ErayKitap Web Sitesine Hoş Geldiniz !

بِسْمِ اللهِ اَلْحَمْدُ ِللهِ وَحْدَهُ، وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَى مَنْ لاَنَبِيَّ بَعْدَهُ
Allah’a hamd olsun. Salât ve selâm, kendisinden sonra Nebi gelmeyecek olan Muhammed - sallallahu aleyhi ve sellem-’e olsun.
İşte bu (Kur'an), kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek ilah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara (gönderilmiş) bir bildiridir. (İbrahim Suresi - 52)

Kur'an-ı Kerim Türkçe Meali     Diyanet Vakfı Kur'an Meali



Rahmân ve Rahîm Allah'ın Adıyla



ŞUARA - SURESİ


   Mekke’de nâzil olan bu sûre, 227 âyettir. 224 ilâ 227. âyetleri (dört âyet), Medine’de nâzil olmuştur. «Şuarâ», şairler demektir; 224. âyetinde
şairlerden sözedildiği için, sûre bu ismi almıştır. Muhaliflerin Kur’an’a karşı ileri sürdükleri iddialarından biri de, onun bir şair tarafından meydana
getirilmiş olduğu idi. İşte Kur’an, Hz. Peygamber’in irşadı ile daha önceki peygamberlerin irşadlarının özde birleştiğini ve Kur’an’ın bir şair eseri
olmadığını isbat ederek, bu iddiayı çürütmekte ve reddetmektedir.


1. Tâ. Sîn. Mîm.



2. Bunlar, apaçık Kitab'ın âyetleridir.



3. (Resûlüm!) Onlar iman etmiyorlar diye neredeyse kendine kıyacaksın!



4. Biz dilesek, onların üzerine gökten bir mucize indiririz de, ona boyunları eğilip kalır.



5. Kendilerine, o çok esirgeyici Allah'tan hiçbir yeni öğüt gelmez ki, ondan yüz çevirmesinler.



6. Üstelik (ona) «yalandır» derler; fakat alay edip durdukları şeylerin haberleri yakında onlara gelecektir.



7. Yeryüzüne bir bakmazlar mı! Orada her güzel çiftten nice bitkiler yetiştirdik.



8. Şüphesiz bunlarda (Allah'ın kudretine) bir nişâne vardır; ama çoğu iman etmezler.



9. Şüphe yok ki Rabbin, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.



10, 11. Hani Rabbin Musa'ya: O zalimler güruhuna, Firavun'un kavmine git. Hâla (başlarına gelecekten) sakınmayacaklar mı onlar? diye seslenmişti.



12. Musa şöyle dedi: Rabbim! Doğrusu, beni yalancılıkla suçlamalarından korkuyorum.



13. (Bu durumda) içim daralır, dilim dönmez; onun için Harun'a da elçilik ver.



14. Onların bana isnad ettikleri bir suç da var. Bundan ötürü beni öldürmelerinden korkuyorum.



15. Allah buyurdu: Hayır (seni asla öldüremezler)! İkiniz mucizelerimizle gidin. Şüphesiz ki, biz sizinle beraberiz, (her şeyi) işitmekteyiz.



16. Haydi Firavun'a gidip deyin ki: Gerçekten biz, âlemlerin Rabbi'nin elçisiyiz;



17. İsrailoğullarını bizimle beraber gönder.



18. (Kendisine Allah'ın emri tebliğ edilince Firavun) dedi ki: Biz seni çocukken himayemize alıp büyütmedik mi? Hayatının birçok yıllarını aramızda geçirmedin mi? 19. Sonunda o yaptığın (kötü) işi de yaptın. Sen nankörün birisin!



   Burada Hz. Musa’nın bir Mısırlının ölümüne sebep olduğuna işaret olunmaktadır. Bilgi için, bak. Kasas 28/15.



20. Musa: Ben, dedi, o işi o anda sonunun ne olacağını bilmeyerek yaptım.



   Tefsirlerde daha çok, Hz. Musa’nın öldürme kasdı olmaksızın o adama vurduğu ve bu işin, kasdı aşan müessir fiil neticesi adam öldürme olduğu izahı ağır basmaktadır.



21. Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım. Sonra Rabbim bana hikmet bahşetti ve beni peygamberlerden kıldı.



22. O nimet diye başıma kaktığın ise, (aslında) İsrailoğullarını kendine kul köle etmendir.

   Firavun’un, nimet diye Hz. Musa’nın başına kaktığı ve onu nankör olarak nitelendirmesine yol açan şey, onu bebekliğinde sahipsiz bulunca alıp beslemesi ve barındırması, özellikle onu diğer erkek çocuklar gibi öldürmemesi idi. Hz. Musa, bu sözleri inkârî bir üslûpla, onun yaptığının esasen bir nimet olmadığını ve kendisinin İsrailoğullarını kul köle edinmesinden ibaret bulunduğunu ifade etmektedir. Zira Firavun’un Hz. Musa’yı sarayına almasına da kendisinin İsrailoğullarına karşı davranışı sebep olmuştu.



23. Firavun şöyle dedi: Âlemlerin Rabbi dediğin de nedir?



24. Musa cevap verdi: Eğer işin gerçeğini düşünüp anlayan kişiler olsanız, (itiraf edersiniz ki) O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir.



25. (Firavun) etrafında bulunanlara: İşitiyor musunuz? dedi.



26. Musa dedi ki: O, sizin de Rabbiniz, daha önceki atalarınızın da Rabbidir.



27. Firavun: Size gönderilen bu elçiniz mutlaka delidir, dedi.



28. Musa devamla şunu söyledi: Şayet aklınızı kullansanız (anlarsınız ki), O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir.



29. Firavun: Benden başkasını tanrı edinirsen, andolsun ki seni zindanlıklardan ederim! dedi.



30. Musa: Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı? dedi.



31. Firavun: Doğru söyleyenlerden isen, haydi getir onu! diye karşılık verdi.



32. Bunun üzerine Musa asâsını atıverdi; bir de ne görsünler, asâ apaçık koca bir yılan (oluvermiş)!



33. Elini de (koynundan) çıkardı; o da seyredenlere bembeyaz görünen (nur saçan bir şey oluvermiş)!



34. Firavun, çevresindeki ileri gelenlere: Bu, dedi, doğrusu çok bilgili bir sihirbaz!



35. Sizi sihiriyle yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Şimdi ne buyurursunuz?



   Hz. Musa’nın gösterdiği mucizeler, Firavun’un kibir duygularını alt üst etmiş, Firavun tanrılık davasını bir tarafa bırakıp, etrafındaki ileri gelenlerden fikir almaya mecbur kalmıştı.



36. Dediler ki: Onu ve kardeşini eğle ve şehirlere toplayıcı görevliler gönder;



37. Ne kadar bilgisi derin sihirbaz varsa sana getirsinler.



38. Böylece sihirbazlar belli bir günün tayin edilen vaktinde biraraya getirildi.



39. Halka: Siz de toplanıyor musunuz (haydi hemen toplanın), denildi.



40. (Firavun'un adamları:) Eğer üstün gelirlerse, herhalde sihirbazlara uyarız, dediler.



41. Sihirbazlar geldiklerinde Firavun'a: Şayet biz üstün gelirsek, muhakkak bize bir ücret vardır değil mi? dediler.



42. Firavun cevap verdi: Evet, o takdirde hiç şüphe etmeyin, gözde kimselerden de olacaksınız.



43. Musa onlara: Ne atacaksanız atın! dedi.



44. Bunun üzerine iplerini ve değneklerini attılar ve: Firavun'un kudreti hakkı için elbette bizler galip geleceğiz, dediler.



45. Sonra Musa asâsını attı; bir de ne görsünler, onların uydurduklarını yutuveriyor!



46. (Bunu görünce) sihirbazlar derhal secdeye kapandılar.



47, 48. «Âlemlerin Rabbine, Musa ve Harun'un Rabbine iman ettik» dediler.



49. Firavun, (kızgınlık içinde) dedi ki: Ben size izin vermeden ona iman ettiniz ha! Demek ki size sihiri öğreten büyüğünüzmüş o! Ama şimdi (size yapacağımı görecek ve) bileceksiniz: Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim, hepinizi astıracağım!



50. «Zararı yok, dediler, (nasıl olsa) biz şüphesiz Rabbimize döneceğiz.»



51. «Biz, ilk iman edenler olduğumuz için Rabbimizin hatalarımızı bağışlayacağını umarız.»



52. Musa'ya: Kullarımı geceleyin yola çıkar; çünkü takip edileceksiniz, diye vahyettik.



53. Firavun da şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi:



54. «Esasen bunlar, sayıları az, bölük pörçük bir cemaattır.»



55. «(Böyle iken) kesinkes bizi öfkelendirmişlerdir.»



56. «Biz ise, elbette uyanık (ve yekvücut) bir cemaatız.» (diyor ve dedirtiyordu).



57, 58. Ama (sonunda) biz onları (Firavun ve kavmini), bahçelerden, pınarlardan, hazinelerden ve değerli bir yerden çıkardık.



59. Böylece, bunlara İsrailoğullarını mirasçı yaptık.



60. Derken (Firavun ve adamları) gün doğumunda onların ardına düştüler.



61. İki topluluk birbirini görünce, Musa'nın adamları: İşte yakalandık! dediler.



62. Musa: Asla! dedi, Rabbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir.



63. Bunun üzerine Musa'ya: Asân ile denize vur! diye vahyettik. (Vurunca deniz) derhal yarıldı (on iki yol açıldı), her bölük koca bir dağ gibi oldu.



64. Ötekilerini de oraya yaklaştırdık.



   Musa ve adamlarının ardından, düşmanlar da bu denizde açılan yollara girdiler.



65. Musa ve beraberinde bulunanların hepsini kurtardık.



66. Sonra ötekilerini suda boğduk.



67. Şüphesiz bunda bir ibret vardır; ama çokları iman etmiş değillerdir.



   Gerek Mısır’da kalan Kıptîlerin artıkları, gerekse kurtulduktan sonra buzağıya tapmaya kalkan ve «Yüz yüze Allah’ı görmedikçe iman etmeyiz» demeye varan İsrailoğulları, bu apaçık dersten ibret almadılar, imana gelmediler. 68. Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.



69. (Resûlüm!) Onlara İbrahim'in haberini de naklet.



70. Hani o, babasına ve kavmine: Neye tapıyorsunuz? demişti.



71. «Putlara tapıyoruz ve onlara tapmaya devam edeceğiz» diye cevap verdiler.



   «Putlara tapıyoruz ve bütün gün onlara hizmet edip durmaktayız» manası da verilmektedir. Zira onların, gün boyunca ibadet edip gece ibadet etmediklerine dair bir rivayet bulunmaktadır.



72. İbrahim: Peki, dedi, yalvardığınızda onlar sizi işitiyorlar mı?



73. Yahut size fayda ya da zarar verebiliyorlar mı?



74. Şöyle cevap verdiler: Hayır, ama biz babalarımızı böyle yapar bulduk.



75, 76. İbrahim dedi ki: İyi ama, ister sizin, ister önceki atalarınızın; neye taptığınızı (biraz olsun) düşündünüz mü?





77. İyi bilin ki onlar benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi (benim dostumdur);



78. Beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren O'dur.



79. Beni yediren, içiren O'dur.



80. Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur.



81. Benim canımı alacak, sonra beni diriltecek O'dur.



82. Ve hesap günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum O'dur.



83. Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat.



84. Bana, sonra gelecekler içinde, iyilikle anılmak nasip eyle!



   Hz. İbrahim, bu duasıyla, kıyamete kadar iyi bir nâmla anılmayı istemişti. Duası makbul olmuş, bundan ötürü her ümmet ona ayrı bir sevgi duymuş ve adını övgüyle anar olmuştur. Müslümanlar da beş vakit namazda salâvat-ı şerîfe okurken onu da anarak bu duaya katılmaktadırlar.



85. Beni, Naîm cennetinin vârislerinden kıl.



86. Babamı da bağışla (ona tevbe ve iman nasip et). Çünkü o sapıklardandır.



87. (İnsanların) dirilecekleri gün, beni mahcup etme.



88. O gün, ne mal fayda verir ne de evlât.





89. Ancak Allah'a kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).



   Kalb-i selîm, şüphelerden, şirkten temizlenmiş, ihlâsla iman etmiş kalp demektir. Saîd b. Müseyyeb (r.a.) demiştir ki: Kalb-i selîm, mânen sıhhatte olan kalpdir ki bu da, müminin kalbidir. Kâfir ve münafığın kalbi ise mânen hastadır.



90. (O gün) cennet, takvâ sahiplerine yaklaştırılır.



91. Cehennem de azgınlara apaçık gösterilir.



92, 93. Onlara: Allah'tan gayrı taptıklarınız hani nerede? Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerine (olsun) yardımları dokunuyor mu? denilir.



94, 95. Artık onlar, o azgınlar ve İblis orduları, toptan oraya tepetaklak (cehenneme) atılırlar.



96. Orada birbirleriyle çekişerek şöyle derler:



97. Vallahi, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz.



98. Çünkü biz sizi âlemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk.



99. Bizi ancak o günahkârlar saptırdı.



100, 101. Şimdi artık bizim ne şefaatçilerimiz var, ne de yakın bir dostumuz.



102. Ah keşke bizim için (dünyaya) bir dönüş daha olsa da, müminlerden olsak!



103. Bunda elbet (alınacak) büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler.



104. Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.



105. Nuh kavmi de peygamberleri yalancılıkla suçladılar.



106. Kardeşleri Nuh onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?



107. Bilin ki ben, size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.



108. Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.



109. Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.



110. Onun için, Allah'tan korkun ve bana itaat edin.



111. Onlar şöyle cevap verdiler: Sana düşük seviyeli kimseler tâbi olup dururken, biz sana iman eder miyiz hiç!



112. Nuh dedi ki: Onların yaptıkları hakkında bilgim yoktur.



113. Onların hesabı ancak Rabbime aittir. Bir düşünseniz!



114. Ben iman eden kimseleri kovacak değilim.



115. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.



116. Dediler ki: Ey Nuh! (Bu davadan) vazgeçmezsen, iyi bil ki, taşlanmışlardan olacaksın!



117. Nuh: Rabbim! dedi, kavmim beni yalancılıkla suçladı.



118. Artık benimle onların arasında sen hükmünü ver. Beni ve beraberimdeki müminleri kurtar.



119. Bunun üzerine biz onu ve beraberindekileri, o dolu geminin içinde (taşıyarak) kurtardık.



120. Sonra da geri kalanları suda boğduk.



121. Doğrusu bunda büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler.



122. Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.



123. Âd (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla suçladı.



> 124. Kardeşleri Hûd onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?



125. Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.



126. Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.



127. Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.



128. Siz her yüksek yere bir alâmet dikerek eğleniyor musunuz?



   Âyetteki «rî’» kelimesi «yol» manasına da geldiği için «siz her yol üzerine...» şeklinde bir meâl vermek de mümkündür. Bu kavmin bina ettiği şeyler hakkında, tefsirlerde; güvercin kaleleri, gelip geçenlerle eğlenmek için yapılmış yüksek binalar, tepelere dikilen âbideler gibi izahlarla karşılaşılmaktadır.



129. Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı ediniyorsunuz?



   Bu yapılar hakkında, muazzam köşkler, müstahkem kaleler, su mahzenleri gibi tefsirler yapılmıştır.



130. Yakaladığınız zaman, zorbalar gibi mi yakalıyorsunuz?



131. Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin.



132, 133, 134. Bildiğiniz şeyleri size veren, size davarlar, oğullar, bağlar, pınarlar ihsan eden (Allah'a karşı gelmek) den sakının.



135. Doğrusu sizin hakkınızda muazzam bir günün azabından endişe ediyorum.



136. (Onlar) şöyle dediler: Sen öğüt versen de, vermesen de bizce birdir.



137. Bu, öncekilerin geleneğinden başka bir şey değildir.



   Burada «gelenek (huluk)» den kastedilenin ne olduğu hakkında farklı tefsirler vardır:
1) Şu yaptıklarımız veya üzerinde bulunduğumuz şu din, ilk atalarımızdan beri sürüp gelen şeydir. 2) Senin getirdiğin şu din veya öldükten sonra dirileceğimiz iddiası, geçmişlerin uydurmasıdır.
138. Biz azaba uğratılacak da değiliz.



139. Böylece onu yalancılıkla suçladılar; biz de kendilerini helâk ettik. Doğrusu bunda büyük bir ibret vardır; ama çokları iman etmezler.



140. Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.



141. Semûd (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla suçladı.



142. Kardeşleri Sâlih onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?



143. Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.



144. Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.



145. Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.



146, 147, 148. Siz burada, bahçelerin, pınarların içinde; ekinlerin, salkımları sarkmış hurmalıkların arasında güven içinde bırakılacak mısınız (sanırsınız)?



149. (Böyle sanıp) dağlardan ustaca evler yontuyorsunuz (oyup yapıyorsunuz).



   Âyetteki «fârihin» kelimesine «ustaca» anlamı verilebileceği gibi, «şımararak» anlamı da verilebilir.



150. Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin.



151, 152. Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik düzenlik vermeyen aşırı gidenlerin emrine uymayın.



153. Dediler ki: Sen, olsa olsa iyice büyülenmiş birisin!



154. Sen de ancak bizim gibi bir insansın. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir mucize getir.



155. Salih: İşte (mucize) bu dişi devedir; onun bir su içme hakkı vardır, belli bir günün içme hakkı da sizindir, dedi.



156. Ona bir kötülükle ilişmeyin, yoksa sizi muazzam bir günün azabı yakalayıverir.



157. Buna rağmen onlar deveyi kestiler; ama pişman da oldular.



158. Bunun üzerine onları azap yakaladı. Doğrusu bunda, büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler.



159. Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.



160. Lût kavmi de peygamberleri yalancılıkla suçladı.



161. Kardeşleri Lût onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?



162. Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.



163. Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.



164. Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.



165, 166. Rabbinizin sizler için yarattığı eşlerinizi bırakıp da, insanlar içinden erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz sınırı aşmış (sapık) birkavimsiniz!



167. Onlar şöyle dediler: Ey Lût! (Bu davadan) vazgeçmezsen, iyi bil ki, sürgün edilmişlerden olacaksın!



168. Lût: Doğrusu, dedi, ben sizin bu işinizden tiksinmekteyim!



169. Rabbim! Beni ve ailemi, onların yapageldiklerinden (vebalinden) kurtar.



170. Bunun üzerine onu ve bütün ailesini kurtardık.



171. Ancak bir kocakarı müstesna. O, geride kalanlardan (oldu).



   Burada Hz. Lût’un karısına işaret edilmektedir. Tahrîm sûresi’nin 10. âyetine ve 12. âyetindeki açıklamaya bakınız.



172. Sonra diğerlerini helâk ettik.



173. Üzerlerine öyle bir yağmur yağdırdık ki... Uyarılanların (fakat yola gelmeyenlerin) yağmuru ne de kötü!



174. Elbet bunda büyük bir ibret vardır; fakat çokları iman etmezler.



175. Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.



176. Eyke halkı da peygamberleri yalancılıkla suçladı.



   Eyke, bir orman türünün adıdır. Rivayete göre, Medyen yakınlarında bulunan bir bölge de bu isimle anılmaktaydı. Şuayb (a.s.) Eykeli olmadığından,



106, 124, 142 ve 160. âyetlerdekinden farklı olarak gönderilen peygamber için «kardeşleri» denmemiştir.



177. Şuayb onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?



178. Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.



179. Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.



180. Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.



181. Ölçüyü tastamam yapın, (insanların hakkını) eksik verenlerden olmayın.



182. Doğru terazi ile tartın.



183. İnsanların hakkı olan şeyleri kısmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.



184. Sizi ve önceki nesilleri yaratan (Allah) dan korkun.



185. Onlar şöyle dediler: Sen, olsa olsa iyice büyülenmiş birisin!



186. Sen de, ancak bizim gibi bir beşersin. Bil ki, biz seni ancak yalancılardan biri sayıyoruz.



187. Şayet doğru sözlülerden isen, üstümüze gökten azap yağdır.



188. Şuayb: Rabbim yaptıklarınızı en iyi bilendir, dedi.



189. Velhasıl onu yalancı saydılar da, kendilerini o gölge gününün azabı yakalayıverdi. Gerçekten o, muazzam bir günün azabı idi!



   Çok sıcak günlerden sonra gökte bulutlar belirmiş, onların gölgesine sığınmışlardı. Allah bulutlardan ateş yağdırarak azgınları, asileri yakmış ve cezalandırmıştı.



190. Doğrusu bunda büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler.



191. Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.



   Sûrenin 10. âyetinden buraya kadar birçok peygamberin, kavimlerini ikazları, getirdikleri mucizeler ve kavimlerinin tutumları ortak çizgilerle anlatıldıktan sonra, bundan sonraki bölümde de Kur’an’a yöneltilen iftiralara özlü reddiyelerde bulunulmuş, Hz. Peygamber’e sabır ve metanetle ulvî görevini sürdürmesi telkin edilmiştir.



192. Muhakkak ki o (Kur'an) âlemlerin Rabbinin indirmesidir.



193, 194, 195. (Resûlüm!) Onu Rûhu'l-emîn (Cebrail) uyarıcılardan olasın diye, apaçık Arap diliyle, senin kalbine indirmiştir.



196. O, şüphesiz daha öncekilerin kitaplarında da vardır.



   Kur’an’ın Hz. Muhammed’e indirileceği, yahut da Kur’an’ın manası, özü ve ana prensipleri önceki hak kitaplarda da vardı. Âyette her ikisi anlatılmış olabilir.



197. Benî İsrail bilginlerinin onu bilmesi, onlar için bir delil değil midir?



198, 199. Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik de, bunu onlara o okusaydı, yine ona iman etmezlerdi.



200, 201. Onu günahkârların kalplerine böyle soktuk. Onun için, acıklı azabı görünceye kadar ona iman etmezler.



   Âyetteki «onu» zamiri, «küfür»e gönderilirse «-Kendi günahları yüzünden- soktuğumuz küfür öyle yerleşmiştir ki, azabı açıkça görmeden imana gelmezler» manası çıkar. Aynı zamir «Kur’an»a da gönderilebilir. O takdirde «Kur’an’ı kendi dilleriyle indirdik, manasını kalplerine iyice soktuk; yine de azabı görmeden iman etmezler» manası kasdedilmiş olur.



202. İşte bu (azap) onlara, kendileri farkında olmadan, ansızın geliverecektir.



203. O zaman: Bize (iman etmemiz için) mühlet verilir mi acaba? diyeceklerdir.



204. (Durmadan mucize talebiyle) onlar bizim azabımızı mı çarçabuk istiyorlardı?



205, 206. Ne dersin! Eğer biz onları yıllarca yaşatıp nimetlerden faydalandırsak, sonra tehdit edilmekte oldukları (azap) başlarına gelse!



207. Faydalandırıldıkları nimetler onlara hiç yarar sağlamayacaktır.



208, 209. Biz hiçbir memleketi, öğüt vermek üzere (gönderdiğimiz) uyarıcıları (peygamberleri) olmadan yok etmemişizdir. Biz zalim değiliz.



210. O'nu (Kur'an'ı) şeytanlar indirmedi.



   Kur’an’ın, şeytanlar tarafından kâhinlere telkin edilen şeylerden ibaret olduğunu ileri süren bazı müşriklerin sözleri reddedilmektedir.



211. Bu onlara düşmez; zaten güçleri de yetmez.



212. Şüphesiz onlar, vahyi işitmekten uzak tutulmuşlardır.



213. O halde sakın Allah ile beraber başka tanrıya kulluk edip yalvarma, sonra azap edilenlerden olursun!



   Hz. Peygamber’in şahsında, insanlığa hitap edilmektedir. Bak. Kasas 28/86-88.



214. (Önce) en yakın akrabanı uyar.



215. Sana uyan müminlere (merhamet) kanadını indir.



216. Şayet sana karşı gelirlerse de ki: Ben sizin yaptıklarınızdan muhakkak ki uzağım.



217. Sen O mutlak galip ve engin merhamet sahibine güvenip dayan.



218. O ki, (gece namaza) kalktığın zaman seni görüyor.



219. Secde edenler arasında dolaşmanı da (görüyor).



   İbn Abbâs (r.a.)dan gelen rivayete göre «ve tekallübeke fi’s-sâcidîn» kavlinin ifade etmek istediği mana şudur: Allah senin bir peygamberin sulbünden diğer peygamberin sulbüne intikal ede ede nihayet nasıl bir nebî olarak çıktığını görendir.



220. Çünkü her şeyi işiten, her şeyi bilen O'dur.



221. Şeytanların ise kime ineceğini size haber vereyim mi?



222. Onlar, günaha, iftiraya düşkün olan herkesin üstüne inerler.



223. Bunlar, (şeytanlara) kulak verirler ve onların çoğu yalancıdırlar.



224. Şairler(e gelince), onlara da sapıklar uyarlar.



225, 226. Onların her vâdide başıboş dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmedin mi?



227. Ancak iman edip iyi işler yapanlar, Allah'ı çok çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar başkadır. Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akıbete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.



   Sahih hadis kitaplarında yer alan birçok hadisten de anlaşıldığı üzere, kötülüğü ifade etmeyen ve iyi maksatla kullanılan şiir, yukarıda kötülenen şiirden istisna edilmiştir. Nitekim ashâb-ı kiram arasında Resûl-i Ekrem’in takdirlerini kazanmış birçok şairler bulunmaktaydı. Meselâ Hz. Peygamber’in, Hassân bin Sabit’e, «Müşrikleri (şiirlerinle) hicvet, bil ki muhakkak Cebrail de seninle beraberdir» buyurduğu rivayet olunmuştur.









سُبْحاَنَكَ اللَّهُمَّ وَبِحَمْدِكَ، أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلهَ إِلاَّ أَنْتَ، أَسْتَغْفِرُكَ وَأَتُوبُ إِلَيْكَ
  En İyi Bilgi Dünya ve Ahiret Saadeti Sağlayan Bilgidir     Hatalarım ve yanlışlarım varsa lütfen ya uyarın     ebubekiryasin_@hotmail.com     yada af edin








Kur'an-ı Kerim Türkçe Meali online okuyabilir, facebook, twitter gibi diğer sosyal ağlarda paylaşabilir,
bilgisayarınıza indirebilir, ödev ve tezlerinizde kullanabilir ve siteyi referans göstermek koşuluyla
telif hakkı ödemeksizin site ve bloglarınızda yayınlayabilir ve kopyalayıp, çoğaltabilirsiniz.
NOT: TİCARİ OLARAK KULLANILAMAZ