İslam Alimlerinin Kısaca Hayatı / Biyografisi

En İyi Bilgi Dünya ve Ahiret Saadet Sağlayan Bilgidir

TEFEKKÜR NEDİR? MÜTEFEKKİR KİMDİR?

Tefekkür kelimesi lügatte, “düşünmek, dikkatlice anlamaya çalışmak, ince düşünüş, zihni yorma, işin şuuruna varma” gibi manalara gelir. Cürcanî, tefekkürün, “kalbin maksada vasıl olmak için eşyanın manalarını anlamaya yönelmesi” şeklinde tarif etmiştir.

Tefekkür, malum iki bilgiden meçhul bir üçüncü bilgiye ulaşmaktır. Fikir, üçüncü bir bilginin doğması için ilk iki bilgiyi hatırlamak ve sonu önceye bağlamaktır.

Bir insanın evvela tefekkür edeceği mevzuu çok iyi bilmesi, tefekküre esas teşkil edecek malzemeleri zihninde hazır hâle getirmesi gerekir ki sistemli düşünmesi mümkün olsun.

Dilimize modern zamanlarda girmiş olan “düşünce” kavramı her ne kadar fikir karşılığı, düşünce eylemi de tefekkür karşılığı üretilse de aralarında önemli bir fark vardır: Düşünce insan için en üst seviyede ve mücerret bir düzlemde gerçekleşen zihnî bir faaliyeti anlatır; tamamen aklın kendisinin koyduğu kurallara göre işler ve aklın üzerinde/dışında bir bilgi edinme vasıtası kabul etmez. Kendine bir had ve hudut belirlememiştir. Vahiyle mukayyet değildir. Tefekkürde ise bir disiplin vardır. Vahiy ile mukayyet olma, aklın haddini bilmesi vardır.

Düşünce eylemini en üst düzeyde gerçekleştirdiği halde hidayeti bulamamış yüzlerce düşünür ve filozof vardır. Bu tarif edildiği manada “İslam düşüncesi” ifadesi yanlıştır. Doğrusu İslam tefekkürü demektir. Yine bu manada Batı tefekkürü olmaz, doğrusu Batı düşüncesi demektir.

Eğer düşünce, tefekkürün tâbi olduğu kayıtlara tâbi olur ve öyle yürürse buna İslamî düşünce denebilir mi, sorusu akla gelebilir. Evet denebilir belki ama bu sefer kendine sınır kabul etmeyen Batı düşüncesi veya düşünme eylemi ile; kendini vahiyle mukayyet kabul eden tefekkür eylemi veya İslam tefekkürü arasındaki farkı tefrik edecek bir kavram bulmakta zorlanırız.

Maddenin dışına bakan, tabiatı gön gözüyle inceleyen natüralist düşünürler veya şairler mütefekkir olamazlar.

Düşünürün düşüncesini kendine göre sınırlandıran bir şey yoktur. Mütefekkir ise vahiyle mahduttur. Mütefekkirin düşünme çerçevesini vahiy oluşturur. Çünkü insan aklı tamamen serbest bırakıldığında selim bir akıl olmaktan çıkar, hastalıklı bir akıl haline dönüşür. Efendimizin tefekkürün nasıl olması gerektiğini ifade eden, “Allah’ın yarattıkları hakkında tefekkür edin; Allah’ın zâtı hakkında tefekkür etmeyin.” (Feyzul Kadir) hadisi mânidardır. İnsan, aklının sınırlarını bilmek zorundadır.

Mütefekkir, aklının hududunu bilen, hadiselere Kur’an adesesiyle bakabilen kişidir. Mütefekkir kainat kitabının dış yüzünü tasvir eden değil onun hakikatini nüfuz eden; kalbini Hakk’tan gelen esintilere açan kişidir.

Mütefekkir İslam’ı iyi seviyede bilmelidir. Arzu edilen mütefekkirin âlim olmasıdır. Âlim mütefekkirler bu ümmetin en çok ihtiyaç duyduğu insanlardır. Bu olmuyorsa, en azından mütefekkirin İslam hakkındaki bilgisi sıradan halka göre çok daha üst düzeyde olmalıdır. Mütefekkirin ince anlayış (fıkıh/tefekkuh) sahibi olması da gereklidir. Hadiselerin künhüne vâkıf olabilecek bir anlayışa; insanların sözlerinin ardındaki niyetleri sezecek bir ferasete sahip olması, mütefekkirin sağlıklı çözümler üretebilmesine imkan tanıyacaktır.

Mütefekkir hem Doğu’yu hem de Batı’yı iyi bilmeli; insanlığın problemlerini İslam ümmetinin gerçek sıkıntılarını iyi anlamalıdır. Bunların çözümü için ciddi bir mesai harcamalıdır.

Batı’nın teknolojik üstünlüğü ele geçirmesiyle oluşan Batı hegemonyasının kırılması için neler yapılabilir? Batı’nın kendi değerlerini en üstün değerler ilan etmesi, bunun İslam dünyasında ma’kes bulması; şehirleşme, dünyevîleşme karşısında çözümlerimiz nelerdir? Gelenek-modernite, fert-cemiyet ilişkileri, devlet sistemi, demokrasi, hümanizm, kadının yeri gibi konularda İslam’ın söyledikleri/söyleyecekleri nelerdir? Sorularının ve daha çoğaltılabilecek başka suallerin cevapları verilmek zorundadır. Bunu da mütefekkirlerimiz yapacaktır.

İslam ümmeti 200 yıldır zihnî bir savruluş içerisinde Batı’nın meydan okumasına karşılık bazı şeyler geliştirilse de yeterli olmadığı hal-i pürmelalimizden belli.

Mütefekkir kabul edeceğimiz pek çok insanımız çeşitli illetlerle malûl. Kiminin İslamî ilim altyapısı zayıf, neredeyse tamamen Batı’lı kaynaklardan beslenmiş, zihni öylece oluşmuş, daha sonra İslamî kaynaklarla tanışmış. Çok ciddi tefekkür ameliyeleri var ama ürettikleri çözümlerin önemli bölümü derde deva olmuyor ya da ümmetle irtibatı zayıf. Bir kısmının İslamî ilim altyapısı sağlam ama kalben Batı’ya yenik düşmüş, mantalitelerinde arıza oluşmuş. Ortaya sundukları çözümler Batı’nın sunduğu değerlere İslamî kisve giydirmekten ibaret. Kiminin ilmi, ameli yeterli ama tefekkür kabiliyeti, tefekkuh yeterliliği yok. Bu sebeple sadece nakille yetiniyor, yeni bir şey üretmiyor, üretemiyor. Bir de ilmen ve fikren kifayetsiz insanların “kanaat önderi” niteliğinde ortaya çıkıp insanlara yol ve yön göstermeye çalışması var ki onu burada hiç bahis konusu etmiyoruz.

SONUÇ:

Genelde İslam ümmeti, özelde Türkiye müslümanları, ümmetin ve insanlığın problemlerini çözecek, çağın dertlerine İslamî çözümler üretecek ulema ve mütefekkirleri yetiştirmek zorundadır. Bu, farz-ı kifayedir.

Müslümanlar bunu gerçekleştirmek için gerekli çalışmaları yapmalıdır. Öncelikle artık kıymetli beyinlerimizi, evlatlarımızı teknolojiye kurban vermekten vazgeçmeliyiz. Çocuklarımızın iyi bir mühendis, doktor olmasından önce iyi bir âlim, mütefekkir, tarihçi, yönetici, hukukçu, sosyolog, psikolog olması için ne yapabileceğimizi düşünmeliyiz. Doğrudan insanla ilgilenen ilimlerde uzman hale getirmeye uğraşmalıyız. Tabî ki herkes bu alanlarla uğraşacak diye bir şart olmadığı gibi gerekli de değildir. Ama çok üst düzey zekaya sahip bazı evlatlarımızın bu işlere kanalize edilmesi, onlara imkan hazırlanması gerekir. Bunun ilk adımı kemiyet artırmak için harcadığımız kaynakların bir kısmının keyfiyet artırmak için kullanılmasıdır.

Gerçek bir mütefekkir âlim yetiştirmek için gerekirse yüzlerce kişiye harcanacak para harcanmalı ve imkan sunulmalıdır.

Unutmayalım ki farz-ı kifaye’deki “kifaye” kifayet miktarını belirler. Yani nasıl olsa biraz alimimiz, birkaç mütefekkirimiz, bir-iki tane de mütefekkir alimimiz var, bu bizden farzı kaldırır diyemeyiz. Bu sayı yeterli midir, ümmete kifayet etmekte midir, ona bakmak gerekir. Bunların da ümmete yetmediği aşikardır.
“Bu sistem içerisinde, istenilen vasıflara sahip mütefekkirler, âlimler yetiştirilmesi neredeyse imkansız” gibi bir fikir yanlıştır. Müslümanlar eğer isterlerse bunun yolunu bulacaklardır.

Allahu Teala kendi yolunda mücahede edenler için hiç tahmin etmedikleri kapılar açacaktır.
Vesselam .

________________ oOo _________________

  • Kaynak -Akif Dursun-


    ________________ oOo _________________

    Copyright © 2009 - 2025 Eraykitap Web Sitemizdeki eserler ticari olmamak şartıyla ve hizmet gayesiyle kişisel olarak kullanılabilir, kopyalanabilir, çoğaltılabilir, dağıtılabilir. İzin alınmaksızın hiçbir kurum, kuruluş, sivil toplum örgütü, dernek, yayın organı ve firma adına reklam amaçlı / amaçsız çoğaltılamaz ve dağıtılamaz bunun Dişında Sitesindeki Tüm Meteryalları Kullanmak Serbestir --- Eraykirap Ana Sayfaya Dön /// ---







    Önceki Sayfa
    Fihrist
    Sonraki Sayfa