi yapacağım demiş de
yapamamışsa veya yapmayacağım demiş de yapmışsa o zaman 3 türlü keffaretini
ödeme yolunu göstermiştir Rabbim.
1- Öncelik
sırasına göre (önemine göre öncelik sırası verilmiş.) En fakiri sabahlı ve
akşamlı olarak doyuracak. Tabii ki ayette (sabahlı akşamlı) demiyor. Ayette,
en fakiri doyuracak diyor. Bunu Hanefi Fakihleri; "Sabah ve akşam yemeği
olmak üzere 2 öğün yemek verecek şekilde en fakiri doyuracaktır."
Nasıl? Yani yemeğin
çeşidi nasıl olacak bu sefer. Hani bazılarının yemeği vardır ki, bir adam
100.000 TL. la, 200.000 TL.la 300.000 TL. la yerine göre, yiyeceği lokantaya
göre veya yapan ustasına göre fiyatıda değişir
Rabbim onun da
ölçüsünü vermiş. "Ailenize yedirdiğiniz yiyeceğin ortasını" Hani
bayram-seyran günlerinde fazladan yedirdiğiniz değil. Veya dar günlerinizde az
yedirdiğiniz de değil. Orta halli Hani bir Ramazan yemeği gibi süslü püslü
değil ama, çok kıt da değil, orta halli, yani bir adamın 365 gününde ailesine
ortalama ne yediriyorsa, ondan yedirmesi diyor.
Fakihlerimiz Efendimizin
hadislerinden hareketle asgari ölçüyü bildirmişler. Bizim de bugünkü ölçü
birimimize göre, şöyle böyle l,666kg
buğday,veya 3,333 kg arpa,veya hurma veya üzüm veya bunları para olarak
karşılığı verilir.
Fakat geçen sene
Ramazan'da gördünüz. Ramazan'da müftülükler, (sadakayı fıtr) ı lira olarak
değerini ilan ettiler. İlan eden müfti efendiler, İstanbul müftisi de diğer
müftiler de, fakihlerin fıkıh kitaplarında yazmış oldukları ölçü birimlerini
verdiler. Haklı olarak. Bir baktılar ki orda, buğdaydan 1500 TL. hurmadan
60.000 TL.
Halbuki Peygamber
Efendimiz (a.s.v.) zamanında 1.5 kg. buğday verdiniz mi 3.33 kg hurma
alabiliyorsunuz, 3.33 kg arpa alıyorsunuz. 1,5 kg buğday veriyorsunuz 3.33 kg
kuru üzüm alıyorsunuz. Değerler böyle biri birini karşılıyordu.
Günümüzde buğdayın,
özellikle Türkiye'de fazlaca yetişmiş olması fiyatını düşürdü. Hurmanın
Türkiye'de olmaması hurmanın fiyatını artırdı. Bilemiyorum. Suud'da da bunun
tersi olabilir. Orada da buğday fazla, hurma aşağı olabilir, bilmiyorum şu
andaki durum nedir.
Fakat bize ölçü olarak
Allah (c.c.) "Bu fakire verilenin ölçüsünü şu kadar dirhem" dememiş.
"Ailenize yedirdiğinizin ortasını "demiş. Biz buna dikkat edelim.
Fakire, yemin
keffaretinden dolayı verirken, oruç keffaretinden dolayı da fakire birşey
dağıtırken (mesela 60-70-80'ine gelmiş. Oruç tutamaz hale gelmiş, Doktorlar
demiş ki, oruç tutamaz. Hakikaten annenize- babanıza bakıyorsunuz oruç
tutamıyor. Fakat ileride tutacağı yok. Hastalık öyle bir hastalık. Bu sefer
onun orucunun keffaretini veriyorsunuz) keffa-reti verirken; (bir fakirin 1
günlük yiyeceği) ölçüsü sizin yiyeceğinizin ortası.
Bunu esas alıverin ve
ona göre verin. Ama bana gelirseniz; kardaşını bunun en azı 1500 liradır bu
sene, azamisi 60.000 TL. diyoruz. Fakat 1500 lirayı verdiğimiz zaman, bu ayeti
kerimenin ruhuna biraz ters düşer gibi geliyor. Çünkü 1500 TL'la yemek
yenmiyor. Bir ailede bir fert yemek yemiyor. Hepsi Öğleyi de, hem sabahı, hem
akşamı. Yani bir öğünde yetmiyen parayı biz, iki Öğüne yetirmeye çalışıyoruz.
Başkası yerse yalnız. Kendimiz yersek yine icabına bakıyoruz.
Veya "On fakiri
giydirmeyi" Yeminin keffaretidir bu. "Bir köleyi satın alıp,
hürriyetine kavuşturmayı." Veya, bunları bulamazsa bir kişi, kim bunları
bulamazsa. Yani yedirecek yok. Giydirecek yok. Yeminini bozmuş, köle azad etmek
için köle de yok, para da yok. O zaman, "Üç gün oruç tutmak vardır."
Adam böyle yemin etmiş
de, yahu hocam 3 gün oruç tutsakmı acaba diyor. Çünkü keseden birşey gitmiyor.
Halbuki bu 4. sıradadır. Yani Kur'an-ı Kerim'de; nedense bu halkımızın dilinde
de bu 3 gün değil mi? Nolur yeminini bozuver, 3 gün oruç tutuver diyor.
Kur'an-ı Kerim'de
sıralamalara da alimlerimiz dikkat etmişler. Birinci sırada 10 fakiri
doyurmak. Çünkü açlıktan önemli doyurmak. Bir adamı yükle gezdirirsiniz ama aç
gezdirmeniz mümkin değil. İkinci sırada giydirmek. 10 tane fakiri giydirmek.
Üçüncü sırada köle azad etmek. Dördüncü sırada da oruç tutmak. Adam dördüncü
sıradan başlıyor. Çünkü keseye değmiyor 4. sıra.
"İşte yemin
ettiğiniz'de yemininizden dönerseniz, yeminlerinizin kef-fareti işte
budur." Öyleyse burada Rabbim keffaretini gösterince, yemininizi bozun
anlamında demiyor. "Siz yeminlerinizi koruyunuz." Bunun iki yönlü
manası var yalnız. Yemin etmeyiniz, bir kerre. Yani insanın iç dünyasında yemin
etme hakkı var ama, tasvip edilmiyor bu. "Yemin etmeyiniz."
"Hem de yemininizi koruyunuz" ayetini böyle anlayacağız. Böyle
alelusul yere silah kullanılmaz. Silah gibidir. Silah da nedir? İnsanın kendi
yüzünü takviye içindir ama, adam tutup silahını sağa-sola atmıyor. Attı mı
tutması gerekiyor. Bir iş yapması gerekiyor.
Bu yeminlerimiz de
bizim özümüzden ve dilimizden geliyor. Kolay kolay harcanmaması gerekiyor. Eğer
harcarsanız sözünüz de değerini kaybediyor.
Burada söz değer
yitiriyor, aslında. Değerinizi siz kendiniz yitirirsiniz. Eğer çok yemin
ederseniz orada değeri siz yitiriyorsunuz. (Valla-billa) nız yetmiyor.
(Vallahi-billahi-tallahi), o da yetmez bir gün. (Avrat boş olsun) demeye başlar
bu sefer. Avrat boşayan heriflerin avrat boşamalarına sebep:
Vallahi-billahi-tallahi'yi bitirmiş, ondan sonra sıra avrat boşamaya gelmiş.
Derken hani şeyde. Adamın cebinde para bitince, meyhanede avradı koyayım
derler ya, buna benzer birşey yani. Avrat boş olsun deme de buna benzer. Oraya
gidiyor.
Rabbim de;
"Yeminlerinizi koruyunuz." Evvela yemin etmeyiniz. Böyle olalım bir.
İkinci; yemin etmişseniz ve meşru bir sebepten dolayı etmişseniz, yeminlerinizi
koruyunuz. Ama biraz önce de dediğim gibi yemininiz meşru değilse, İslama
uygun değilse, (Yani annemle-babamla vallahi görüşmeyeceğim. Ölürsen ölüne
gelmeyeceğim) gibi yeminler geçersizdir. Onları derhal bozmak gerekiyor. O
yeminin keffaretini mutlak ödemek gerekiyor.
Tabii yeminler,
Allah'ın isimleri ile olur demişler. Yoksa "Peygamberime yemin olsun
ki," yemin değildir. "Kur'an-a yemin olsun ki" yemin değildir,
demişler bizim fakihlerimiz.
Mutlaka Allah'ın
Esma-i Hüsnasmdan biriyle olmalıdır. Fıkıh kitaplarında geniş açıklaması var
bunun. Kitabül Eyman, (yeminler kitabı) bölümünde bu geçer.
"Allah'a
şükredesiniz diye, Allah ayetlerini işte böylece açıklar" Yani Allah bunu
açıklıyor bize, şükretmemiz için. Niye? İnsan yemin ediyor. Ahkâmını da
bilmezse; "Ya ben yemin ettim ne olacak benim halim" diye bir
bunalıma gidebilir. Dinine bağlı insanlar için söz konusu bu yalnız. Bunun
ahkamını da Rabbim verivermiş, böylece bir kolaylık sağlanmış oluyor. Ahkamını
yerine getirmekle rahata kavuşuyor. Yemini bozmuşsa bir adam: 10 fakiri
doyurur. Rabbimin emrine göre hareket ettiğinden dolayı içindeki sıkıntıyı
atmış olur. Veya 10 fakiri giydirmekle. 10 fakiri giydirmenin ölçüsü de
demişler. Erkekler de göbekle diz arasını kapatacak kadar, asgarisi bu.
Göbekle-diz kapağı arasını kapatacak şekilde bir elbise vermekle keffaret
yerine gelir. Kadınlarda ise, tesettüre riayet edecek şekilde. Tamamını
örtecek şekilde bir elbise alımverilecektir.
Bundan sonra, 90.
ayet-i kerime de Allah (c.c.) içkinin, kumarın fal
oklarının: şeytanın
amelinden olduğunu ve de pis olduğunu, kurtuluşa erebilmemiz için ondan sakınmamız
gerektiğini ifade ediyor ve,[97]
(90) Ey iman
edenler, şarap, kumar, putlar ve fal okları şeytanın işinden olan birer
pisliktir, ondan sakının olaki kurtulursunuz.
Bunlar pistir, diyor.
Pisliktir ve de şeytanın amelindedir. Şeytanın amelindençlir. Şeytan bu işleri
teşvik eder. Şeytan bunları insanlara vesvese olarak verir. Öyleyse bunlardan
kaçının ki, kurtuluşa eresiniz. "Ondan kaçının ki kurtuluşa
eresiniz" diyor Allah (c.c.)
Çok değerli bir
tefsir, Türkçeye tercüme edilirken: buradaki"el ham-ru" hamru
kelimesini (rakı) diye tercüme etmişi er. Tefsir kitabı çok değerli ama,
tercümeyi yapan arkadaş (rakı) diye tercüme etmiş. Yanlışlığa düşmüştür.
Çünkü; âlimlerimizin
bu ayet-i kerimede, bu (hamr) kelimesi üzerinde birçok güzel sözleri vardır. O
güzel sözleri günümüzde bizim, rahat hareket etmemize sebeptir, onların
ihtilafları. (Hamr): demişler; üzümün, hurmanın bu tür yiyecek maddelerinin
böyle, durduğu yerde kabarması ve köpük atıp acıma haline dönüşmesi ve içildiği
takdir de sarhoşluk vermesi.
Türkçe karşılığı buna
(şarap) denmiş. İyi bir karşılık bulmuşlar. Bizim çok eski Türk âlimleri bu
ayet-i kerime'ye mana verirlerken ona şarap demişler. Üzümden, hurmadan,
buğdaydan ve tür şeylerden yapıldığı için. Şimdi rakı, alkol veya diğer
maddeler aynı usulde yapılmıyormuş. Alkol karıştırılmak suretiyle uyuşturucu
özelliği verilen içkiler imal ediliyor. Aradaki fark şu, İkisini de içmek
haram.
Efendimiz (a.s.v.)
(Küllü müskirin haram) "Her sarhoşluk veren haramdır" Ne kadarı?
"Çoğu sarhoşluk veren şeylerin azı da haramdır" diyor Efendimiz
(a.s.v.) Mikrop, insana mikrop zararlı ise; bir mikrop kuyusuna düşmekle
birtek mikrobun, gözünüzden, dişinizden veya yaranızdan içine girmesi aynıdır,
insanın bütün vücudunu hasta düşürebiliyor. Aynı şekilde "Çoğu haram
olanın azı da haramdır" diyor Efendimiz (a.s.v.)
Fakat fark şu. Yani
şarap demenin şu faydası var. Mesela günümüzde: Efendim kolonyayı
kullanabilirrniyiz, kullanamazmıyız? Münakaşası var. İspirtoyu
kullanabilirrniyiz. Yani vücudumuzda bir yaraya sürebilir-miyiz? Veya
vücudumuza dökülse ne olur? Gibi sorular sorulduğunda; değerli ilim adamlarımız
son dönemde, demişlerki;
"Bazı haramlar
vardır ki: "haram liaynihi" yani bizzat o şeyin kendisi
haramdır." Bazı haramlar vardır ki: başka bir sebepten dolayı haramdır.
"Kendisi haram değildir de başka bir sebepten dolayı haramdır"
diyorlar. Şimdi Rabbim burada "şarap necistir, pisliktir" diyor.
Alimlerimiz demişler ki: "Rabbim şarap (hamr) kelimesini kullanmakla: o
zaman arabın dilinde üzüm hurma gibi şeylerden olana (hamr) diyorlardı. Bunun
bizzat kendisi, içilmesi de haram, elinize döküldüğü zaman yıkanmadan namaz
kılınmaz. Kendisi de haram, kullanılması da haram."
"Öyleyse alkol, o
sarhoşluk verdiğinden dolayı içilmesi haram, ama üzerinize sürecek oluşanız
namaza mani değildir. Kolonya namaza mani değil. Ispirtonamazamani değil"
diyen, son dönemde yetişen âlimlerimiz çoğunlukta.
Tabii bunlar da
kendiliklerinden vermiyorlar. Birşeyin zatı haramdır. Yok başka bir sebepten
dolayı haramdır. Şarabın kendisi haramdır. Sarhoşluk vermesinden dolayı haram.
Bizzat kendisinin de (rics) olmasından dolayı (Ayet-i kerimeyle) pislik
olmasından dolayı kullanımı da haramdır.
Ama rakı veya diğer
şeyler sarhoşluk vermesi nedeni ile, (alkol) mesela haramdır. Mesela ispirto içen
de sarhoş oluyormuş. İspirto içen kişi sarhoşluk vermesinden dolayı günaha
giriyor. Büyük günaha giriyor. Ama üstüne dökülürse namaza mani değildir, demiş
alimlerimiz.
Mesela altın, erkeğe
takılması haramdır. Onun zatı haram değildir. (Haram liaynihi) (Haram
liğayrihi) dediğimiz şey. Ayniyle haram değil altın. Ama erkeğin takması haram.
Zatında haramlık yok. Erkeğin takması söz konusu olunca, yani ziynet kullanımı
söz konusu olunca haram oluveriyor.
Peki. Altun haram.
Yani erkeğin kullanması haram. Peki bir kişi al-tun yüksüğü taksa, namaz kılsa
namazı olur. Çünkü zatı haram değil onun. Zatı pislik değil.
Altun yüzüğü takan,
Peygamber Efendimizin hadisine binaen haramı işliyor. Fakat namaza mani değil.
Bazı arkadaşlarımız şöyle biliyor bunu. Erkeğin yüzük takması haram mı? Haram
Peki bir adamın üzerine şarap döküise namaz kılabilir mi? Kılamaz. O haram
olduğundan dolayı kılamaz. Altun da haram. Erkeğin takması haram. Öyleyse
altun yüzüğü takınca onunda namazı olmaz. Fetvasına gidiyor. Okumadan âlim olan.
Gezmeden seyyah olan arkadaşlar.
Şimdi Allah (c.c.)
Kur'an-ı Keriminde birçok emir ve yasakların niye verildiğinin hikmetini bizzat
kendisi beyan ediyor. Tamamını değil. Bir-iki hikmetini beyan ediveriyor.
Yani siz benim emrime
uyun. Faydası şu. Siz benim yasağıma uyun, faydası şu, diye faydalarından
bir-iki faydayı bildiriveriyor. Ama bazı emir ve yasaklar da var ki; bize
dünyadaki olan faydaları bildirilmiyor. O nedenle birbiri ardına geliyor o
ayetler. Bir faydası bildirilen yasak, birde faydası bildirilmeyen yasak. İkisi
de geliyor ardarda bu sayfada.
İçkiden, kumardan, fal
oklarından yani şans oyunlarından hepsinin pis olduğunu, şeytanın işlerinden
olduğunu ve kaçınılması gerektiğini bildiriyor Allah (c.c.) ve bunlardan bizi
yasaklıyor.Niye?[98]
(91) Şeytan,
şarap ve kumarla, aranızda ancak düşmanlık ve kin bırakmak, Allah'ın zikrinden
ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değilmi?
Hakikaten sarhoş olan
adamlar namaza gelemezler. Çünkü yasak var. "Ne söylediğinizi bilebilecek
duruma gelinceye kadar sarhoşken namaza yaklaşmayın" diyor.
Allah rahmet etsin.
Necip Fazıl Kısakürek, (kendisi yazdığı için gıybet olmaz) Allah taksiratını
affetsin. "Paris'te güneşin nereden doğduğunu görmeden
geldim."diyor. 2 sene kalmış. "Çünkü sabah güneş doğmadan önce
kumarhane kapanırdı. Evimize gelir yatardık. Gün batmcaya kadar. Gün battıktan
sonra gelir kumarhaneye sabaha kadar kumar oynardık. Pariste 2 sene güneşin ne
taraftan doğup ne taraftan battığını göremeden geldim" diyor.
Tabi sonradan tevbe
etmiş. İslami çizgiye gelmiş, değerli bir büyüğümüzdür. Allah rahmet etsin.
Yani namaza nasıl mani olur. İşte böylece içki de kumar da mani olur bir.
Allahı zikretmeye mani olur iki. Aynı masaya oturmuş insanların arasına
düşmanlık atar. Olur mu hocam? Eee gazete sayfalarında gördüğünüz bu değil mi
canım.
Kumar masasında
kaybeden insan çekti tabancasını karşıdakini vurdu. Oyun ettin diye. Orada
oyun ettin diye vurdu. Veya oyunu oynadı kaybedince, parası çıkmayınca adamı
bıçakladılar. Gibi haberler.. İçki masasındaki olaylar gibi adliyede çok olay
var. İntiharlar da var ayrıca.
"Hala mı
vazgeçmeyeceksiniz" diyor Allah (c.c.) Ve bunun zararını biz günümüzde
daha iyi görüyoruz. Devlet kademelerinde üst kademeye doğru tırmanan çok
değerli arkadaşlarımız; "Hocam sofraya oturma mec-buriyetindesin.
Avrupa'dan Amerika'dan heyet gelmiş. İş görüşmeleri yapılacak. Oturacaksın.
Senden de bilgi ahr" diyor. Üst düzeyde bir görevli. "Sen de orda
efendim işte şu şu hazırlıklarımız var, durumumuz budur" filan imza
atacaksın. Ama yemekte içmediğine dikkat ediyor adam. Soruyormuş, niye içmedi
o? diyormuş. İçenden korkmuyor, içmeyenden korkuyor. İçenin başına çorap örmek
kolay. İçmeyenin başına çorap örüle-miyor. Adam ayık. Ne taraftan hangi renkte
çorap örüyor, onu anlıyor. Bu sefer oyuna gelmemeye gayret ediyor. Gavur diyor
ki: "Bu sefer imza atmayalım. Gelecek sefer imza atalım. Ama ben gelinceye
kadar da o arkadaşı oradan kaydırıverin" diyiveriyor.
Yani müslümanlara
böylesine zulüm? Yani içkinin kimlerin lehine çalıştığını, şeytanın lehine
çalıştığını gözümüzle görüyoruz. Rabbim de zaten; "Şeytan bunu size
vermiş, bu şeytan içindir diyor.
Altmış kişilik otobüsü
süren şoför sarhoş olursa otobüs ona teslim edilmez. Yakalanırsa cezalandırılır
ve yola devam ettirilmez. Topyekün bir milleti devlet otobüsüne bindirip
götüren yöneticilere niçin içki yasağı koymadıklarını açıklayamıyorlar.[99]
(92) Allah'a
ve peygambere itaat edin ve (isyandan) sakının. Eğer yüz çevirirseniz iyi bilin
ki, Rasulümüze düşen apaçık tebliğdir.
"Eğer sırt çevirirseniz"
Yani Allah'ın ve rasulünün emirlerine sırt çevirirseniz iyi bilin ki, bizim
rasulümüz, elçimiz üzerine, düşen apaçık tebliğdir." Yani bu peygamberin
görevi size bunları duyurmaktır. O da duyurdu bitti. O peygamber görevini
yerine getirdi. Siz de duydunuz ve ilerde mazeret süremezsiniz.
-Ya Rabbi biz bunun
haram olduğunu bilmiyorduk ki, deme durumunuz yok gayri diyor Allah (c.c.)
Peki ama sahabe ve günümüzde bir kısım insanlar diyorlar ki
-Ya biz bunu içtik.
Oynadık. Biz bu pisliği yaptık. Ne olacak bizim halimiz diyorlar. Rabbim ona
da: "İman edip ameli salih işleyenler, (Yani işlerini düzelten, namazını
kılan, hacca giden, zekatını veren İslamın bütün emirlerini yerine getiren,
yasaklara harfiyyen uyan kişiler için daha önce yaptıklarından günah
yoktur," Yani o defter karıştırılmayacak gayri. Defter kapatılıyor. Allah
(c.c.) (gaffar veya gafur) ismi celaliyle orası kapatılıyor. İman edince iman
geçmişi siliyor.
Mekkeyi fethettiğinde,
hepsini atfetmiştir. Bir de Amr ibn-il As. Peygamber Efendimiz (a.s.v.).Vın
yanma gelmiş: "Ya rasulallah benim cahiliyye döneminde günahım çok
fazlaydı" demiş. "İslam geçmişi siler, yok eder" demiş. Yani
müslüman ol geçmiş pisliklerinden kurtul demiş.
Yahudiler mağlup
edildiklerinde, orada da buna benzer bir söz söylemiş Efendimiz. "İslam
geçmişi siler, ancak borç hariç" demiş. Yani bir yahudi müslüman olmuş,
öbür yahudi müslüman olmamış. O yahudinin bu yahudiden alacağı var. Efendimiz
borcunu öde demiş. Müslüman olan yahudiye demiş ki: "O yahudiye olan
borcunu öde." islam geçmişi siler, günahları siler ama borç hariç, borcu
iade et, demiş.[100]
(93) İman
edip ameli salih işleyenler, AUah'dan sakınıp, iman edip ameli salih
işlediklerinde, sonra sakınıp, iman ettiklerinde, sonra yine sakınıp iyilik de
bulundukları zaman yediklerinde hiçbir günah yoktur. Allah iyilik yapanları
sever.
İman edip, ameli salih
üzere olanların geçmişte yapmış oldukları günahların affedileceği ancak,
Tekrar, "İman edip ameli salih işleyenler, (3 defa imanı, 3 defa takvayı
zikretmiş Rabbim), 2 defa da ameli salih işlemeyi tekrar etmiş, birde (ihsan)
makamına geçişi bildirmiş bize.
İnsanın en büyük
varacağı makam (İhsan) makamıdır. Yoksa reisi cumhurluk makamı değil. (İhsan)
makamı. Diğerleri geçici. Bu dünyada fayda verici. Ama ihsan makamı dünyada da,
ahirette de fayda verir.
Hani bazı insanlar
vardır. Güler yüzlü, dinine çok bağlı, tevekküllü insanlar. Fakir de olsalar,
dünyada cennet hayatı gibi yaşayan insanlar vardır. İhsan makamına ermiş
adamlar bunlar. Ahirette de durumları çok iyi olacaktır. Çünkü, "Allah
(mimsin) leri sever diyor." "İhsan sahibi olanları Allah sever"
buyuruyor Rabbim.
3 defa iman, 3 defa
takvadan bahsetmiş ve 2 defa ameli salihden 1 defa da ihsandan, en son ihsan.
İman-ameli salih, takva ve ihsan makamına yükselmek.
Nedir ihsan: Efendimiz
(a.s.v.) ; cibril hadisi diye meşhur olan bir hadiste: Cebrail (a.s.) Peygamber
Efendimize İslamı sormuş, imanı sormuş, (ki bu konuda imam-islamı vede ihsanı
şerheden üç tane kitapçığım yayınlandı.
İhsan,Allah (c.c.) ıi
görür gibi ibadet yapmaktır." İşinde, aşında, yürüyüşünde, oturuşunda,
kalkışında, dinine hizmet edişinde, çocuklarına hizmet edişinde, nefsine hizmet
edişinde, nefes alış verişinde Allah seni görüyor hissi içerisinde işlerini
güzel eylemek.
Aslında hasen, güzel
manasına geliyor. Yani işleri güzel eylemek. Anne babaya ihsanı emreder diyor,
ayeti kerime. Yani iyiliği emrediyor.
Dostlara, insanlara ve
hayvanlara da iyiliği emrediyor. İşte (ihsan) makamı bu.
Allah (c.c.)'e karşı,
onun koltuğu altında olduğunu bilerek, Allah'ın yarattıklarına karşı güzel
muamele etmeye ihsan, makamı diyoruz. Buraya geçmek için de: evvela iman,
sonra ameli salih, bu iman ve ameli sa-lih kişide refleks hale gelirse takva
olur o.
Gözümüz karşıdan gelen
pisliğe karşı bizden emir almadan, harekete geçiyor ya. İnsanın da davranışları
hep iyiye göre ayarlanıyor. Takva makamına ondan sonra da ihsan makamına geçiş
oluyor.
Bu 94. ayeti kerime
de; hikmeti bize bildirilmeyen bir yasaktan bahsediliyor. Hani Kur'anda bazı
yasaklar vardır ki; hikmeti bildirilmemiş. Burada hikmeti bize bildirilmeyen
bir yasak var.[101]
(94) Ey iman
edenler, Allah'ı görmeden ondan kimin korktuğunu ayırdetmek için ellerinizin ve
mızraklarınızın ulaşivereceği avla sizi imtihan edecektir. Bundan sonra kim
haddi aşarsa onun için acıklı bir azap vardır.
Mutlaka imtihan
edecek. Öyle bir av ki, o ava elinizi uzativerseniz,1 tutabileceksiniz. Veya
mızrağınızı atsanız vurabileceksiniz. Öyle avlar var ama, o -avlan avlamama
konusunda Allah sizi imtihan edecek. Niçin? "Kim Allah'ı görmeden ona iman
ediyor ve ondan sakınıyor, onları ortaya çıkarmak için. O biliyor, Rabbim de.
Bize gösteriyor. Amel defterimize geçirtiyor bunu. Bunları ortaya koymak için.
Hudeybiye musalahası
yapıldığı sene o umre
yapılamamıştı ama, Hudeybiye denilen yerde; tef-sircilerin ifade ettiğine göre,
tavşanlar, ceylanlar diyor. Şimdi Ceylan meylan yok orda. Fakat eski tefsir
kitaplarımızda ceylanların, şöyle yakınlarına kadar geldiğini, hatta
develerinin eşyalarının arasında artıklarından yediklerini (yani çok miktarda
demek ki av hayvanı var) Hemen ayeti kerime de "Elinizi uzatıverseniz
tutacaksınız" veya mızraklarınızı atsanız vurabileceksiniz."
Böylesine avlar gelmiş
ama; Rabbim diyor ki: "Kara avı yasaklanmıştır." Niye
yasaklanmıştır? Niyesi yok. Rabbimin emrine uyup uymadığınız ortaya çıksın
diye.
Hatta hanefi mezhebine
göre; vursanız etini de yiyemezsiniz. Ya ben bunu vurayım da cezasını ödeyeyim.
Zaten cezası geliyor. Cezasını da bildiriyor Rabbim. Vurursanız cezası nedir?[102]
(95) Ey iman
edenler, ihramlı iken avı öldürmeyin. Sizden biri bilerek avı öldürse cezası:
sizden iki adil kişinin kararıyla, öldürdüğü avm dengi bir hayvanı Kabede
kurban olarak kesmek, veya fakir-
Ieri doyurmak veya
buna denk oruç tutmaktır. Bu yaptığının cezasını tutmak içindir. Geçmişde
olanları Allah afvetti. Kim geçmişe dönerse Allah ondan intikamını alır. Allah
güçlüdür, intikam sahibidir.
Peki buna kim hüküm
verecek. Devemi kesecek, koyun mu kesecek, siğırmı kesecek. Bunun hükmünü kim
verecek. "Sizden adalet sahibi kişiler buna hüküm verecek." Şimdi
bazıları okumadan alim dediğimiz kişiler; (Türkiye'de var bunlardan) Niyetleri
iyi yalnız arkadaşların. Tanıştığımız bazı arkadaşlar var. Niyet iyi de bilgi
yok. Biz Kur'andan başkasını bilmeyiz, sünnete bile itibar etmeyiz, diyenler
var.
Yani niyeti iyi olduğu
için biraz sevgim vardır bunlara. Düzelebilir bunlar. Ayette diyor ki
"Allah'a itaat ediniz, rasulüne itaat ediniz."
Allah'a itaat ediniz
demek Kur'ana itaat ediniz demektir. Rasulüne itaat ediniz demek sünnete uyunuz
demektir. Burada Fakihlere de işaret var Rabbim tarafından fakihlerin sözüne de
itibar edilmesine işaret vardır. Çünkü bir adam birşey öldürmüş. Onun
karşılığında neyi kurban edecek veya neyi keffaret olarak ödeyecek. Onu
fakihler beyan ediyor. Onun için bakarsanız haccm ahkamına, orada hacda
keffaretler bölümüne bakarsanız: Mesela bizim Türkiye'de yazılmış ilmihal
kitaplarında, "İşte bir ceylan öldüren bir koyun keser. Bir tavşan öldüren
şu kadar sadaka verir, gibicesine öldürdüğü hayvanın- karşıtı da fıkıh
kitaplarında bildirilmiş. Kim bunlar? Adalet sahibi kişilerdir, ki: onların
hükmünün de geçerli olacağını ifade ediyor.
Helal olan bir
yiyeceği Rabbim haram kılmış. Tavşanı, geyiği veya ceylanı avlamak helaldir.
Ama demiş ki bu bir imtihandır. Emre itaatsizlik veya itaathlığı ortaya
çıkarmak içindir.
Rabbim zaten biliyor.
Neyi ne yapacağımızı. Fakat bizim itiraz edip etmeme durumumuz var ya. Bazıları
sorarlarmış imamlara. Efendim Allah bizim ne yapıp yapmayacağımızı
biliyormuydu? Biliyordu. Peki öyleyse dünya'ya getirmeden bizi; Yani dünya'ya
gelmeden. "Bu dünyada cennetlik olacaktı, bunu cennete göndereyim. Bu kötü
amel yapacaktı.
Bunu cehenneme
göndereyim" deseydi ya. Niçin getirdi bizi bu dünyaya?
Öğretmen 8 sene
sonra," çocuklar ben sizin hepinizin durumunu biliyorum. İmtihana gerek
yok. Şu şu arkadaşlarınız geçecek. Bu bu arkadaşlarınız kalacak." dese.
Kalanlar kabul eder mi? Yok hocam biz bir gece çalışırız, kitabın hepsini
ezberleriz. Sen imtihanı yap derler.
İmtihanı yapıyor.
Tabii öğretmenin dediği çıkıyor aslında. Onların bir gecede halledemeyecekleri
sorular var. Geçenler geçiyor. Kalanlar-kaliyor. Kalanların itiraz hakkı yok
oluyor, yalnız. Hocam beni niye bıraktın?diyenlere defterlerinigösteriveriyor.
Traşını gözünün önüne indiriveriyor. İşte soru-işte cevap diyor.
Allah (c.c.) bizi eğer
yeryüzüne getirmeden ahirette böyle yapmış olsaydı. Yok ya Rabbi, beni
getirmiş olsaydın, nasıl olur, böyle nimetlerini göreceğim, senin ayetlerini
göreceğim, peygamberlerini göreceğim de isyan mı ederim. Deli miyim diye
itiraz ederdi. O da getiriyor. Bu dünyada amel defterini dolduruyor. Öbür
dünyada itiraz edecek olursa, bak işte defter. Deftere bile itiraz olacağını
haber veriyor.
Deftere itiraz edecek
olursa. Hani deftere bir bakıyor, kap kara. Ben bunu yapmadım. Bu başkasının
defteri, dediğinde de; "Ellerini konuşturur. Dillerini konuşturur"
diyor Rabbim ayeti kerimede.
Yani imtihan içinde
yasaklanmış olanlar vardır. Buna şöyle dikkat çekelim. Bundan birkaç sene önce
modaydı. İstanbul da 10-15 sene önce vaizlerimizin bir kısmı vaazlarında
Cenab-ı Allah domuzu niye haram kıldı bilirmisiniz? Niye haram kılmış? İçinde
tirişin maddeleri varmış. O maddeler de şu şu hastalıklara sebep olurmuş. Onun
için haram kılmış.
Kur'an-ı Kerim de
böyle birşey yok. Peygamber Efendimizin hadisinde de böyle birşey yok. Yasak
kılınmıştır, bu kadar. Niyesi yok. Yasak kılındığı için yemiyoruz. Eğer
üriğinden hareket edecek olursan, batılı der ki, bizim icat ettiğimiz
ilaçlarımız var. O ilaçla kaynattıkmi o tirişin maddeleri tamamen Ölür.
"filet ortadan kalkınca, haramiık da ortadan kal-
kar." Kaidesi
vardır, hukukumuzda. O illet kalkmıştır. Öyle ise helal olmuştur, derse ne
diyeceğiz. Yok öyle birşey. Haram kılınmıştır. İmtihan için haram kılınmıştır.
Tutan tutsun. Tutmayan tutmasın.
Peki bunun benzeri.
Mesela Bakara suresinin 249. ayeti kerimesinde geçmişti. Tâlût, beni İsrail
devletlerinden birinin komutanı. Peygamberin ismi verilmiyor Kur'an-ı Kerim'de
. Peygamber kelimesi ile ifade ediliyor. Yerlerinden, yurtlarından sürülmüşler,
haksızlığa uğramışlar. Benîi İsraili derleyip toplama görevini üstleniyor
Tâlût.
O insanların itiraz
edenlerini saf dışı bırakıyor. Ama kendisine katılanlarla o günün zalim
komutam Câlût'a karşı harbetmek üzere bir ordu hazırlıyor. Bunlarla yola çıkıyor.
Bir yere geliyorlar. Diyor ki;
"Allah sizi bir
nehirle imtihan edecektir. Kim o nehirden içerse benden değildir."
Halbuki su hayattır ve helaldir." O sudan içen benden ayrılsın. Kim ondan
içmezse o bendendir" diyor. Derken su ile karşı karşıya geliveriyorlar. Bu
susuz adamlar.
-Demişler ki, Allah'ın
helal kıldığını hangi peygamber yasaklamış, kitabımız da varmı bu. Tevratta
varmı bu suyun içilmeyeceği? Bu niye kendi kendine yasaklıyor. Suya hücum.
Ondan sonra kendi
arkadaşlarına, "için" dedi. "Ancak avucuyla içmek üzere
diğerlerine müsaade etti ve onlarla Câlût'a karşı harbi kazandı da."
İlerde devam ediyor.
Dâvud (a.s.) da var orada, Tâlût'un ordusunda. "Dâvud Câlût'u öldürüyor,
Neticede müslümanlar zaferi elde ediyorlar. Burada" suyu haram kıldım
deniyor, yasakladım" diyor. Onlar kendilerinde değil . Yani en zor anda
komutanın emrine itaat edenle etmeyen ayırt ediliyor. Burada da Allah'dan
korkanla-korkmayan ayırt ediliyor. Bu ayet-i kerimelerde.
Ayet-i kerimede;
"Elinizin değiverdiği avlar. Mızrağınızı kurşununuzu atıverseniz
vuracağınız avlar, size haram kılındı."
Elimizde olmayan
şeylerin haram kılınmasında imtihanı başarırız
biz. Ama elimizin
altında olanda biraz zor. Anlatırlar. Dağda bir derviş varmış. Evliya diye
biliniyor. Bir de şehirde derviş varmış. O da evliya biliniyor. Kunduracılık
yaparmış. Dağdaki derviş, şehirdeki dervişin yanma gelmiş, Dağdan ona hediye
olarak kar getirmiş. Mendilinin içine sarmış getirmiş. Şehirdeki dervişin
dükkanına girmiş. O da ısınmak için dükkanında ateş yakmış. Karı korun üzerine
asıvermiş. Kerametini gösteriyor kar erimiyor. Halbuki ateşin üzerinde karın
erimesi ve mendilinde yanması lazım.
Derken bir bayan
kundura almak için girer içeriye. Kunduracı çıkarır kundurayı. Bayan kendi
halinde kundurayı giyerken, şöyle hafif topuğunun üzerine sıyrılıvermiş donu.
Topuğu görünce, dağdan inen dervişin gözü kayıvermiş.ve kar erimeye başlamış.
Şehirli derviş: ."Durdur karını-söndürüyor korumu" demiş. Yani dağda
dervişlik yapmak kolay. Şehirde dervişlik yapmak zor.
Rabbim de burada.;
"Ellerinizin uzanıverdiğinde elde edeceği, kurşununuzu ativerdiğinizde
vurabileceğiniz bol miktarda av olsa bile, Allah sizi denemek için bunu haram
kılmıştır" diyor ve bundan vazgeçmemiz gerekiyor.
Mesela ben, istesem de
köşeyi dönemem. Elimde imkan yok. Ama bazı insanlarımız var ki, istese elinde
imkan hazır köşeyi dönecek. Ama dönmüyor. O adamın sevabı fazla benden.
İkimizde birşey yapmıyoruz ama o elinde imkan olduğu halde haramdır diye
yapmıyorsa sevabı fazla.
Hz. Ömer'e sormuşlar.
Efendim burada iki insan var. İkiside günaha girmiyor. Ama birisinin elinde
imkan varken girmiyor, birisinin elinde imkan olmadığı için günaha girmiyor.
Bunların ikiside aynımıdır? (İkiside günah işlemiyor yani) Demiş ki, elinde
imkan olduğu halde günaha girmeyenin sevabı var. İmkanı olmadığı halde günaha
girmeyenin sevabı da yok günahıda yok.
Şeyh Sâdii Şirazi'de
bunu şöyle misallendirrniş. "Tevbe günaha gücü yettiği anlarda
yapılabilir" demiş. Adam hırsızmış 80 sene hırsızlık yapmış. Kalelere
kement atamaz hale gelince; Ya Rabbi! bundan sonra yapmayacağım diyormuş.
Ömür boyu zina etmiş.
Birgün yapamaz hale gelince Ya Rabbi! bundan sonra yapmayacağım diyormuş.
Zaten yapaman ki. Yani elimizde imkan varken kendimizi bundan alıkoyuyorsak
değeri var bunun.
Onun için. Buharide
geçen bir hadisi şerif vardır. Hani kişiler en iyi amellerini sayıyorlar.
Peygamber Efendimiz haber vermiş. Geçmişte bir toplumdan, yaptığı amelin en
iyisini şöyle hayalinden geçiriyor. Mesela bir tanesi diyorki. "Böyle
böyle bütün imkânları hazır. Bir eve kapandık ve çok arzu ettiğim bir kadın,
imkânsızlıklar içinde kıvranırken, para vereceğim, mal vereceğim va'diyle
evime aldım. Kimse de görmüyordu. Yıllardır da arzu ediyordum. Aman Ya Rabbi
tam zina edeceğimde senin yasağın hatırıma geldi ve bu işten vazgeçtim."
diyor. O amelinden dolayı kişinin duası kabul edildiğinden, Efendimiz (a.s.v.)
haber veriyor.[103]
(96) Size ve
yolculara yiyecek olarak deniz avı ve yemeği size helal kılındı. İhramh
olduğunuz müddetçe kara avı size haram kılındı. Huzurunda toplanacağınız
Allah'dan sakının.
Burada adam ihramını
giyse. Yola koyulsa deniz hayvanını avlamayı Allah (c.c.) helal kılmış.
"İhramlı olduğunuz müddetçe kara avını avlamak size haram
kılınmıştır" diyor.
Denizde yaşadığı halde,
uçabilen hayvanlar kara hayvanıdır. Yensin yenmesin haramdır avlanmaz. Ama
Efendimizin bir hadisi şerifinde müsaade edilen var. Mesela bize zararlı
olanlardan. Mesela karga ekine zarar veriyor. Akrep, yılan, kuduz köpek gibi
bunların 5 tanesini saymış Peygamber Efendimiz. Bunların ihramlı iken de
ihramsız iken de öldürülmesine izin verilmiştir.
Buna kıyasla, zarar
veren herşeyin öldürülebileceğini alimlerimiz ic-tihad etmişler. Yani Efendimiz
burada 5 tanesinin adını saymış ama, bunlara bakıyoruz ki, kişinin malına veya
canına zarar vermektedir. Öyleyse insanın malına ve canına büyük miktarda
zarar verenler öldürülebi-lir. Ondan dolayı da keffaret gerekmez demişler.
"Huzuruna
toplanacak olduğumuz Allah'dan sakının" diyor. Başkalarından ne
sakınacaksın. Başkalarının huzuruna toplanmayacağız biz. Kıyamette kimin
huzuruna toplanacaksak, bugünde ondan sakınmamız gerektiğine Allah (c.c.)
dikkatimizi çekiyor.
Peki insanlar ihram
giyerek hac veya umre için gittikleri yerin nasıl bir yer olduğunu
biliyorlarmı?[104]
(97) Allah,
Kabeyi, beyti haramı insanlar için Kıyam (doğrulma, ayağa kalkma) yeri kıldı.
Haram ayı, kurbanlığı ve boynuna gerdanlık takılan kurbanlıkları da (kıyama
vesile kıldı) Bu, göklerde ve yerdekîleri Allah'ın bildiğini, Allah'ın herşeyi
bildiğini bilmeniz içindir.
Hani "kıyama
kalktı" derler. Yani bir milletin dirilişine, uyanışına kıyama kalkma
derler. Namazın erkânından birisi kıyamdır. Ayakta durmak Kabe de, insanların
ayakta durabilecekleri yerlerden biridir ve en başında gelenidir. Dünyada ki
insanların ayakta durabilecekleri ve yönelecekleri yer sadece Kabedir.
Efendim, Kabeyi
Muazzamada bağınlırmıymış? Orada feryadü figan edilirmiymiş? Slogan
atılımııymış? Oraya slogan atmak için gidilir. Kabeyi Muazzamaya slogan atmak
için gidilir. Hangi sloganın atılacağıda burdayken öğretilir.
(Lebbeyk Allahümme
lebbeyk) diye, burada sloganı nasıl atacağınız da öğretilir. "Ya RaBbi,
senin davetine geldim ben. Beni davet edenler var. Eskiden Rusya vardı. Şimdi
Amerika var. Onlar da davet ediyorlar ama, Ya Rabbi ben senin davetine koştum
geldim, "diye slogan atarlar.
"Senin ortağın
yok. Ortaklık iddiasına kalkanlar var. Onları reddederek geldim Ya Rabbi"
diyerek slogan atmak için. Hem de açıktan. Bağırarak. Hemde ayrı ayrı
renklerden ayrı ayrı dillerden olan insanların, bira-raya geldiklerinde
müştereken söylediği slogan budur. Orası kıyam yeridir. Rabbim: bu 97. ayeti
kerimesinde "bu beyti insanlar için kıyam yeri kıldık" diyor. Aynı
ifade ile. "O haram ayı ve kurbanlıklara takılan gerdanlıkları da
bunların alameti kıldık" diyor.
Baş tarafta Maide
Suresinin 1. ayetinde de buna değinmişti. "İslamın şeairindendir"
Yani, İslama has işaretlerindendir. Diye bildirilmişti bunlar. Niye?
"Allah'ın yerde ve gökte ne varsa hepsini bildiğini, bilmemiz için. Allah
herşeyi bilmektedir" diyor Allah (c.c.) Ve devam ediyor.[105]
(98) İyi
bilinki: Allah'ın azabı şiddetlidir, ve Allah esirgeyendir,1 bağışlayandır.
Ve (hafe raca') arasında
olacaksın derler ya. İşte bu ayetlerden alınmıştır. Allah'dan: cehenneme bir
kişi düşecekmiş dense, o ben olurum diye korkulacak. Cennete bir kişi gidecek
dense "Allah beni gönderecek-' tir" diye ümit edilecektir.[106]
(99)
Peygambere düşen yalnızca apaçık tebliğdir. Allah, açıkladığınızda
gizlediğinizide bilir.
Kendisine Rabbim neyi
bildirirse onu bilir. Bildirmediğini bilemez ama, açığa çıkardığımızı da, gizli
tuttuğumuzu da her ne varsa onu Allah (c.c.) bilir.[107]
(100) Deki:
"Pisin çokluğu tuhafına gitsede pis ile temiz denk olmaz. Ey akıl
sahipleri, Allah'dan sakınmki kurtuluşa eresiniz.
Efendim çokluğa bak
çokluğa, denir günümüzde. Oğlum çokluk ne tarafta ise o tarafta ol denir.
İslamda bu böyle değildir. İsîamda çoğunluğun değil, hakkın yanında olmak
vardır.
Bir köy halkı, bir
olmuşlar" Bu adama haksız "diyorlar. Bakıyorsunuz ki: bir tek adam haklı.
Niye haksız diyorlar? O köyün tamamı geçimini hırsızlıktan temin ediyorlar.
Bir tek o adam yahu ayıptır o ettiğiniz, demiş. Onlar demişler ki, yahu olur mu
öyle şey. Bizim köyün en büyük adamı, muhtarı en çok hırsızlık yapan adamdır.
En yiğidimiz o. Sen ner-den geldin akılsız herif. Çık şu köyden diyorlar.
Otobüse binenler
şoförün kim olacağım seçimle belirlemezler. Ehliyete bakarlar. Bin kişi
ehliyetsize oy verse bir kişide ehliyetli şoföre oy verse bir kişininki geçerli
olur.
Altmış kişilik otobüsdekilerin
canını korumak için seçime değilde ehliyete bakılırken bir milletin hayatıyla
oynayacak olan yöneticiler için ehliyete değilde niçin oy çokluğuna bakılıyor.
İbneler oy çokluğuyla
Hz. Lud aleyhisselamı şehirden sürüp çıkarma kararı almışlardı.
Bakırköydeki deli
hastahanesinde oylama yapılsa. Dense ki, bütün doktorlar, hemşireler, hastalar,
oylamaya katılacak. Tabii hepsi insan. "Hastalara iğne vurulsun mu,
vurulmasın mı? Diye oylama yapılsa. Hangi taraf kazanır. Vurulmasın kazanır.
Peki orada 300 tane
hasta, 50 tane de görevli varsa, 50 tane görevli vurulsun diyor. 300 hasta
vurulmasın diyor. Efendim memlekette demokrasi var. Bu hastalara bu ilaçlar
vurulmaz. Yok öyle bir şey diyor, Rab-bim. "Pis ile temiz denk olmaz.
Velevki pisliğin çokluğu hoşuna gitse bile."
Hani feministler diyor
ki: Amerika da %80 kadınlar kocasına varmadan önce bekâretini gideriyor.
Bekâret zarını gideriyor ondan sonra kocasına varıyor. %80. Şimdi oylama
yapılsa Amerika da: Bu serbest bırakılsın mı, bırakılmasınmı diye. Serbest
bırakılsın demişler.
Peki biz oraya gittik,
yerleştik. Amerikan vatandaşı olduk. Vatandaşlık kimliği aldık. Maazallah.
"Valla kardaşım çoğunluk bu tarafta. Ne yapalım. Hadi kızım sizde mi
diyelim. Olmaz böyle şey. Yani pislik pisliktir. Kim belirler o pisliği. Allah
ve rasulü belirler.[108]
(101) Ey
iman edenler, açıklandığında hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. Eğer Kur'an
indirilirken onlardan sorarsanız size açıklanır. Allah onları affetmiştir.
Allah esirgeyendir, bağışlayandır.[109]
(102) Sizden
önceki toplum onları sormuştu da daha sonra onlarla kâfir olmuşlardı.
Peygamber Efendimiz
de; (ayeti kerime inmiş. Haccm farziyeti konusunda) sahabeden biri sormuş. Ya
Rasulallah! Her sene mi? Şimdi gücü yetene hac farz kılınınca; sahabeden biri
her sene mi? diye sormuş. Efendimiz susmuş. Yine her sene mi diye 3 defa
sormuş. Bunun üzerine bu ayet nazil olmuş derler. "Hükmü size
bildirilmemişse siz soruyu sormayın.
Peygamber Efendimiz
demiş ki: "Eğer evet dersem her sene farz olacaktı. Sizin de buna gücünüz
yetmezdi" diyor. Yani siz bildirilene uyunuz. Bildirilmeyen
yasaklanmamıştır zaten. Bildirilmeyen emredilmemiş-tir de zaten. Ve bir
genişleme vardır. Soru soruldukça (Hani derler ya, bu içeriye girip çıkanlar.
Ağzını ne kadar sıkı tutarsan, o kadar rahat edersin, diyor adam.)
"Eğer ondan
Kur'an nazil olurken sorarsanız, sizin için açıklanır." "Allah o
sorulardan dolayı sizi affetmiştir." "Allah affedicidir, Allah yumuşak
muamele edicidir. " "Sizden önceki toplumlar peygamberlerine, bu tür
sorular sormuşlardır da sonunda kâfir olmuşlardır."
Ya Yunus (a.s.v.)'a
sunuda yapsak mı, şöyle ediversek mi? denmiş. O da peki edin. Peki kılın
derken, zamanla zor gelmeye başlamış. Ve zamanla terk etmeye başlamışlar ve
zamanla inkara gidivermişler. Olur mu öyle şey, demişler. Kâfir oluvermişler.[110]
(103) Allah,
Bahire, Şaibe, Vasile, Hamı (gibi batıl inançları) meşru kılmadı. Ancak
kâfirler Allah'a iftira ederler, onların çoğu da akıl edemezler.
Şimdi bu kelimelerin
teker teker manası. (Bahira): arabın dilinde 5 defa doğum yapan ve 5. sinde
erkek doğuran deveye denirmiş. Bu olacak olursa. 5 defa doğum yapıyor. 5 senede
beş tane yavru meydana getirdi. Boduk diyoruz. Devenin yavrusuna. 5. side erkek
deve olarak.Bu sefer arabın adeti veya itikadı diyelim. Kulağım yarıveriyor,
damgalıyor ve salıveriyor. "Onu kullanmak bize haram" diyorlar.
Allah'ın helal kıldığı bu deveyi "kullanmak ve etini yemek bize haram
diyorlar."
(Şaibe) ise; "şu
işim şöyle olursa, şu deveyi kullanmayacağım" diyor. (Vasile) ise;
"Koyunun dişisi olursa kendilerine ahrlarmış. Erkek olurlarsa putlarına
adak adarlarmış. Peki ikiz olur da birisi erkek-birisi dişi olursa, ikisinide
putlarına adarlar, onlanda yemezlermiş. (Ham) da; bir erkek devenin neslinden
10 tane deve meydana gelecek olursa, o erkek deveyi salarlar, o dilediği yerde
yer, dilediği yerde içer. Kimse de ona müdahalede etmez. Hindistan inekleri
gibi. "Buna dokunmak haramdır" diyorlar mekke müşrikleri.
Rabbim diyor ki, böyle
birşey yok. Allah size bunları helal' kılmıştır. 9 doğursa da, 5 veya 3 doğursa
da, sizin malımzdır. Binersiniz, yersiniz, kullanırsınız diyor.
Şimdi bu ayeti mealden
okuyan bir arkadaş, " bununla benim ne ilgim var?"der. Hakikaten ilk
görünüşte öyle değil mi, Yani günümüzde deve yok bir kere Türkiye de. Varda o
da güney illerimizde. Onu da tu-
ristik gayelerle
besliyorlar. Bir de deve güreşleri için. Onlar bile bunu yapmıyorlar. Böyle bir
inançları yok onların da.
Peki bunun bize
duyurulmasının anlamı nedir? Anlamı şudur. Allah'ın helal kıldığı şeyi siz
haram kılamazsınız. Haram kıldığını helal kılamazsınız. Peki günümüzde biz
bunu birçok olayda yapıyoruz. Buna benzer olaylarda.
İslami bir devlette
herkesin yurt dışına çıkma hakkı vardır. Dünya'yı istediği gibi gezme hakkına
sahiptir. Seyahat özgürlüğü vardır. Ama bugünkü çağdaş dünya da ve bunun
arasında çağdaş Türkiye'de (Benim yeşil pasaportum var. Ben aldım) Sizin yok
birçoğunuzun. Ben o yeşil pasaportla vizesiz Almanyaya, İngiltereye, Fransaya
giderim. Mesela uçağa vardım, biletimi alâım ve çıkıp gidiyorum. Burda
konsolosluklara varıp vize almıyorum. Ben damgalanmışım şimdi burda,
kanunlarda. Karşıdaki İngiliz veya Fransız polisine pasaportumun rengi diyorki;
yahu bu adam 15 sene baş kaldırmadan, amirine itiraz etmeden itaat etmiş. 3.
dereceye inebilmiş. Bu yeşil pasaportu almış. Yani dünyanın neresine giderse
gitsin zararsız vatandaştır, dokunulmasın. Zaten o zikredilen hayvanlar da
dokunulmazlık elde ediyorlar. Özelliklerinden dolayı.
Mesela,
milletvekilleri dokunulmazlık elde ediyorlar. Halbuki dinimde böyle birşey
yok. Devlet başkanı, halifenin dahi dokunulmazlığı yoktur. Suçu işledi mi
kanun derhal dokunur. Öyle bir şey yok. Yani hayvanlara dokunulmazlık
veriyormuş, Mekkeli müşrikler. Günümüzdeki kanunlar da belirli şahıslar, (hani
orda deve 5 tane 10 tane doğurursa dokunulmazlık elde ediyor) günümüzde de bu
adamlar şöyle şöyle yaparsa dokunulmazlık elde ediyorlar.
65 yaşına geliyor
adam. Diyorlar ki, sen 25 sene fiilen çalışmışsın, yaşında 65'e gelmiş.
Ayrılacan. Yahu arkadaş ben bu işi yapacak güçteyim. Yani fazla bedeni
kabiliyet istemiyor. Ben bunu yaparım. Olmaaz. Senin kulağını deleceğiz. Emekli
sandığından veya sosyal sigortalardan seni biz burdan dışarıya defedeceğiz.
Bu dinimin tasvip
etmediği ve onun dışındakilerin uydurdukları. Za-
ten "Allah'a
yalan uyduran insanların icad ettiği şey, bunların çoğu da ne yaptığını
bilmeyen adamlardır, diyor Allah (c.c.) Peki bu adamlara, yahu etmeyin
eylemeyin.[111]
(104) Onlara
Allah'ın indirdiklerine ve peygambere geliniz dendiğinde, "Biz e
atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey yeter, derler. Ya ataları birşey bilmiyor
ve doğru yolda gitmiyorlarsa?
denilse derler ki;
atamızın yolunda yürümek bize yeter, diyorlar.
"Ya sizin atanız
birşey bilmiyorsa, Ya atalarınız doğru yolda değilse, onların gittiği yoldan
gider de Cehenneme giderseniz ne olur sizin haliniz" diyor Allah (c.c.)[112]
(105) Ey
iman edenler, size gereken kendinizi (ve toplumunuzu) düzeltmektir. Siz doğru
yolda olduğunuz zaman sapitanlar size zarar veremez. Hepinizin dönüşü
Allah'adır. O, size yaptıklarınızı haber
verecektir.
Allah (c.c.) 104,
ayet-i kerimesinde; bizim mücadeleci olmamıza dikkat çekiyor. Müslüman
müdaheleci insandır. "Onlara yahu etmeyin, eylemeyin, gelin Allah'ın
indirdiğine ve Rasulüne geliniz denildiğinde: Onlar diyorlar ki: Biz atalarımızı,
babalarımızı ne yolda bulmuşsak o yolda yürümek bize yeterli diyorlar."
Bir kısım insanımız,
daha ziyade mizaç itibariyle uzleti tercih eden insanlarımız. (Uzlet)in
fetvasını bu ayetten çıkarırlar. Yani eve kapanmayı ve evden hiç dışarıya çıkmadan
bu dünyayı geçirmeyi. Eski hıristiyan-lıkta, manastıra çekilip, orada gül
koklamadan ve dünya nimetlerinden hiçbir şey tadmadan ömrü geçirmeyi tercih
eden insanların yolundan yürümeye gayret eden bir kısım müslüman insanımız
günümüzde de vardır. Onlar da kendilerine delil ararlarken bu ayet-i kerimeyi
de malzeme olarak kullanırlar. Yani siz kendi nefsinize bakan, kendi
nefsinizle ilgilenin, diye anlıyorlar.
Başkalarının
sapıtması, sizin hidayette olmanız sebebiyle size zarar vermez. Siz kendi hidayetinize
bakın.karışmayın, katışmayın.
"Beni sokmayan
yılan bin yaşasın. Ben evimde yaşıyorum ya. İmansızlık, fuhuş, küfür gibi
bütün illetler, bana zarar vermez ya. Öyleyse benim kapıdan çıkıp, pencereden
bağırmama gerek yok. Ben kendi nefsimle meşgul olacağım" diyenler bu
ayet-i kerimeyi yanlış anlayarak sarılıyorlar yalnız.
Biz ayeti kerimelerin
tefsirini: birinci derecede ayetlerle yapmaya görevliyiz. Abdullah bin Mes'ud
R.A. öyle diyor, bir ayeti kerimenin tefsirinde. "Öyle ayetler vardır ki;
tefsiri ayet nazil olmadan gelmiştir." Ben ilk defa rastladım mesela:
İbn-i Mes'ud R.A.'ın sözüne. Öyle ayetler vardır ki diyor. "Tefsiri ayet
nazil olmadan gelmiştir."
Yani (sebebi nüzul)
dediğimiz şey var ya. Bir olay meydana gelmiş. Olayın üzerine ayet nazil
olunca, sahabe hepsi birden anlayıvermişler
olayı. Çünkü daha önce
olay belli. Olayın, doğrumu yanlışmı olduğunu Allah (c.c.)'den bekliyorlar.
Derken ayet nazil olunca, ayetin tefsiri daha önceden yapılmış oluyor. Yani
anlaşılmıştı. Olay biliniyordu da. Ayet nazil olunca da hükmü bize
bildiriliverdi, bizde anladık.
Bir kısım ayetler ise,
ayet nazil olduktan sonra manası, tefsiri anlaşılır. Bir kısım ayetler de
nazil olur. Ama tefsirine zaman içerisinde ulaşabilir. Yani, zaman onu tefsir
eder, diyor İbn-i Mes'ud R.A.
Bu ayet-i kerime de.
Biz bir önceki ayete bakıyoruz. Müslümanın müdahalesi: evine çekil, manastıra
çekil, mescidin içine çekil, maddi durumunda yerindedir. İnsanlara katışma,
karışma. Beni sokmayan yılan bin yaşasın, felsefesine sarıl. Allah'ın Kur'anda
bütün emrettiklerini yerine getir. Rabbimin huzuruna git.
Bir kere uzlete
çekilmekle Rabbimin bütün emrettiklerini yerine getirmen mümkün değil. Çünkü
birçok ayeti kerime çarşıyla ilgili. İnsanlarla muhatap olunca yerine
getireceği emir ve yasaklar vardır.
Öyleyse çıkmak ve
insanlar araşma karışmak gerekiyor. Onun için hani hafızlarımızın çokça
okudukları "Gir kullarımın arasına ve gır cennetime" buyuruyor Allah
(c.c.)
Yani cennetin yolu,
Rabbimin insanları arasından geçiyor. Bu insanların arasında İslamı yaşamak
ise: yine Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'m haber verdiğine göre; "Böyle bir
ortamda sabretmek, amelce avucunda kor taşımaya benzer" diyor.[113]
Avucunuzda, hani bir
meşe ağacı yanmış meşe ağacının közü var. Biz onu taşıyabilmek için ateş küreği
kullanıyoruz. Elimizde taşımamız mümkün değil. Elde taşımak mümkün olur bazen
ama. Hani köylerde kül alırlar, külün üzerine közü koyarlar. Böylelikle
taşırlar.- Peki Efendimiz (a.s.v.) "Elde kor taşımak gibidir" diyor.
Böyle bir ortamda İslamı yaşamak. Elimiz yanıyor diye atıversek maazallah
donarız. Tutuversek de ya~ nıyoruz. Yani hem tutacağız, hem yanmamaya , nemde
donmamaya dikkat edeceğiz. Ama hiçbir vakit atmayacağız.
Bu ayeti kerimenin
tefsiri birgün Hz. Ebu Bekir R.A. 'in yanında ko-nuşuluyormuş. Hz. Ebu Bekir
R.A. ayağa kalkmış. Demiş ki: "Bu ayeti okuyorsunuz fakat manasını yanlış
anlıyorsunuz" demiş. Ben birgün peygamber Efendimiz (a.s.v.)'ın yanında
idim. Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu. "İnsanlar kötülüğü görür ve o
insanları o kötülükten alıkoymuyorsa, "Çok yakında Allah azabını onlara
genelleştirir, umumileştirir" diyor.[114]
Eğer kötülüğü
görenler, insanları kötülükten alıkoymuyorlarsa işte o zaman Allah azabını
genelleştirir, diyor. Bu hadisi şerifin asıl alındığı bir ayet-i kerime vardır.
"Öyle bir fitneden korkun ki; o fitne gelecek olursa özellikle o fitneyi
çıkaranlara isabet etmez. O fitneye göz yumanları da içine alır."
Hani bir ateş
yakılacak olursa, odunluk tutuşursa evin tamamı da yanar. Bu insandır, ben
bunu yakmayayım , demiyor ateş. Allah'ın azabı da geldiği vakit, hem fitneyi
çıkaranlar azaba uğruyorlar, hemde fitneyi engelleme gücüne sahip olduğu halde
o fitneyi engellemeyenleri de aynı hesaba çekileceklerini, Allah (c.c.) ayet-i
kerimesiyle ifade ediveriyor. Bu ayet-i yanlış anlamamaya dikkat edelim.
Yani okuduğumuz
meallerde de "Siz nefsinize bakın, siz nefsinizin terbiyesi ile ilgilenin,
başkalarının sapıtması size zarar vermez." Biz böyle anlayacağız yalnız..
"Siz nefsinizle
ilgilenin" demek; Allah'ın bütün emirlerini ve yasaklarını yerine
getirmek demektir. Emir ve yasaklardan biri de nedir? İnsanları kötülükten
alıkoymak. Öyleyse Allah'ın emirlerini yerine getirin. Yerine getirdikten
sonra elbette zarar vermez, sapıtanların sapıklıkları size. Biz görevimizi yapıyoruz.
Bu aynı şuna benzer.
Bir devlet, devlet hayatını devam ettirmek için,-hudutlarını da koruyor. Giren
insanların hastalıklı olup olmadıklarına dahi dikkat eder. Hastalıklı olunursa
(Karantina)ya alıyor.
Yok efendim biz, hem
ülkemiz içerisinde, hem evimiz içerisinde her türlü sıhhi tedbirlere baş
vururuz. Ülkenin her tarafına veba hastalığı gelmiş veya bir başka bulaşıcı
hastalık gelmiş. Ee ben evimi gül gibi tertemiz tuttuktan sonra bana zarar
vermez, diyemezsiniz.
Ya! Ayetin ruhuna
uygun olarak: bir, tedbirimizi alıyoruz, iki, doktor gibiyiz. Etraftakilerin
hastalığının tedavisi için de gayret sarfediyoruz. Bu gayretimizi sarf ettikten
sonra, yani iyiliği emredip, kötülükten insanları alıkoymak için üzerimize
düşeni yaptıktan sonra, saprıyorlarsa işte onların sapıtması bize zarar
vermez. Ama biz üzerimize düşeni yapmayacak olursak, o zaman onların sapıtması
da bize zarar verir.
Şahsımıza vermese bile
çocuklarımıza verir. Onlara vermese bile torunlarımıza verir.
"Dönüş yeriniz
Allah'adır." Allah (c.c.)'e dönüş yapacaksınız hepiniz. Yani sapıtanlar
da, hidayet üzere olanlar da, dönüş yerleri Allah (c.c.)'ün huzurudur. Ve
orada; yaptıklarından herkese teker teker, iyi olana iyi,"İyi olanlara
iyilikleri, kötü olanlara kötülükleri, Allah (c.c.) tarafından melekleri
vasıtasıyla bildirilecektir" buyurduktan sonra Allah (c.c.) Vasiyyetle
ilgili bir konuya dikkatimizi çekiyor.[115]
(106) Ey
iman edenler, sizden birinize ölüm geldiğinde vasiyet anında sizden iki adil
şahid gerekir. Eğer yolculuk anında ölüm size isabet ederse, sizden başka iki
şahid olursa, o ikisini namazdan sonra alıkoyarsmız ve eğer şüphelenirseniz
"yakın akrabada olsa para karşılığında yeminimizi satmayacağız, Allah'ın
şahitliğini gizlemeyeceğiz. Yoksa bizler zalimlerden oluruz" diye Allah'a
yemin ederler.
Müslümanlar,
ölümlerinin yaklaştığı anlarda mallarını, borçlarını, vasiyyetini şahit
huzurunda bildirmelidirler. Bazen ihtilaflı konular oluyor. Adam birinden borç
para almıştır, veya birine borç para vermiştir. Senedi- çeki gibi birşeyler
olmamıştır. Şahit de yoktur. Çok miktarda paralar şahidi ve senedi olmamasına
rağmen, bu durumlarda varislerine iade eden insanlarımız eksik değil ve epeyce
de var bunlar. Ama her halükârda müslüman malının vasiyyetini yapmalıdır.
Vasiyyet derken; vasiyyet bizde şöyle anlaşılır. Malının bir bölümünü veya
tamamını belirli bir müesseseye veya şahsa: benim Ölümünden sonra bu sana
aittir, diye anılıyoruz. O değil yalnız. O da vasiyyetin içine giriyor ama,
vasiyet denilince; kişinin mallarını, verilecek kişiyi,
borçlarını-alacaklarını iki adil şahit huzurunda bildirmesidir.
Bizim İslam hukukunda
vasiyet: başkasına veya bir müesseseye verilmek üzere yapılan vasiyet 1/3 ü
geçmez.
Malının 1/3 ini
sirayet etmez Meselâ malımın tamamını filan şahsa ve filan kuruluşa vasiyet
ediyorum, diyebilir. Ama söz varislerinindir. Vefatından sonra varisleri
müdahale edip, biz mirastan payımızı isteriz derlerse, o zaman onun vasiyeti
malının 1/3 ine geçerlidir.
Şöyle diyelim. Bir adamın
90 milyon TL. parası var. 90 milyon liralık mülkü var. Tamamını vasiyet etmiş.
Oğlu-kızı veya varisleri de var ama, Adam ben varislerime mal bırakmak
istemiyorum. Malımın tamamını, filan vakfa, filan kursa veya filan kuruluşa
bağışladım diyor. Derken vefat ediyor. Tabii devlet İsiâmi bir devlet. İslâm
kanunları cereyan ediyorsa, o zaman varisleri mahkemeye müracaat ederler. Malın
2/3 ünü aralarında bölüşürler. Yani 90 milyonun 60 milyonunu bölüşürler. Eğer
varisler razı olmazsa. Ama varislerde; babamızdı. Allah razı olsun. Malını
hayırlı bir yere vermişti, bizde kabul ediyoruz,dedilermi babalarının vasiyeti
doğrultusunda bu iş yürür.
"Eğer ölüm size
sefer esnasında isabet ederse, o zaman sizin dışınızda 2 kişiyi, şahid
edin" "Sizin dışınızdan iki kişiyi" alimlerimiz 2 türlü tefsir
etmişlerdir.
1- O zaman şöyle demişler. Daha öncesinde. Yakın
akrabalar şahit olsun. (Ev ahalisi) ise akraba olmayanlardan da şahit
edebilirsiniz. Sefer esnasındasımz. Akrabanız da yok, gurbettesiniz, vakitte
gelmiş. Hastaha-neyeveya otelde yatıyorsunuz veya misafirlikte bir evde
kalıyorsunuz. Ölüm de gelmiş çatmış. O anda vasiyyette bulunacaksınız. Kim
olacak. Orda akrabalarınızın dışında şahit olacaklar.
2- Veya
alimlerimizin bir kısmı da şöyle almışlar. Müslüman olmayanlardan da.
"Sizin dışınızdan" kasıt müslüman olmayanlar demektir.
Yani müslüman olmayan
bir ülkedesiniz. Sefer esnasındasımz. Orada gayrimüslimlerin de şehadetine
itibar edilir. Yani o gayri müslümanla-ra; "Benim filana şu kadar borcum
vardır. Filandan şu kadar alacağım vardır. Şu şu mallarım yanandadır. Şu şu
mallarım vardır. Bunlar şöyle desin böyle desin" gibicesine vasiyetini
yapar ve onları da şahit tutar.
Bu ayeti kerimenin
sebebi nüzulü olarak, şöyle denilir. Sonra sahabe olmuş, müslüman olmuş, 3 kişi
diyor ki: "Biz Şam tararlarına sefer esna-sındayiz. Ben-i Seym'den birisi
sefer esnasında vefat etti" Vefat eden zat demiş ki. Bakın ticaret
kervanında şu mallarım var benim. Bu mallarımı sayarsanız, dokümanını
yaparsanız ve Medine'ye döndüğünüzde bu malları çocuklarıma verirsiniz.
Malların dökümü budur, demiş.
Bunu rivayet eden diyor ki.
"O günlerde müslüman değildik biz. Malın içerisinde çok değerli bir gümüş
kabı vardı, diyor. Onu biz, kalanla ikimiz anlaştık. Onu satalım parasını
ikimiz bölüşelim dedik. Diğer mallarını varislerine iade ettik. Fakat
varisleri: (iki türlü rivayet var burada
1- O adam
vasiyet etmiş, onlara ama, bir kağıda da dokümanını yazmış, malın içerisine de
koymuş. Ondan o şahitlerin haberi yok. Onlar mallan iade etmişler. Diğerleri
malları açıp bakarken, bakmışlar ki o listenin içerisinde çok değerli gümüş
kabın da olduğunu görüyorlar, istiyorlar. Diyorlar kî, biz görmedik. Böyle
birşey bize teslim edilmedi.
Bu olay üzerine
Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'a durum bildiriliyor. Peygamber Efendimiz onlara
(yemin) ettirmiş. O konuyu belirlemek üzere "Namazdan sonra onları
tutarsınız." Allah'a onlar yemin eder" (Eğer şüphe ederseniz) tabii.
Şöyle demek üzere. "En yakın akrabanız bile olsa, yeminimizi para
karşılığında satmayacağız." (Yani yalan şahitlik yapmayacağız) diye yemin
ettiririsiniz."
Allah'ın şahitliğini
gizlemeyeceğiz. Eğer gizlersek, o zaman biz de günahkarlardan oluruz" diye
"Yemin ettirirsiniz" diyor Allah (c.c.)
Yemin de etmişler
bunlar. Valla biz böyle bir kap görmedik, demişler. Sonra o kabın satıldığı ve
çarşıda bulunduğu tesbit edilir. Varisler demişler ki; Ya Rasulallah! işte
mal. Bu babamızın malıydı. Bunu çarşıda filanda bulduk. Sorduk, filanla filan
geldi. Bize sattı, dedi. Peygamber Efendimiz (a.s.v.) bunun üzerine varislerine
yemin teklif ediyor tabii ki.[116]
(107) Eğer
bunların günaha girdiklerine vakıf olunursa, onların yerine, hakkına tecavüz
edilen tarafdan iki şahid geçer ve Allah'a yemin olsun ki bizim şahidliğimiz
onların şahidliğinden daha doğrudur
ve biz haddi aşmadık,
o takdirde biz zalimlerden oluruz diye yemin ederler.[117]
(108) İşte
bu, şahidliği gereği gibi yerine getirmelerine, yeminlerinden sonra
yeminlerinin reddedilmesinden korkmalarına en yakın çaredir. Allah'dan sakının
ve dinleyin. Allah fasık toplumu doğru yola iletmez.
Yüzaltincı ayet-i
kerimede de "Eğer o ikisinin günah işledikleri ortaya çıkarsa (Yani buna
muttaki olunursa) o zaman, Onların yerine bir başka iki kişi çıkar. Kimden?
mülk sahibi olan kişilerden, yani varislerden 2 kişi ortaya çıkar. Allah'a
yemin ederler. Bizim şehadetimiz, onların şahitliğinden daha layıktır,
doğrudur. Biz haddi de aşmadık diye yemin ederler. Eğer biz de yalan söylersek
o zaman biz zalimlerden oluruz, derler diyor.
Yani o varisler,
"Evet Ya Rasulallah bu kupa, gümüş kupa bizim babamıza aitti. Diye
şahitlikte bulunup yemin de edince, onların yeminlerinin kabul edileceğine
dikkatimizi çekiyor. Allah (c.c.)
Tabii ki burada,
gurbetle şahitlik yapanlardan ziyade, Ayet-i kerimede de ifade edildiği gibi,
Gayri müslimler. "Sizden başkaları"
Şimdi bu tefsirlerde
alimlerimiz iki görüş serdetmişler.
1- Gayri
müslimler de kasdedilmiş olabilir.
2- Birde
akraba olmayan, adam gurbettedir ama müslümandır.
O da şahitlik yapmış
olabilir. Fakat şüphe duyulursa, o zaman varislerine de müracaat edilerek,
onlara da yemin teklif edilerek doğrunun ortaya çıkmasına gayret edileceğine
Allah (c.c.) dikkatimizi çekmektedir.
Bundan sonra yalan
şahitliği yapanların, yalan şahitliği yapıp yemin etmelerini de engellemiş
olacak. Yani yalnız onların şahitliğine itibar edilmeyecektir. Mülk
sahiplerinin de sözüne müracaat edilecektir, ayet-i nazil olunca: yalan
şahitliğinde yemin etmeyi de biraz engellemiş oluyor, ayet-i kerime.
"O Allah'dan
sakınınız ve1 dinleyiniz." Dinleyiniz derken (itaat ediniz) tabii ki.
Yani Allah'dan sakının ve Allah'ın bu vasiyetle ilgili olan hukukunu dinleyin
ve de itaat edin. "Allah fasık toplumları doğru yola götürmez" diyor
Allah (c.c.)[118]
(109) O
günde Allah, peygamberleri toplayacak ve size nasıl kargılık verildi diyecek.
Onlar: Bizim bilgimiz yok, gizlileri bilen şüphesiz sensin sen diyecekler.
"Allah bütün
peygamberleri o mahşer gününde biraraya getirir. Onlara der ki: Nasıl icabet
olundunuz?" Yani benim tebliğimi insanlara görürdünüz. Karşılığında nasıl
bir icabet gördünüz? red mi ettiler, kabul mü ettiler. Nasıl kabul ettiler?
Nasıl red ettiler? der peygamberlerine.
"Derler ki;
Herşeyin en ince teferruatına kadar bizim bir bilgimiz yok. Gaybları en iyi
bilen sensin Ya Rabbi!"
Bizi gönderen sensin.
Bize ayetler gönderen sensin. Karşımızda inkar edenle, kabul edeni yaratan
sensin. Öyleyse bu işi en ince teferruatına kadar bilen yine sensin Ya
Rabbi!"
Bu peygamberlerin
edebi. Ashabında bir edebi vardır. Hani Peygamber Efendimiz (a.s.v.) onlara
bazen soru soruyor. Şu konu hakkında ne dersiniz? Birşey öğretmek istiyor. Hani
bu metod günümüzde eğitimde de kullanılıyor. Öğretmen öğrencilerin karşısına
geçiyor. Birşey anlatacak. Çok önemli birşey. Çocukların hepsine birden,
hepsinin dikkat kesilmesi için; (şu konuda görüşünüz ne çocuklar?) diyor.
Derken bir öğrenci
şöyle diyor, bir öğrenci böyle diyor. Herkes dikkat kesiliyor. Derken
öğretmen, en doğru olanını söylüyor.
Peygamber Efendimiz
(a.s.v.) da "Bu konuda siz ne diyorsunuz?" Veya "Şu konuyu
biliyormusunuz?" dediğinde; Ashap da "Allah ve Rasulü daha iyi bilir
ya Rasulallahî" derler ve kulaklarını Allah rasulüne verirler. Allah
Rasulü de onun ahkamını beyan edermiş. Bu, ashabın Efendimizden öğrendiği
dinleme ve öğrenme adabı.
Burada da Allah (c.c.)
Peygamberlerine soruyor. Peygamberleri de diyor ki; "Bu konuda bizim
bilgimiz yok. Bildiğimiz birşey var ama, senin bilgin yanında yok
mesabesindedir. Sen koydun o bilgiyi bilensin Ya Rabbi!" diyorlar.[119]
(110) Allah
şöyle demişti: "Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla.
Seni Ruhul Kudüsle desteklemiştik. İnsanlara hem beşikte hemde yetişkinken
konuşuyordun. Sana kitabı, hikmeti, Tevratı ve İncili öğrettik. İznimle
çamurdan kuş şeklinde yapıyor sonra üflüyordunda iznimle kuş oluyordu. Anadan
doğma körü ve Abraş hastasını iznimle iyi ediyordun. İznimle ölüyü hayata
çıkarıyordun. Onlara apaçık mucizeler getirdiğinde israil oğullarını senden
defetmiştik. Onlardan kâfir olanlar "Bu ancak apaçık bir sihirdir"
dediler.
"Hani Allah
(c.c.) demişti. Ey Meryem oğlu Isa! Sana olan nimetimi hatırla. Senin annene
olan nimetini de hatırla. Biz seni Ruhül Kudüs le güçlendirmiştik.
Kuvvetlendirmiştik. Teyid etmiştik. Yani Cebrail le te-yid etmiştik. Sen
insanlara beşikte iken ve olgun çağında iken konuşmuştun." (İsa
(a.s.v.).'in beşikte iken konuşması daha önce tefsiri geçmişti. Beşikte iken
kendisinin peygamber olacağı ve Allah (c.c.) tarafından kendisine kitap
verileceğini insanlara konuşmuştu da, o zaman etrafta birçok insaflı insanlar,
İsa (a.s.v.)'ın (Haşa) zina mahsulü olmadığını, Allah'ın bir mucizesi, eseri
meydana geldiğini inanmışlar ve kabul etmişlerdi. Ama inkarcılar o günden bu
güne kadar hala inkârlarında devam edip gidiyorlar.)
Dikkatinizi çekerim.
Yani Kur'an-ı Kerim'de Hıristiyanlarla, Yahudiler hakkında çok bilgi verir
Allah (c.c.) Çünkü, bizim ençok karşı karşıya olduğumuz, muhatap olduğumuz
insanlar da yine Yahudilerle, Hiristi-yanlardır.
İsrail hep
gündemdedir. Yahudiler gündemdedir de, bu güne kadar Vatikan'ın papazı İsrail'i
hiç gündemine getirmemiş. Bu güne kadar. Dikkat edin hiç konuşmamış. Lehinde
veya aleyhinde konuşmamış. Gazetecinin biri demiş ki: "Yahu nasıl olur.
Bütün hıristiyan alemi İsraili des-
tekliyor. Siz hiç
konuşmadınız bu güne kadar" O da demiş ki: "Şaron bir tabirdir
yahudilikte. oda barış manasına gelir. İsrail üzerine düşen, o isme layık
olmaktır" demiş ve bu kadarla yetinmiş.
Yani içlerinde,
Yahudilere karşı Hz. İsa'yı astılar diye gerçek hıristiyanların kinleri
dopdoludur. Asıl böyle İslamiyet! iyi bilecek birkaç tane siyasi çıkıverecek
olsa, bunların aralarını çözmek çok kolay. İçlerinde kendileri birbirlerine
karşı, hani şöyle, leş etrafındaki köpeklerin birliği vardır. Leş etrafındaki
köpekler birlik halindeler. 10 tane köpek leş yiyor. Ulen adamlar ne kadarda
birlik halindeler diyorsun. Halbuki hepsinin midesi ayrı. Leş bitince
birbirine saldıracak durumdalar. Böyle bir haldeler bu adamlar.
Allah (c.c.) İsa A.S'a
"Sana olan nimetimi, annene olan nimetimi hatırla. Seni Ruhûl Kudüs'le
teyid etmiştik. Ve çocukken insanlara konuşmuştun." Büyüyünce de
konuşmuştun." Büyüyünce de konuşuyor. İncili insanlara anlatıyor.
"Hani ben sana
kitabı yani İncil'i, hikmeti (ki hikmet bir, anladığımız anlamdaki hikmet
anlamına geliyor. Bir de Efendimizin hadisi şerifine hikmet denilir.)
Peygamberliği vermiştik sana. Hikmeti öğretmiştik sana. Tevrat'ı öğretmiştik
vermiştik." (Tekrar hitabı tefsir mahiyetinde İncil'i de zikrediyor.)
"İncil'i de sana öğretmiştik."
Burada şuna
dikkatimizi çekiyor tabii ki. Devam ediyor zaten ayet-i kerime. "Hani sen
çamurdan kuşa benzer birşey yapıyordun. Benim iznimle yapıyordun. Senin o
çamurdan yaptığın kuşu üfürüyor, o da benim iznimle kuş oluyordu. Doğuştan kör
olanları iyi ediyordun. Alaca hastalığına tutulmuş olanları iyi ediyordun.
Benim iznimle. Ölüleri çıkartıyordun, diriltiyordun. Benim iznimle" Dört
defa (bi izni) kelimesi geçiyor.
Yani hıristiyanlara
şunuhatırlatiyor: "Evet İsa (a.s.) bunları yapıyordu ama ilah değildir.
Bir anneden dünyaya gelmiştir. Onlarda yemek yerlerdi, onlarda çarşılarda
yürürlerdi." Çarşıda yürüyen yemek yiyen ilah olur mu?
-Kuşu canlandırıyordu
ama benim iznimle. Hastaları ve körleri iyi ediyordu ama benim iznimle. Alaca
hastalığını tedavi ediyordu ama benim iznimle. Ölüyü diriltiyordu ama benim
iznimle, diyor. Yani benim ona vermemle o mucize gösteriyordu. O peygamberdi.
Buda Allah c.c'ün İsa
A.S'a bir nimetidir. Onu hatırlatmış oluyor.
"Sen o Benî
İsraile apaçık delillerle geldiğinde, biz Benî İsrail'den seni korumuştuk.
Onların kötülüğünden seni emniyette kılmıştık. Onu hatırla."
"O Benî İsrail'den
gâvur olanlar dediler ki: Bu apaçık bir sihirdir, dediler." Yani çamuru
kuş haline dönüştürmek , Anadan doğma körleri, bizim doktorlarımız bunu tedavi
edemiyorda, bu mu açacak diyorlar. Bu yapıyorsa sihir yapıyor diyorlar. Alaca
hastalığını tedavi edemedi bizim doktorlarımız. Bu mu tedavi ediyor. Ee diyor,
o zaman sihir yapıyor diyorlar.
Günümüzde de inançsız
kesim, buna benzer laflar ediyorlar ya. "Madem Allah vardır. Sultan
Ahmed'i şöyle 500 yukarıya kaldırsın. Sonra geriye koysun görelim o zaman inanalım."
Be adam her gün Allah (c.c.) güneşi gökyüzüne dikiveriyor. Ayı gökyüzüne
dikiveriyor. Ona inanmıyorsun. O da orda duruyor yani. Doğudan doğuyor,
batıdan batıveriyor. Böylesine evirip çeviriyor. Buna inanmadıktan sonra daha
ne getirsin Allah (c.c.)
Elini, gözünü gör.
Bütün vücuduna bak. Bu topraktan beyaz çiçeğin çıkışına bak. Sen bunlara
inanmadıktan sonra yani topraktan kuş mu olur? Hani bu vuruldu birtane imansız
ya. Bunlar vardır. Allah rızası için bu imansızlıkların kitaplarına para
vermeyelim. Hani bu yakında gittiğim yerlerde, bu imansızın kitaplarından. Bir
tane imansız dedi ki. Hocam filanın kitabını okudun mu? Ne güzel kitap diyor.
Tam sizin imansızlığınıza uygun bir kitap dedim. Size destek için veriyor o
kitabı. Fakat derken camide rastladım bir tane. Hocam ya filanın kitabını
okuyorum bu günlerde diyor. Yani camide olan okuyor, bir de camide olmayan
okuyor, o imansızın kitabım.
Para vermeyin. Peki
para vermeden okuma imkânınız olursa yinede okumayın. Onu da söyleyeyim.
Okumayın. Bu gibi pislik deşelemek insana birşey kazandırmaz. Yani elinize bir
çöp alsanız da pislik karıştırsa-mz ne olur. Kokusu siner üzerinize. Pisliğin
kokusu dahi siner.
Peki onun
söyledikleri, iftira ettikleri herşey Kur'anda var. Mesela bunu da esas almış.
Nasıl olur efendim çamurdan bir kuş. Hani bu günkü ressamlar da çamurdan kuş
yapıyorlar. Bunu Kur'an haber verdiğine göre, İsa üfürmüş, kuş olmuş uçmuş.
Bunu kime yutturuyorsun diyor. (Kur'an-ı Kerim'de) Peki amma ben geziyorum, sen
de geziyorsun. Sen nerden oldun, nasıl oldun? Doktora soracak olursak, babanın
bilmem pis yerinden inen bir meninin 5 milyonda birisisin. Allah (c.c.) onları
hergün imal ettiğini gösterip duruyor size. Yani gayb olan birşey yok ki orta
yerde.
Yumurtayı çocukluğumuz
da biz şöyle yanlığına sıkarda kıramazdık. Şimdi denemedim ama, çocukluğumuzda
kıramazdık. Bembeyaz kireçten bir kalenin içerisinden bir canlının çıktığını
anlatmış olsalardı o imansıza. Ama hiç görmeden. Hiç hayatta yumurta
görmeseydi. Tavuğu getirselerdi o imansıza ve deselerdi bu tavuk var ya, Eeee!
Bu tavuk şu yumurtanın içinden çıkar. Deseydi aynı imansızlığı yine yapardı.
Aaa.. kime inandırıyon onu derdi.
İnsanoğlunun
yaradılışı da zaten topraktan gelmiş. Biz bunu temelde kabul ediyoruz.
Rabbim" ol" deyince oluvermiş. Öyleyse bir peygamberine de lütfü
kereminden ol deyivermekle;
diyor zaten. Benim iznimle) oluyor.Yoksa İsa (a.s.v.) kendiliğinden
yaptığı birşey yok. Rabbi-min izni içerisinde gerçekleşiveriyor bu.
Adamlar; hani mucize
gösterse peygamberler, günümüzde de bir veli çıksa keramet gösterse cevapları
hazır. "Bu apaçık bir sihirdir. Sihir yapıyor bu adam" der diyor
Rabbim.[120]
(111) Hani
havarilere, "bana ve peygamberime iman ediniz" diye vahyetmiştimde
onlar "Biz iman ettik, şüphesiz bizim müslüman olduğumuza sahidolYa Rab
ödemişlerdi.
Hani ben havarilere şöyle
vahyetmiştim. (Yani gönüllerine ilham etmiştim)'Bana iman edin ve benim
rasulüme iman edin." Yani Hz. İsa'ya da bana iman edin demiştim. O
havariler dediler ki. "Biz iman ettik. Ya Rabbi sen şahit ol ki biz
Müslümanlardanız."
Şimdi Hz İsa'ya
inananlar müslümaudt diyoruz ya. Bu ayet-i kerimelerden alıyoruz. Hz Musa'ya
inananlar da müslümandı. Hz Adem (a.s.v.)'a iman edenlerde müslümandı. Yani
Allah c.c'ün peygamberlerine iman edenlerin hepsi müslüman idiler. Yani Allah'a
teslim olmuş insanlar idiler. Bunlar da, "Ya Rabbi sen şahit ol biz
müslümanlardanız. diyorlar.
Birbaşka yerde de.
"Allah daha önce de sizi müslümanlar olarak isimlendirmişti" diyor
Allah (c.c.)[121]
(112)
Havariler şöyle demişlerdi: "Ey Meryem oğlu İsa, Rabbin gökyüzünden bize
sofra indirmeye gücü yeter mi?" O'da "Eğer iman ediyorsanız Allah'dan
sakının" dedi.
Havariler demişlerdi
ki, Ey Meryem oğlu İsa. Acaba Rabbin gökyüzünden bize bir sofra indirmeye gücü
yeter mi? diyorlar." Şimdi halbuki bir önceki ayette dediler ki; "Ya
Rabbi biz Allah'a da iman ettik, İsa'ya da peygamber olarak iman ettik. Şahit
ol biz müslümanız." dediler ama şeytan vesvesesini derhal atıyor.
"Ya madem Allah'a iman ediyorsunuz. Sorun bakayım gücü yetiyor mu,
yetmiyor mu İsa (a.s.v.)'a" Allah varsa gökyüzünden sofra indirsin"
diyor.
-Ve bunlarda
söylüyorlar." Ey Meryem oğlu İsa! acaba senin Rabbinin gökyüzünden bizim
üzerimize sofra indirmeye gücü yeter mi?" diyorlar. Maddeperestlik yeni
değil. Materyalist felsefe yeni değil. Eskilerden bu güne kadar sürüp
gelmektedir. Maddeye tapınma işi.
Günümüzdeki imansızlar
da: " Salavat getirmek , Fatiha veya İhlas sureleri okumak karın
doyurmuyor"diyorlar.
"Ya İsa, iman
ettik ama, birde şu imanımızın karşılığını görelim. Allah gökyüzünden bize bir
sofra indirsin" diyorlar. Dedi ki;" Eğer iman ediyorsanız Allah'dan
sakının. Bu tür sorulardan vazgeçin"
Muhterem cemaatım.
Hani insan gördüğüne kanıksıyor diyoruz. Hiç denizi görmemiş bir adama denilse
ki, (Deniz hakkında da bilgisi yok.) "Bir yerde şu vadi dolusu su
var." Olabilir. Sular aka aka orada toplanabilir. "Yalnız p suyun
içerisinde çeşitli canlılar yaşar. Onlar hiç hava almadan yaşar" dense
adama inandırmanız zor. Adama inat edersiniz.
-Yahu ben gittim gördüm.
Balıklar var. Çeşitleri var ve onlar hava almadan yaşar, dedin mi. Adam der
ki; "Peki senin kafanı suyun içine sokalım. Biraz yaşayabilirsen ben de
inanayım" der. "Yok Ölürüm ben." "Oğlum, işte ordakiler de
ölür. Öyle şey olmaz." O inad eder. Ama biz görüp durduğumuzdan dolayı
gayet tabiidir bu.
Aslında mucize
istemeye gerek yok. Peygamber Efendimiz'in ashabı Peygamber Efendimizden mucize
istememiş. Mucize isteyenler Ebu Cehil gibi herifler mucizeyi görmelerine
rağmen iman etmemişler. Gözümüzü boyuyor bu bizim demişler.
Allah gökyüzünden
sofrayı indiriyor ama sofranın sebepleri iniyor. Gökyüzünden yağmurun inmesi
bir nimet. Hatta sular, hani fizikteki kanunlarla ilgilenen arkadaşlar
diyorlar ki: "İşte şu yükseklikten, şu kadar ağırlıkta, şu kadar hacimde
bir taş düşse, şu kadar meydanda şu etkiyi meydana getirir. Bu kanun yağmur
için geçerli değil" diyorlar. Eğer o kanun geçerli olsaydı. O kadar
yükseklikten düşen yağmurun adamın beynini delivermesi gerekiyormuş. Fakat
şemsiye ile düşer gibi (adı rahmet) rahmet olarak üzerimize düşüyor da acı
vermiyor. Bu gibi değildir.
Bu da bir nimettir.
Bizim üzerimize Rabbim tarafından indirilen nimet. Bunun değerini şu günlerde
anlamıyoruz ama, evler içinden sular kesilip, gökyüzünden bir damla yağmur
düşmez her taraf kavrulmaya başlayınca o zaman yağmur duası için ellerimizi
kaldırırız tabii ki.[122]
(113) Ondan
yemek, kalblerimizin kanaat getirmesini, senin bize doğru söylediğini bilmek,
ve onu görenlerden olalım istiyoruz dediler.
Diyorlar ki, Biz ondan
yemek istiyoruz. Kalplerimizin de kanmasını, mütmein olmasını istiyoruz.
Yani şu:
"Söylediklerinin doğru olduğunu, kalbimizin mutmain olmasını, ondan
yememizi ve bu olaya da şahit olmamızı istiyoruz. Sofra gelsin yiyelim o zaman
iman ederiz "diyorlar.
Allah'a hamdü senalar
olsun ki, biz böyle bir anlaşma ile müslüman olmuş değiliz. Yani Allah c.c'ün
mevcut nimetlerini elimizde, dilimizde, gözümüzde, gönlümüzde görerek iman
ediyoruz. Ağzımızın tadını alıver-se işimiz bitiyor. Ağzımızda bir tad varya.
Onu bazen hastalık anlarında anlıyorsunuz. Hani aşırı üşütme, nezle ve grip
oluyorsunuz. Gül kokluyorsunuz kokmuyor. Ağzınıza en tatlı suyu alıyorsunuz
acı geliyor. O zaman anlıyorsunuz. Ya bunu devamlı ahverdiğinizi düşünün.
Doktorlar geri getiremiyor. Doktor kendisi de aynı durumda.[123]
(114) Meryem
oğlu İsa "Allah'ım, Ey Rabbimiz, gökyüzünden öyle bir sofra indirki
öncekilerimiz ve sonrakilerimiz için bayram olsun, sendende bir mucize olsun.
Bizi rızıklandır, sen rizık verenlerin en hayirhsısın" dedi.
Meryem oğlu İsa diyor
ki, Ey Allah'ım Ya Rabbi! bizim üzerimize gökyüzünden sofra indir. Bizim
evvelimize de ahirimize de bir bayram olsun bu sofra. Senin tarafından da bir
delil-ayet olsun bu adamlara. Bize rızk ver Ya Rabbi. Sen rızk verenlerin en
hayırlısısın" diye dua ediyor. Yani havarilerin isteğine uygun, Allah
(c.c.)'den duada bulunuyor sofranın inmesi için. Yalnız Allah (c.c.) diyor ki;[124]
(115) Allah
buyurdu: "onu size indiririm, ancak ondan sonra sizden kim inkâr ederse
onu alemlerde hiç kimseye yapmadığını azabla azap ederim.
Yani sofra indiği
halde inanmayanlara, hiç kimseye yapmadığım azabı yaparım diyor.
Şimdi burada indiğini
bildiren bir ayet yok. İndirilmediğini bildiren bir ayet de yok. Alimlerimizden
bir kısmı "İndirildi ve bunlar içerisinden inkâr edenler oldu. Allah
(c.c.) de onları domuz şekline dönüştürdü" diyorlar. Tefsirciler diyor
yalnız. Ayette açık ifade ile böyle birşey anlatılmıyor.
Bir kısım alimlerimiz
de; "İsa (a.s.) Ya Rabbi ben bunların böylesine azap görmesini istemiyorum
dedi ve indirilmedi" diye tefsir eden alimlerimiz var.
Biz ayeti kerimedekine
göre hareket edeceğiz. Allah (c.c.) indiririm de kim bunu inkâr ederse , o
zaman hiç kimseye yapmadığım azabı onlara yaparım" diyor. Burada Allah
(c.c.) şuna da dikkatimizi çekiyor.
Nimet verilenler. Bol
nimet verilenlerle az nimet verilenlerin azabı değişik oVcaktır. Hani aklı bol
olanla, aklı az olanın hesabı bir olmayacaktır. Malı çok olanla, malı az
planın da hesabı aynı olmayacaktır. Makam ve mevkii yukarıda olanla, aşağıda
olanın hesabı da aynı olmayacaktır.
Biz güçlerimizden
hesaba çekileceğiz. Akıl gücünden, beden gücünden, para gücünden, makam ve
mevki gücünden, yani sahip olduğumuz imkânlardan hesaba çekileceğiz. Allah
(c.c.) bu ayeti bize naklediver-mekle, geçmişte bir olayı bilesiniz diye değil.
Allah (c.c.) bize de
sofralar indiriyor. Yağmurlar indiriyor. Yeryüzünden nebatlar çıkarıyor ve
bunun hakkını vermemizi de istiyor. Bunun hakkını vermek, elde edilenle
orantılı olmalıdır. Bu nimetlerden yararlandığımız oranda. Allah (c.c.) halka
ve hakka hizmetimiz gücümüz oranında olmalıdır. Eğer yapmayacak olursak,
hesabımızın da öbür dünyada şiddetli olacağına dikkatimizi çekiyor Allah (c.c.)[125]
(116) Allah,
Ey Meryem oğlu İsa, insanlara "anam ve beni AIIah'dan başka iki ilah edinin
diye senmi söyledin" dediğinde, O, "seni teşbih ederim, hakkım
olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Eğer onu söyîemişsem sen mutlaka bilirsin.
Sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben ise sende olanı bilmem. Gizli olanları
bilen ancak sensin sen" dedi.
Bugünkü ellerinde
okumakta oldukları herhangi bir kilisede varsanız bir İncil alsanız, orada İsa
A.S'a ilah dediklerini İncil'in içerisinde görürsünüz. Bunlar kendilerine
diyorlar ki, "Bunu biz yazmadık ki, İsa'nın kendisi böyle diyor. "Ben
Allah'ın katında iken, onunla beraber iken, ben Allah'ın oğlu olarak, ben ilah
olarak," gibi cümleler geçiyor. İsa böyle demişse, kendisinin ilah
olduğunu söylemişse bize kabul etmek düşer" diyorlar.
Günümüzdekiler. Şimdi
biz onlara diyoruz. Bu ayet-i kerimeden hareketle "Allah (c.c.) Meryem
oğlu İsa A.S'a diyor ki, "Sen mi söyledin onlara. Beni ve anamı ilah kabul
edin diye?" "İsa (a.s.) diyor ki Seni tenzih ederim Ya Rabbi, Ben
hakkım olmayan birşeyi söylemem mümkün değil. Yani ben ilah değilim ki ilah
olayım. Zaten ben bunu söylemiş olsam, sen bilirsin onu. Söylediğimi bilirsin
Ya Rabbi!"
Aslında Allah (c.c.)
İsa (a.s.v.) söylemediğini biliyor. Ama İsa (a.s.v.) karşılıklı konuşmayı bize
nakledivermekle bugünkü hıristiyanlara mesaj veriyor. Yani Allah, böyle birşeyi
demediğini Allah (c.c.) biliyor da, İsa (a.s.v.) dilinden söyletiyor. "Ben
böyle birşey demedim." Deme hakkına da sahip değilim zaten. Ben de bir
kulum. "Ya Rabbi sen benim içimde ne varsa bilirsin. Ama ben sende
olanları bilemem ki. Senin bildiğini ben bilemem. Ama sen benim bildiğim ve
içimde olan herşeyi bilirsin, Ya Rabbi!.. Sen muhakkak ki gaiplerin tamamını
en iyi bilensin Ya Rabbi!.."diyor İsa (a.s.)[126]
(117) Ben
onlara ancak: benim "Rabbime ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk
yapın" diye bana emrettiğini söyledim. Onların arasında kaldıkça ben
onlara şahîd oldum. Sen beni alınca, onlar üzerinde gözetici sen oldun. Sen
herşeye şahidsin"
Dikkat edin şöyle
dememiş. "Rabbinize ibadet edin" dememiş de, "Benim ve sizin
Rabbiniz olan Allah (c.c.)'e ibadet edin" "Onların arasında kaldığım
müddetçe ben de onlar üzerinde şahidim." "Ne zaman ki sen beni aldın,
onları gözetleyen sen oldun." Yani ben onların arasında kaldığım müddetçe
neyi kabul edip, neyi inkâr ettiklerini gördüm. Şahitlik yaparım. Ama beni
onların arasından aldıktan sonra, onların ne yaptığı konusunda benim bilgim
yok. Sensin onların (rakibi) olan. Onları gözetleyen, onların ne yaptığını
bilen sensin Ya Rabbi!..
Yani şu anda İsa
(a.s.v.), hıristiyanların ne yaptığını bilmediğini, Ancak Allah c.c'ün
bildiğini, bildiriyor Rabbimiz bize.
"Sen herşeye
şahitsin Ya Rabbi!" Yani yalnız hıristiyanlara değil, herşeye, Yaratılan
herşeye sen şahitsin Ya Rabbi!
İsa (a.s.v,) çok güzel
(Zaten peygamberlerin her sözü güzel) burada diyor ki:[127]
(118) Eğer
sen onlara azap edersen, şüphesiz onlar senin kulların. Eğer onları
afvedersen, şüphesiz sen Azizsin, Hakimsin.
Burada İsa
aleyhisselam Rabbinden rahmet istiyor.
-Ya Rab! Bunlara azap
edersen bunlar senin kulların. Ama sen onları affedersen, Sen herşeye gücü
yetensin, sen hükmünde hikmet sahibisin Ya Rabbi! Hükmedensin sen. Hüküm sana
ait. Herşeye galipsin. Ama affedersen o hükmün içerisinde güzel olur Ya
Rabbi."
Sevgili peygamberimiz
bir gece sabaha kadar namaz kılar ve her Fatiha okuyuşundan sonra bu ayeti
oku.[128]
Alemlere rahmet olarak
gönderilen Efendimiz bir harp .dönüşünde yeni müslüman olmuş bir kabileye
uğrar. Ateş yakmakta olan bir kadın ateş alevlenince yanındaki çocuğu alev
almasın diye kenara çeker sonra Efendimize "Allah merhamet edenlerin en
merhametlisi değil mi?" diye sorar. Efendimiz "Allah daha
merhametlidir" deyince kadın, "Peki anne çocuğunu yakamaz" diye
cevap verince, Efendimizin gözlerinden yaşlar geldi ve "Allah ancak
küfürde inad eden kullarına azap eder" buyurdu.[129]
hadisi olarak rivayet ettiği bu hadisi reddederek müminleri yakmakta İsrar eden
bir kısım insanlarımız Allah adına ahkâm kesebilirler. Bu hadis diğer hadis
kitaplarında yok diye bilirler. O vakit[130]
hadisinde[131] bir başka anlatım
şeklinden sonra Efendimiz "Allah bu anneden daha merhametlidir"
buyurur.[132] Nolu hadisinde ise
yavrusu için çırpınan anne kuşu görünce Efendimiz "Allah bu anne kuşdan
daha merhametlidir" buyurmuş.
Cehennem zebanilerinin
görevini haksız yere üstlenmeye çalışan kardeşlerim Allah adına ahkâm keserek
"Olmaz öyle şey" derken üahlığa1 özendiklerinin farkındalar mı acaba?
Kur'an-ı Kerim'de
Rabbimiz kendini bizlere "Erhamürrahimın" Merhamet edenlerin en
merhametlisi olarak tanıtıyor.[133]"Allah'ın
Rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Muhakkak Allah bütün
günahları
affeder"[134]"Rabbinin
rahmetinden ancak sapıtanlar ümid keser.[135]
buyurur. Sapıklardan olmayalım.
Üstü açılmış müslüman
bir kadının üzerini örtüvermek dururken o nazenin tenini cehenneme kakıvermek,
midesinden oltaya yakalanmış çırpınıp duran politikacıyı oltadan kurturmak
yerine tavada yanmasına göz yummak, kendi nur çeşmeleri, kurumuş yazarlarımızın
kanallarından küfrün kiri akarken onun kirde boğulmasına acımamak, İslamlığa
yakışmaz.
Hırsız malımızdan
birşey çalmışsa, ondan önce biz kendi iç dünyamızdan bir şeyler çalmışız
demektir.
Fahişe (Bu tabir kadın
ve erkek için birlikte kullanılmıştır) vücudundan birşey vermeden önce toplum
özünden birşey vermiştir ki, onları ko-ruyamamıştır.
Efendimiz (s.a.v.)
kendi aleyhinde şarkılar söyleyerek Mekke müşriklerini eğlendiren iki kadını
da Mekke fethinden sonra affetmiştir. Hatta Sarra isimli biri Medine'ye
geldiğinde Rasulüllahdan yardım istendiğinde uzanan eli boş çevirmemiştir.[136]
Serçe kuşuna acıyıp,
yavrularını tutan sahabiye yerine iade ettiren, fahişeye yardım eden, günahkar
bir kadının bir köpeği sulaması sebebiyle cennetlik olduğunu müjdeleyen[137]
binlerce kuzuya acıdığı için kurd'a silah çeken çoban gibi binlerce mazluma
acıdığı için zalimlere karşı yeri gelince kılıç çeken ve zulümlerini
engelleyerek zalime de mazluma da yardım eden Peygamber Efendimizin bu
merhametini benimseyenler gülistan eder dünyayı.
Balıkesirin Edremit
kazasına vaiz olarak gittiğimde camide parmakların sayısı kadar cemaatla
karşılaştım. Bazı aklı erenlerle görüşüp konuştuğumda "Hocam biz bu kadar
değildik. Bir vaiz vardı, kürsüye çıkınca sırtını cehenneme dayar ağzından
üzerimize ateş lavları, kaynamış katranlar akardı. Temmuz sıcağından caminin
serinliğine sığınanlar içeride
kebap olur çıkardı.
Onun için millet dağıldı, gelmeyiverdi" diye cevap verdiler.
Denizin serinliğinden,
dağın çam kokulu rüzgarından, serin imbat rüzgarından, daha serin ve
rahatlatıcı olan İslamin havasını estirmek, açık yerleri kapatmak kolay olmadı.
"Rahmeti her şeyi
kuşatan" Rabbimin Rahmetiyle dopdolu olabilseydim Mekke ve Medine'de
Efendimiz döneminde herkesin İslama girdiği gibi ben de tam başarılı
olabilirdim. Başarım, merhametim ve sevgim oranında olmuştur.
İmansız cennete
gidilmeyeceğini herkesin bilmesi gerekir. Ancak amellerin de cenneti
garantilemediğini herkesin bilmesi gerekir.
Mümin imanının gereği
olan amelini yerine getirecek, fakat ben amelimin karşılığını mutlaka cennette
alacağım diyemez. Çünkü amellerimiz Sadi Şirazi'nin dediği gibi, alınıp verilen
nefeslerin karşılığı olamaz. Her nefeste iki şükür yapmalıyız. Biri giren nefes
için, biri de çıkan nefes için. O halde amellerimize değil Rabbimizin rahmetine
güveneceğiz.
Ahmed b. Hanbel'in
Müsned'inde (2/323) rivayet ettiği bir hadisi şe-rifde Ebu Hureyre, arkadaşı
Yemamiye "Hiçbir kimseye Allah seni affetmez, seni cennete koymaz
deme" dedi. Yemami de "Bu bizden birinin kızdığı zaman arkadaşına
söylediği kelimedir" deyince Ebu Hureyre "O sözü söyleme. Ben
Rasulüllahı işittim, şöyle diyordu: İsrail oğullarından iki kişi vardı. Birisi
ibadete düşkündü öbürü nefsine zulmediyor, israf ediyordu. Bunlar dost idiler.
İbadete düşkün olan öbürünü devamlı günah işlerken görür ve 'yapma1 derdi.
Öbürü de 'Bırak beni, Rabbime yemin olsun sen bana gözetici mi gönderildin?'
derdi. Bu birkaç defa tekrar edince ibadete düşkün olan 'Allah'a yemin olsun ki
Allah seni affetmez ve katiyyen cennetinde koymaz' dedi. Bunların ikisi de
ölünce Allah, günahkara 'Git ve benim rahmetimle cennete gir' dedi. Diğerine
ise "Sen misin her şeyi bilen, sen misin benim yedimdekilere de gücü
yeten? Onu ateşe götürün' dedi. Efendimiz şöyle devam etti: 'Ebul Kasım'ın
nefsi elinde olan Allah'a yemin ederim ki o (ibadete düşkün bir kişi) bir
kelime konuştu ve iki dünyasını da helak etti.”buyurdu.[138]
(119) Allah
buyurur: "İşte bugün doğrulara doğruluklarının fayda verdiği
gündür.Onlara altından ırmaklar akan cennetler vardır. Orada ebedi olarak
kalıcıdırlar. Allah onlardan razıdır. Onlarda Allah'dan razıdırlar. İşte bu
büyük bir başarıdır.
Doğruluk; bugünkü
insanların zihninde, herkese göre ayrı manâ taşır.
-Ben şu işi yaparım
ama, bu prensiplerinden hiç vazgeçmem. Yani bu işte doğruyum. Yani dürüstüm.
Hırsız bir arkadaşıma filan saatte filan yere gel beraber hırsızlık yapalım
dersem, o sözümden katiyyen vazgeçmem. Doğruyum bunda diyor. Filan adamı
soyalım. Rüşvetini şu kadar alalım, dedim mi, katiyyen vaz geçmem. O kadar
doğruyum ki kimseye de söyleyemem. Arkadaşımı ele vermem. Rüşveti beraber
aldığımız arkadaşı ele vermem. Doğruluk anlayışı bu adamın.
-Veya, fuhuş
yapıyorsa. Fuhuş yaptığım kişilerin listesini vermem. Çok dürüstmüş. (Hani bazı
bölgede pezevenk derler, bazı bölgede deyyus derler) Pezevenklik yapan makam ve
mevkilere bu işi yapıverenler. Bu işi yapmişımdır, yaptırmışımdır. Kimlere
yaptırdığımı kimseye söylemem. Çok dürüst adamım.
Yani doğruluğun
ölçüsü, kişilerin kendi kafalarına göre ayrılır. Onun için bizim doğruluk
ölçümüz ve anlayışımız; Kur'an-ı Kerim'de Lût suresinde Rabbim; "Dosdoğru
ol" Peki neye göre. "Emrolunduğun gibi dos-
doğru ol."
Doğruluğun Ölçüsü;
Allah c.c'ün çizdiği bir çizgi var. Doğruluk ölçüsü olarak (Sıratı müstagim)
diye ayet-i kerimelerle belirlenmiş; hadisi şeriflerle açıklanmış bir doğruluk
anlayışımız var. Bizimkisi bu çizginîn ortasında. Helal ve Haram çizgisinin
ortasında devam edip gitmektir. Bizim yapacağımız iş.
Rabbim de; "Doğru
kişilere doğrulukları kıyamet gününde fayda verir." Doğruluk:
1-İtikatta
doğruluk. Eğrilik olmayacak. Allah vardır, birdir, şeriki ve naziri yoktur.
Yani Hz. İsa peygamberdir, ilah değildir.
İlahdır dedik mi eğrilik
başlıyor. Bu eğrilik içerisinde olanlar kıyamet gününde hesaba çekilecektir.
Doğrulukları itikatta, amelde, ticari hayatta, İslam hukukuna uygun olacak.
Siyasi hayatında İslam hukukuna uygun olacak. Veraset hukukunda İslam hukukuna
uygun olacak. Evliliğinde boş anmasında her türlü insani muameleleri İslami
olursa o doğruluktur.
Yoksa bunun dışında,
her ne kadar akıl bunu güzel gösterse eğrilik demektir.
Daha önce söyledik.
Zenci annesini yerken hep doğru yolda olduğuna inanıyormuş. Dermiş ki;
"Beni 9 ay karnında taşıyan, sonra sırtında taşıyan, yemeyip yediren,
giymeyip giydiren anamı ben toprağa verecek kadar zalimmiyim? Onu yerim de
karnımda taşırım" dermiş. Onunki de doğruluk anlayışı.
Ama eğer bunu insanların
aklına bırakıverecek olursak, hani şu anda Hindistan başkanı, annesi öldüğünde
kendi elleriyle kibriti çaktı, annesini cayır cayır yaktı atıverdi. İyilik
olsun diye yaptı bunu. Adamın aklına göre en iyi doğruluk da bu.
Demek ki akla havale
etmiyor. Nakle havale ediyor. Akıl da o nakil doğrultusunda önünü görecektir.
Bu doğrunun üzerinde olanlara ne vardır. "Onlar için cennetler
vardır" 8 cennet kapısı diyoruz.
"Altından
ırmaklar akan cennetler vardır. Onlar orada ebediyyen kalıcıdırlar."
Cennetin spnu gelmeyecektir. Milyon-kentrilyon-mantrilyon rakamlar her neyse
akıp gidiyor.
Hocam bıkılmaz mı?
Allah (c.c.) insana öyle bir hal verir ki? Bazen bir adamla bir dakika
konuşmaya tahammül edemezsiniz. Ama onunla 5 dakika kalma mecburiyetinde
iseniz, bitmez o 5 dakika gayri. Uzar da uzar. Ama çok sevdiğiniz dostlarla bir
arada olacak olursanız. Aaaa! vakit ne de çabuk geçivermiş. 2 saat
oturuvermişiz. Diyosunuz. Halbuki, hani ifade güzel. Göz açıp kapayıncaya kadar
2 saat geçmiş diyorsunuz.
Allah (c.c.) öylesine
güzel yaratmış ki cennetini, milyonlarca sene geçiyor. O zaman soruluverse ne
kadar yaşadın? Valla göz açıp kapayıncaya kadar geçivermiş bu kadar sene,
denecek kadar güzel. Öylesine güzel bir yer ve orada ebedi olunacaktır.
"Allah onlardan
razı olmuştur. Onlar da Allah c.c'den razı olmuşlardır." "İşte büyük
başarı, büyük kazanç budur" diyor Allah (c.c.)
-Filan varya çok büyük
kazançlar elde etti 2 sene içinde diyoruz. Ne elde etti? Milyarder oldu, diyor.
Ne demek milyarder? Şu kadar kağıdın üstüste yığılmasıdır. Onun
yararlanabildikleri nedir? 5 milyarlıktan yararlanmıyor o. Midesi ve
yiyebileceği belli. Bir adamın 10 milyarı, 100 trilyonu olsa, mide sınırlıdır.
Elbise de sınırlı. İnsan bedeni en kaliteli kumaştan, 365 tane alır. Günde 1
tanesini giyebilir. Mide de 1 okka alır. Ondan sonra dünyanın en tatlısı olsa,
kusar adam. Başka yapacağı yok.
Yani insanın zevk
alması sınırlıdır. Fark nedir? Yığmak. Kağıt yığmak vardır. Birgün onlardan da
zevk almaz hale geliverir. Kağıtta hiçbir işe yaramaz. Kendinden sonra
varislerine kalır.
Allah (c.c.) diyor ki;
"Asıl başarı, büyük kazanç, Allah'ın rızasını kazanmaktır" diyor.
Çünkü sonu gelmeyen bir hayat. Her an tazelenen nimet. Yenenler pislik olarak
değil, gül kokusu halinde çıkar. Yani tuvalete gitmek yok. Yiyor, yiyebildiği
kadar. Gül kokusu halinde çıkıyor. Olur mu hocam? Günümüzde dünyamız da bunu
gösteriyor. Gül tuvalete gitmez. Toprağı aşağıdan yer, gül kokusu olarak
yukarıdan verir. Renk olarak verir.[139]
(120)
Göklerin, yerin ve bunlardakilerin hükümranlığı Allah'a aittir. O herşeye gücü
yetendir.
İnandık ve tasdik
ettik. Kanımıza , kalbimize sözümüz geçmiyor.Her nefesde ecelimize
yaklaşıyoruz. Allahım,mülkde senin, hükümranlıkda senin. Bizi bize bırakma
.Bizi yolundan ayırma. Amin.[140]
[1] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/399.
[2] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/399-400.
[3] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/400-402.
[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/42-404.
[5] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/404-405.
[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/405-406.
[7] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/406-408.
[8] Bak Bakara 40 ncı ayetin
tefsiri
[9] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/408-409.
[10] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/409-410.
[11] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/410.
[12] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/410.
[13] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/411.
[14] Bak Bakara 83, Maide 70,
A'raf 169, Bakara 63
[15] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/411-412.
[16] Bak: Bûruc suresi
[17] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/413.
Ahkamü-1-Evkaf, Hassaf, 2
[18] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/413-414.
[19] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/415.
[20] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/415-416.
[21] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/416-417.
[22] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/417-418.
[23] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/418.
[24] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/419.
[25] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/419.
[26] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/419-420.
[27] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/420.
[28] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/420-421.
[29] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/421.
[30] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/421-422.
[31] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/422-423.
[32] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/423.
[33] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/423.
[34] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim
Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/423.
[35] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/424.
[36] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/424-425.
[37] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/425-426.
[38] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/426-427.
[39] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/427.
[40] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/428.
[41] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim
Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/428.
[42] .Bak. Beyhaki Sünen 8/278,
Muvatta 2/748, Abdürrezzak Musannef 10/239
[43] Haşr, 7
[44] Tarihi Yakubi 2/153-154
[45] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/429-431.
Bak, İslâm Hukuku Önemi, Özellikleri,
Evrenselliği, Mahmut Toptaş s: 61/64 İstanbul 1991
[46] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/431.
[47] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/432.
[48] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/432-434.
[49] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/434-435.
[50] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/435.
[51] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/435-436.
[52] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/436-437.
Bak
Bakara 178-179
[53] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/437.
[54] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/437-438.
[55] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim
Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/438-439.
[56] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/439.
[57] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/440.
[58] Bak: Ahkam-ül-Evkaf, Hassaf
4
[59] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/440-441.
[60] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/441-442.
[61] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/442.
[62] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/443-444.
[63] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/444.
[64] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/444.
[65] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/445.
[66] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/445.
[67] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/445-446.
[68] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/446.
[69] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/446.
[70] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/446-447.
[71] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/447.
[72] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/447-448.
[73] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/448.
[74] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/448-448.
[75] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/449-450.
[76] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/450.
[77] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/450-451.
Bak:
Bakara 62
[78] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/451.
[79] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/451-452.
[80] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/452.
[81] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/452-453.
[82] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/453.
[83] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/453-454.
[84] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/454.
[85] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/454-456.
[86] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/456-457.
[87] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/457-459.
[88] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/459-461.
[89] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/461-462.
[90] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/462-465.
[91] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/466-467.
[92] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/467.
[93] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/467-468.
[94] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/468-469.
[95] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/469-472.
[96] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/472.
[97] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/472-479.
[98] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/479-481.
[99] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/482-483.
[100] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/483-484.
[101] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/484-486.
[102] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/486-487.
[103] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/487-492.
Buhari,Edeb 5,Müslim,K.zikir, hadis no:2734
[104] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/492-493.
[105] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/493-494.
[106] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/494.
[107] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/495.
[108] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/495-496.
[109] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/496-497.
[110] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/497.
[111] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/498-500.
[112] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/500.
[113] Tirmizi, Fiten
73.Ehudavud,melahım,17
[114] Müsnedi Ahmed h. Hanbel,
112,5.Tirmizi,Fiten,8
[115] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/500-504.
[116] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/504-507.
[117] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/507-508.
[118] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/508-509.
[119] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/509-510.
[120] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/510-514.
[121] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/514-515.
[122] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/515-517.
[123] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/517.
[124] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/517-518.
[125] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/518-519.
[126] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/519-520.
[127] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/520-521.
[128] Bak,Ebudavud,Vitir,hadis no
1435,Tirmizi Vitir,hadis no 456 Müsnedi Ahmed b. Hanbel 6/47,138
[129] İbnü Macenin Kitabü Zühd'de
35. Bab 4297 Nolu
[130] Buhari'nin Kiîabül Edep 18.
Bab 5628 Nolu
[131] Müslim'in Kitab-tevbe 4.
Bab. 2754 notu hadisinde
[132] Ebu Davudun K. Cenaiz 1. Bab
3089
[133] A'raf 71151, Yusuf 12164-92,
Enbiya 21/83.
[134] Zümer 39-53
[135] Hicr 15/56
[136] İbni Hişam 21397
[137] Müslim K. Selam 154.
[138] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/521-525.
[139] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/525-527.